2019 numaralı yıla başlamaya, bundan sonraki yazılacak tarihleri bu numarayla anmaya bir gün kaldı. Yarın akşam, saatlerde akrep ve yelkovanın üst üste geldiği an yeni numaralı yıl hizmete girmiş olacak.
Var olmayan tesislerin bile açılışını yapanlar, kullanıma yeni girecek yıl için açılışını yapacaklar mı? Bilmiyorum!
Akrep ile yelkovan tek vücut olduğunda değişen sadece rakam olacak, bunu hepimiz biliyoruz, yine de Noel babadan istermiş gibi rakamı değişen yıldan olmadık iyilikler, mucizeler, hediyeler diliyor ve olacakmış gibi de bütün yıl bekliyoruz.
Bir gün sonra rakamını değiştireceğimiz yılda, donumuzdaki yırtık büyüyecek, aldığımız gıda miktarı azalacak, bu sayede belki de ideal kilolara ulaşacak, sıkıntılarımız artacak, gözyaşlarımızın rengi gittikçe kızıllaşacak, ormanlarımız biraz daha küçülecek, akarsularımız daha da kuruyacak.
Kısaca söylemek gerekirse, her geçen gün 2002 rakamlı yıl öncesine olan özlemimiz artarken, “bundan daha kötü ne olabilir ki” cümlesini hiç şaşırmadan tekrar edeceğiz. Mevcut kötülüğe alışmışlığın verdiği boş vermişlikle!
Karamsarlık değil söylemlerim. Hiç karamsar değilim.
Karamsar olan tablonun kendisi.
Bizim için çizilen “gelecek” adlı tablo siyahın en koyusuyla yapılıyor ki önümüzü bile görmeyelim.
16 değişik rakamlı yıl yaşadık bu tabloyu çizenlerle. “Tabloyu çizenler” derken düşündüklerinizi kast etmiyorum. Gittikçe koyulaşan, siyahın en koyu tonuyla çizilen bu tabloyu onlar değil bizler çizdik, hem de düşünmeden.
Uluslararası proje çerçevesinde ülkedeki tarım, gıda ve sanayi üretimi yok edilirken tribünlerdeki yerimiz çalınacakmış gibi oturduğumuz yerden kalkmadık. Projenin gerçekleşmesi için askeri vesayetin yıkılmasını, yaşadığımız darbelerin intikamı gibi gördüğümüzden alkışladık bile.
Düşünülen proje uzun solukluydu. Projeyi yürütecek olanların da uzun soluklu bir iktidar dönemi yaşaması gerekiyordu. Bu nedenle de devletin tüm birimlerini birebir ellerine geçirmeleri, en ufak çatlak sesin kalmamasını sağlamalıydılar.
Gözü kara biçimde adım adım gerekeni yaptılar. Önce medya havuzlaştırıldı. Sonra askeri vesayet darmadağın edildi. Ardından adalet maaşa bağlandı. Son olarak da parlamento oluşturulan yeni Anayasa ile adeta lağvedildi.
Ses çıkardık mı? Hayır
Şaşırdık mı? Hayır.
Tribündeki yerlerimizi korumakta bile güçlük çekmeye başladık. Her geçen gün tribünden izlemeye gelenlerin sayısı arttığı, tribün kapasitesinin yetersizliği nedeniyle.
Seyirci olmayan çatlak seslilerin seslerinin kesilmesi için yeni, büyük ve yüksek duvarlı cezaevleri yapılmaya başladı. Yapılan her cezaevi hemen doluyor, yetmiyor, yenileri inşa ediliyordu. Cezaevlerinin yapımını da bizler üstleniyorduk, düşüncesizce. Öldürülen her insan için harcanan patlayıcı, mermi ve gaz bombalarının giderlerini üstlendiğimiz gibi.
16 yıldır konut, alışveriş merkezleri ve rezidans yapımı hariç üretime dönük bir yatırımı olmayan devlet, Yap İşlet Devret (YİD) modeliyle yaptırdığı otoyol, köprü, tünel, metro, havalimanı ve limanlar için yine elini bizlerin cebine soktu ve 20 yıldan fazla geleceğimizi bir avuç sermayedarın cebine elleriyle soktu, bizler bunları tribünden izlerken…
İçerisinde, isimlerini ilk defa duyduğumuz gıdalar tüketilen bir büyük sarayımız da oldu. Küçüğün yapımı da devam ediyor. Lüks araç parkına dönen yönetim birimlerinin tüm giderlerini de ödemeye devam ediyoruz, dibi delinmiş bütçemizle.
Adalet kendi sarayında mutlu mesut yaşarken elbette onları yoracak bir şeylerin yapılması mümkün değildir. O nedenle yasaların kullanımına bir süre ara verildi. Böylece birçok bürokratik işleme de gerek kalmadı. Yüz binden fazla insan hiçbir yargı kararına gerek duyulmaksızın işten çıkartıldı. Yetmiyormuş gibi pasaport, ehliyet ve benzeri tüm belgeleri iptal edilip, başka bir işte çalışması da engellenerek “ölüme” mahkûm edildi.
Ne şaşırdık ne ses çıkarttık!
Ses çıkartsaydık, tribünlerdeki yerimize başkası oturmuş, bizler de bir cezaevinin kalın ve yüksek duvarları arkasında bizlere sunulan zulmü yaşıyor olacaktık. Hala tribündeki yerimizde oturuyorsak, sesimizi yeterince kısmışız demektir.
Bir gün sonra rakamı değişecek yeni yılda ne olmasını istiyorsak onun resmini uygun renklerle yapmamız gerekecek. Aksi takdirde, çizdiğimiz koyu karanlıkta nefes bile almamız zorlaşacak.
Dileklerimizi getirecek olan Noel baba bizleriz, Noel baba bizzat kendimiziz.
Geleceğin nasıl olmasını istiyorsak ona uygun bir duruş sergilemek, ona uygun fırçalar ve renkler bulup geleceğin resmine bir an önce başlamamız önce kendimiz ve yakınlarımızın sonra da tüm güzel yürekli insanların faydasına olacağını hiç kimse inkar edemez.
Süpermenler, Noel babalar, azizler ve benzer üstün insanların tamamı, bizler tribünde rahatça oturalım diye elleri cebimizde olanlarca yaratıldılar.
Kendi Noel baban olacaksın. Kendi süpermenin olacaksın. Kendi azizin olacaksın ki siyahın en koyusuyla yaptığın resim değişsin.
Son rakamını değiştireceğimiz yılın gerçekten yeni olmasını istiyorsak, yeni bir şeyler yapmamız gerekiyor. Tribündeki yerimizden kalkmamız gerekiyor. Sevdiklerimizle kucaklaşmamız gerekiyor. Yüreğimizde yeni sevgiler için yer açmamız gerekiyor. Sevdiklerimiz için bedeller ödememiz gerekiyor.
Yeni rakamlı yılda tek dileğim uzun uykularımızdan uyanmak.
Ya sizin? (NT/EKN)