“Hemen yarın İngiliz ordusunu defedip Dublin Kalesi’ne yeşil bayrağı çekseniz bile, sosyalist bir cumhuriyet kurmadıkça, tüm çabalarınız boşa gidecektir. Ve İngiltere toprak sahipleri, kapitalistleri ve ticari kurumlarıyla size hükmetmeye devam edecektir.”
James Connolly[1]
Hemşire Elizabeth O'Farrell, 29 Nisan 1916 günü saat 12:45 sularında, Paskalya Ayaklanmasını sona erdirecek teslim mesajını iletmek üzere Dublin’deki Moore Sokağı 15 numaralı binadan ayrıldı. Padraig Pearse komutasındaki İrlandalı isyancı tümenin geri çekildiği evin içinde, silah arkadaşları onun kurşunlarla delik deşik edilmiş sokaklarda beyaz bayrakla ilerleyişini izliyor ve vurulacağından korkuyorlardı. Ancak hemşire O’Farrel, İngiliz askeri karakoluna yaklaştığında ateş azaldı ve Bayan O'Farrell görevini yara almadan tamamladı. Her şey bitmişti…
107 yıl önce yaklaşık 1750 erkek ve kadından oluşan gizli bir isyan ordusu, Dublin şehir merkezinde barikatlar kurdu ve güçlü noktaları ele geçirdi. Plana göre onlara belki bin kişi daha katılacaktı. Öte yandan dünyanın en büyük sömürgeci gücüne karşı tasarlanmış bu ayaklanma planının çılgınca olduğuna şüphe yoktu. İngiltere dünya savaşıyla fazla meşguldü. Yeterince gizli ve ani bir baskınla başkent süratle kontrol altına alınabilirse belki de tüm İrlandalılar harekete katılacaktı.
Oysa altı gün içinde her şey sona erdi; Planın merkezi olan postane alevler içindeydi, sokaklar top ateşiyle kararmış ve isyanın başını çeken önderler, Kilmainham Hapishanesi'nin duvarları önünde idam mangalarıyla yüzleşmek üzere çoktan yola çıkartılmışlardı.
Ayaklanmanın başarısı, onu kurgulayanlar açısından gizliliğinde yatıyordu. Muhtemelen “Paskalya ayaklanmasından” bir düzineden daha fazla insanın haberi yoktu. İrlanda Gönüllü Gücü, İrlanda Yurttaşlar Ordusu ve yalnızca İrlanda kurtuluşu için savaşan kadın milislerden oluşan Cumann na mBan[2] üyelerinden oluşan birleşik grup, Postane'ye yürüdüğünde, İngilizler de dahil olmak üzere yoldan geçenlerin çoğu sadece "çocukların" işgal güçlerini her zamanki gibi kışkırtarak biraz eğlendiklerini düşündü.
Ayaklanmaya önderlik edenler, umutsuz girişimlerinin ateşleyeceği kıvılcımların tüm İrlanda'yı tutuşturacağını hayal ediyorlardı, ancak İrlandalıların çoğu ayaklanmadan haberdar olduğunda her şey çoktan bitmişti.
Paskalya ayaklanması aşırı kanlı bir olay bile sayılmayabilirdi. Savaşanlardan İngilizler 151, isyancılar ise 83 kayıp verdi; bunların 16'sı sonraki haftalarda idam edilenlerdi. Dublin şehir merkezi harap oldu ve İngiliz birlikleri teslim olan isyancıları sokaklarda yürütürken kalabalıklar, mevcut istikrarı ateşe attıkları için esir isyancıların suratına tükürdü.
Ancak idam mangaları mezbaha gibi çalıştıkça, duygular değişmeye başladı. Marksist devrimci James Connolly o kadar ağır yaralıydı ki ayakta duramıyordu, bu yüzden onu bir sandalyeye bağladılar ve ancak o şekilde kurşuna dizebildiler. Yetkililer idam edilen liderleri ailelerine teslim etmeyi de reddetti, bunun yerine onları sönmemiş kirece gömdü. Yaklaşık 3 bin 439 erkek ve 79 kadın tutuklandı ve hapsedildi. Yaklaşık 2 bini toplama kamplarına gönderildi ve 98'ine ölüm cezası verildi. Diğer 100 kişi ise uzun süre demir parmaklıklar ardında kaldı.
Bütün bunlar, başlangıçta gelişmelere kayıtsız kalan İrlandalıların hiç ama hiç hoşuna gitmedi. Bundan böyle kaç kişi vurulursa vurulsun eşitlik ve “İrlanda Cumhuriyeti" fikri İrlandalıların yüreğinden sökülüp çıkartılamayacaktı.
1916 yılına gelindiğinde İngilizler 747 yıldır İrlanda’daydı. İrlandalılar ülkeyi yıkıma uğratan işgale "uzun keder" diyorlardı. İngiltere’nin fetih girişimiyle birlikte yerel İrlandalı Katolik toprak sahibi sınıf alaşağı edilmiş, onun yerini İngiliz kimliği öne çıkan sömürgeci yerleşimciler almıştı. İrlanda Karl Marx’ın deyişiyle “İngiliz rantçılığının kalesi” oldu. Ülke, yüzyıllardır İngilizlerin nüfusu dini ve etnik ölçekte içten bölerek kontrol altında tutmanın yollarını denediği büyük bir sömürgecilik laboratuvarına dönüşmüştü.
Geçtiğimiz yüzyılın başlarında İrlanda, esas olarak geri bir tarım ülkesinden ibaretti, nüfusun çoğunluğu geçimini hala topraktan sağlıyordu ve başlıca ekonomik faaliyet İngiltere pazarı için tarımsal mallar üretmekti. Gelişmiş bir sanayiden yoksun olan İrlanda'nın kapitalistlerine gelince, onlar geniş ölçüde ticaretle ilgilenmekteydi ve İngiltere'nin büyük kapitalistleriyle doğrudan rekabet etmek zorunda kalmalarına içerleseler bile, sömürgeciliğin güvence altına aldığı politik istikrardan hoşnuttular.
Büyük ölçüde İkinci Enternasyonal’in temsil ettiği dönemin Avrupa solu Paskalya Ayaklanmasını kibirli bir yabancılık ve büyük bir hoşnutsuzlukla karşıladı, zira yaşananlar akıl almaz derecede anlamsız geliyordu onlara. Büyük savaşı besleyecek savaş kredilerine kendi parlamentolarında onay veren politik akımlar açısından, James Connolly gibi disiplinli bir Marksist devrimci, bir enternasyonalist sendikal önder, Pádraig Pearse ve Joseph Mary Plunkett gibi “mistik milliyetçilerle” silahlanmış halde, aynı barikatların ardında nasıl bir ortaklığın içinde olabilirdi?
Uluslararası sosyalist hareket içinde büyük etki yaratan bu ayaklanmayı, Rus sosyal demokratlarından Plehanov, “zararlı bir hareket” olarak nitelerken, yakın dostu Connolly’nin önderlik ettiği ayaklanmayı, Troçki, “işçi sınıfı intikamını Lyod George’un cellâtlarından mutlaka alacaktır” diyerek selamladı. Lenin ise ayaklanmanın bir “darbe” olduğu iddiasını kınadı ve “İrlandalıların asıl talihsizliği, bu gelişmeye Avrupa proletaryasının isyanının henüz olgunlaşmamış olduğu bir sırada yakalanmalarıdır,” diye değerlendirdi.
1916 Paskalyasında yaşananları kavrayan az sayıdaki devrimciden biriydi Lenin ve isyana yönelik eleştirileri "canavarca bir bilgiçlik taslama" olarak nitelendirmişti.
Hem Connolly'nin hem de Lenin'in anladığı şey, ayaklanmanın sömürgecilik tarafından yüzyıllardır derinden çarpıtılmış eşitsiz bir toplumu yansıttığıydı. Şüphesiz, sonraki yıllarda Paskalya isyanının sömürgeler dünyasında muazzam bir karşılığı olacaktı.
1916 Paskalyasında yaşananlar, sömürgeciliğin yüzlerce yıl boyunca oluşturduğu tüm bölünmeleri ve önyargıları çalkaladı ve çok garip yol arkadaşlıklarına yol açtı. Eski Meath Krallığını yeniden kurmayı hayal edenler, Karl Marx'ın öğrencileriyle birlikte barikatlar kurdular. Okuma yazma bilmeyen kiracı çiftçi kadınlar, kadınlara "mücevherlerinizi bankaya rehin bırakın ve bir tabanca alın" tavsiyesinde bulunan kadın devrimci “Kızıl Kontes” Markievicz ile birlikte silahlandı.[3]
Ayaklanmanın unutulan kahramanları
Paskalya ayaklanmasından 107 yıl geçtikten sonra bugün, İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesi büyük ölçüde kapitalist hegemonyaya ve erkek egemen bir anlatıya saplanıp kalmış görünüyor. İsyancıların Dublin'deki St. Stephen's Green karakolunda ikinci komutan olan “Kızıl Kontes” Constance Markievicz ya da keskin nişancı Margaret Skinnider gibi birkaç yıldızlaşmış figür dışında, 1916 ayaklanmasına katılan yaklaşık 260 kadının çoğu tarih kitaplarında hiçbir zaman yer bulamadı.
Son yıllarda, çoğunlukla başını kadın tarihçilerin çektiği bir grup araştırmacı bu durumu tersine çevirmek için uğraşıyor. Bunlar arasında Mary McAuliffe ve Liz Gillis’i, ilk elden saymak gerek, zira İrlanda hükümeti tarafından finanse edilen bir anma çalışmasının parçası olarak, ayaklanmadaki rolleri nedeniyle hapsedilen 77 kadınla ilgili zengin bilgileri yakın zamanda gün ışığına çıkardılar.
Böylece ayaklanmanın kayıp halkası olan, devrimci milis kadınlar rahat savaşabilsin diye çocuk bakım evleri kuracak kadar ileri adımlar atan ve üye sayısı 1921 yılında 21 bine ulaşan kadın devrimciler örgütü “Cumann na mBan” ve İrlandalı kadın devrimcilerin hikayeleri hiç olmadığı kadar görünür hale geldi.
Bu araştırmaların ortaya koyduğu tablo pek çok açıdan şaşırtıcı; Cumann na mBan’ın gözünü daldan budaktan sakınmayan, düşman bellediğini tam isabet vuran kadın milisleri belli ki, basitçe sadece İrlanda için ölmeye hazır kararlı yurtseverlerden ibaret değillerdi, aynı zamanda toprak reformu, işçi mücadeleleri ve kadınların oy hakkı gibi birçok cephede eşitsizlikle mücadele eden, sosyal adalet için savaşan kadınlardı onlar. 1916 yılında uğrunda savaşmayı seçtikleri "Poblacht na héireann’ın"[4] eşit söz hakkına sahip olacakları daha adil bir topluma giden en doğru yol olduğuna inanmak için çok fazla nedenleri vardı. (BT/AS)
[1] James Connolly, 5 Haziran 1868–12 Mayıs 1916. İrlandalı devrimci Marksist önder. İrlanda’nın İngiliz sömürüsünden kurtuluşunun ancak işçi sınıfının toplumsal kurtuluşuyla olanaklı olabileceğini savunan enternasyonalist devrimci bir pozisyona sahipti. Connoly, başarısız kalkışmanın ardından, İngiliz işgal güçlerince kurşuna dizildi.
[2] İrlandalı Kadınlar Konseyi. Yalnızca kadınlardan oluşan ve Cumhuriyetçi İrlanda için savaşan milis örgütü. Üyeleri yalnızca bağımsız İrlanda için değil, İrlanda’nın geleceğinde kadınların eşit söz hakkı olması için de savaşıyordu.
[3] Constance Markievicz 4 Şubat 1868, Londra 15 Temmuz 1927, Dublin. Anglo-İrlandalı bir kontes, Kadın devrimci, süfrajet ve sosyalistti. Önderlerinden biri olduğu 1916 Paskalya Ayaklanması da dahil birçok İrlanda bağımsızlık girişiminde yer aldı.
[4] İrlanda dilinde “İrlanda Cumhuriyeti” demek.