Bugün artık değişimden, güncellemeden, mevcut koşullarda sahip olunan araç ve yöntemlerin yeterli olmadığından, hazır haldeki objektif koşullara denk sübjektif koşulların oluşturulamadığından söz etmeyen hemen hiçbir devrimci, hiçbir muhalif yok gibidir. Ancak bu konudaki tüm samimi çabalara/arayışlara rağmen, yer yer Nasreddin Hoca’nın mahzende kaybettiği anahtarını sırf aydınlık diye sokak lambasının altında araması durumuna düşüldüğünü de söylemek mümkün.
Mevcut tablo, bir kez daha devrimciliği, muhalif duruşu güncellemek, konuyu dağıtmadan tartışıp derinleştirmek, karşımızdaki araç çeşitliliğiyle baş edebilecek türden yöntem ve araçlar geliştirmek durumunda olduğumuzu gösteriyor. Yoksa yeni saldırılara, çeşitlenerek yoğunlaşmış araç ve yöntemlere karşı savunmasız duruma düşeriz.
Kıtaların işgalinden bireyin/insanın işgaline
Kısaca anımsayalım, 2. Yeniden Paylaşım Savaşı öncesinde sömürge ülkelerde merkezi denetim, otorite zayıftı. Belirli noktalar işgal ediliyor ve denetleniyordu. Yeni sömürgecilikte ise kıtaların derinlemesine sömürüsü başladı. Ve süreç içerisinde mesele, “kıta”yı yani coğrafi işgalleri aştı. Bugün bunu, emperyalist üretim ilişkilerinin ve kültürünün tek bir kör nokta bırakmayacak şekilde en ücra noktalara taşınması olarak okuyabiliriz. Buna, ideolojik-kültürel bağlamda hedef haline getirilmiş tek tek her toplumsal dinamik ve her birey de dahildir.
Nasıl ki kapitalizm yalnızca emek sömürüsü değilse, düzenin devamı için alınan önlemler de yalnızca yasa, yalnızca üniforma değildir. Hatta bugün, görülmedik boyutlarda kapsam büyüten ideolojik-kültürel işgalden, kafaların ve yüreklerin fethedilmesinden, bizzat kişinin kendisine inşa ettirilen içsel hapishanelerden söz etmek mümkün.
Dün yalnızca limanları, haberleşme merkezlerini ve hammadde kaynaklarının olduğu yerleri işgal eden sermaye güçleri, bugün gelişen yöntem ve araçlarıyla artık bireyin aklını, yüreğini ve hatta potansiyel imkânlarını işgal ediyor. Ve bu durum ortaya bir paradoks çıkarıyor.
Söz konusu işgal, “içeride” veya “dışarıda” nerede olursak olalım, bizi yönettiği, beğeni kalitemizi, yaşam ve mücadele normlarımızı / tercihlerimizi belirlediği için, kendi potansiyel gücümüze, iç dünyamızda saklı imkân ve yeteneklere ihtiyaç duyduğumuzda bunları kullanamıyoruz. Kimi sorunlarla, acılarla vb. baş etmemiz gerektiğinde, en fazla ihtiyacımız olan “kendine yetme” durumu akamete uğradığı ve hatta o yeteneklerimiz işgal altında olduğu için bir çaresizlik hali yaşıyoruz.
Toplumsal dinamikler de işgal altında
Bugün artık, tek tek her bireyin işgale uğraması, içsel engellerle etkisizleştirilmesi durumu, toplumsal dinamikler için de geçerlidir. Kıtalarda/ülkelerde içsel bir olgu haline gelen, “gizli işgalinden” söz edilen emperyalizm, artık kişiyi olduğu gibi toplumsal dinamikleri de işgal altına alma yolunda önemli mesafeler almıştır.
Daha önce de muhalif nitelik taşıyan tüm dinamiklerin, örgütlü veya örgütsüz tüm kesimlerin ve tek tek bireylerin, kriminalize edilerek veya en dar sınırlarına kadar geriletilerek orada kuşatılıp yalnızlaştırılarak teslim alındığından çeşitli biçimlerde söz edildi. Bu toplumsal operasyona bir süredir, aklı ve yüreği kuşatma ve hatta mümkünse fethetme operasyonu eklenmiş durumdadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi kapitalizm, yalnızca yasa, üniforma, yasak veya askeri/teknik önlem değildir. Egemen sınıfların askeri veya kültürel, direkt veya dolaylı bir yığın aracı vardır; asimilasyona da ehlileştirmeye de geçmişte olduğu gibi tedip, tenkil ve tehcire de başvuruyor; hatta bunları güncelleyerek daha etkili biçimde kullanıyorlar.
Tam da bu nedenle bugün artık içeriden fethetme, otokontrol aracılığıyla teslim alma yönteminin geldiği boyutu hafife alamayız. Anımsamaya çalışalım, “çözüm” adı altında Kürt sorunu içeriden teslim alınmak istendi. “Alevi çalıştayı”yla, Alevi potansiyelin demokratik/muhalif nitelikleri etkisizleştirilmek istendi. Gerçekte bu, yeni sömürgeciliğin yaygınlaştırılması kapsamında emperyalist kültürün derinlemesine istilasıdır. Ve bugün gelinen noktada hemen her bireyin, “durumdan vazife çıkararak” kendini kontrol ettiği bir toplumsal kontrol mekanizması oluşturuluyor. Ve geniş kapsamlı bir bireycileşme tuzağı kuruluyor.
Bireycileşme tuzağı
Her şeyi o kadar çok parçaladılar ki artık sanatçılarımız da emekçilerimiz de ve hatta aydınlarımız veya kimi örgütlü kesimlerin dahi bir kısmı toplumcu değiller. Halkla bağlarını kopardıkları oranda bunu başka bağlarla ikame ettiler. Toplumsal fayda, bireysel faydaya yenik düşmüş gibi. En toplumsal konu/neden bile onun icraatçısı bireyin kendisini öne çıkarmasında bir basamağa dönüşüyor.
İnsanlar, kendi hapishanesini kendisi ören veya hapishanesini kafasında taşıyan konumdalar. Bir çeşit “ototutsaklık” söz konusu. Toplumsal/kolektif zeminde çözüm üretmeye olan inancın zayıflaması oranında bireysel dünyaya bir kaçış yaşanıyor.
Gerçekte ise mevcut birikim ve deneyimler gösteriyor ki toplumsallık başarılamadığında bireyciliğe kaçmak, zor olan başarılamayınca kolaya kaçmak, bir çözüm değil olsa olsa yenilgiyi peşinen kabullenmektir.
Kültürel direnç
Saldırı, içeriden fethediyor. Madem, tek tek her birimizi ve bir arada hepimizi etkisizleştirmek istiyorlar, o halde tek tek her birimiz ve bir arada hepimiz direnmek durumundayız. Bu konuda artık genel geçer sözler/yöntemler yetmiyor.
Onlar “kültürel iktidardan” söz ediyor, biz de kültürel direnç ve özgürlükten söz etmek durumundayız.
Son zamanlarda, Ekim Devrimi’nin 100. yılı, Küba, Bedreddin vb… üzerinden alternatif arayışlarına dikkat çekildi. Çünkü alternatifin/sosyalizmin çapı ve ufku, hem insanlığın gelişim ve incelme niteliğiyle hem de yabancılaşmanın tahribatıyla doğrudan ilintilidir.
Sanat bozuldu, kültür bozuldu. O halde düzeltmek zorundayız. Yeniden Bedreddin’e, yeniden Küba’ya bakıp yeni alternatif tanımlar, sanatsal içerikler, özgürleşme tanımları yapılmalı. Kastettiğimiz, herkesin sanatçı veya psikolog olması değildir. Ama içindeki potansiyeli özgürleştirme ve daha inceltilmiş, daha sanatsal ölçülerle yaklaşma imkânı vardır. Bu, birikimi zedelemez. Hiçlik de değildir.
Bu kavgadan kaçamayız. Kendimizi alkole veya geçici rahatlama araçlarına bırakamayız. Yeni sömürgeciliğin güncellenmiş biçimi, kapitalizmin uzanamadığı, girmediği kör noktanın kalmamasıdır. Ve bugün artık adeta kör nokta kalmadı. Yukarıda tarif ettiğimiz gibi içimize de yerleşen kapitalizmle/yabacılaşmayla mücadele etmek dışında bir yolumuz yok.
Onlar, aynı sınıfın temsilcileri, aynı zincirin halkalarıdır. Tarihleri boyunca, onlara isyan edenlerin derilerini soydular, işkenceyle öldürdüler, kafa kol kestiler, Börklüce’de olduğu gibi çarmıha gerip gezdirdiler, Bedreddin’de olduğu gibi çırılçıplak soyup astılar; Naziler, başlı başına bir işkence tarihi yazdılar. Ve sonuçta egemenler, işkence yöntemlerini ve elde ettikleri sonuçları merkezileştirdiler.
Sadece ülkemizde ve sadece 1980’den bugüne, hapishaneler de işkence/sorgu yöntemleri de terörle mücadele yasaları veya mahkemeleri de defalarca değişti.
Psikolojik savaş, bazen silahla verilen savaştan daha etkilidir. Sahte şekerler, bazen kişiyi dayaktan daha kolay ikna eder. Bu alandaki yoğunlaşma, saldırı araçlarının değiştiğini, çeşitlendiğini ve kapsam büyüttüğünü gösteriyor. Biz, değişen saldırıya ve araçlarına değişmemiş gibi hazırlık yapıp karşılık verdiğimizde yenilgi kaçınılmaz oluyor.
Bu nedenle özgüven, iç barış, moral ve gelecek ufku yani önünü görebilmek; azla, geçici çözümlerle yetinmemek çok önemlidir.Böyle bir nitelik sağlanabildikten sonra, içeride de dışarıda da yenilmemek, yöntem üretmek, en zorlu anlarda çare bulmak mümkündür. (MY/HK)