Cumhurbaşkanı seçiminin e-muhtırayla, "367"yi dayatarak yargının araçsallaştırılmasıyla ve muhafazakar Kemalist düşün rehberliğinde hareket eden parlemento dışı ulusalcı grupların ajitasyonuyla yarattığı siyasal türbülanstan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) özellikle "çevre"nin, "merkez"in bu aktörlerine gösterdiği tepki ve ekonomik istikrarın sürdürülebilirliği bağlamında galip çıkarak; bu rüzgarı kendine çevirmesini bildi ve iktidarını perçinledi.
Bu durum bir anlamda İttihat Terakki’den beri modernleşme sürecinin motor güçleri olan asker-sivil bürokrat olarak da açımlayabileceğimiz "merkezi elit/blok"un veya "devletçi seçkinlerin" siyasetin merkezindeki imtiyazlı konumlarından geri çekilişlerinin belki de en dramatik dönemine denk geldi.
Ergenekon denen irinin bir kısmı patlatıldı
Bu pozitif momentumun Türkiye’de mevcut rejimin hakim parametrelerini özellikle Avrupa Birliği (AB) projesi ekseninde bir biçimde radikal olarak dönüştürebileceğine ihtimal vermişken birden Ergenekon denen devletin kirli çıkınındaki garabetin, irin dolu bir pisliğin "bir kısmının" patlatılması, neredeyse aynı günlerde AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) üniversitelerde türbana serbestlik tanıyan yasa ve Anayasa değişikliği girişimi ve bunun hemen akabinde ise özellikle medyamızın bazı "şahin" çevrelerin iştahını kabartan militarist yayınlarıyla beraber gelen Kuzey Irak operasyonu "bu kadar da tesadüf olmaz be kardeşim!" dedirtecek cinstendi.
Aslında AKP ve MHP’nin muhafazakarlık odaklı dirsek teması, dar alanda kısa paslaşması ve son tahlilde ittifakının tarihçesinin türbanla sınırlı olduğunu söylemek bu muhafazakar ittifakın içeriğini kavramak açısından yetersiz gibi gözüküyor.
Zira bu "tarihsel uzlaşmanın" tohumlarının, 2009’a darbe parolasıyla giren; ancak eli boş dönen "Ergenekoncular"ın esasında pek de ani sayılamayacak; İçişleri Bakanlığı ve Emniyet düzeyinde Ümraniye baskınından sonraki uzun bir izleme/takip sürecinden sonra -MHP’nin Emniyet ve Bakanlık düzeyindeki tüm bu gelişmelerden haberdar olduğunu ve destek verdiğini söyleyebiliriz- yakalanmasıyla atıldığını söylemek mümkün.
Bilhassa bazı Atatürkçü Düşünce Derneği şubelerinin, Kuvayı Milliye, Vatansever gibi "laik-ulusalcı" tınılı bir Türk milliyetçiliğini benimsemiş gruplardan bilinçli olarak uzak/soğuk durmuş (bu kertede Bahçeli’nin MHP’yi bu grupların taşeronu olmaktan imtina edici rolünün önemli olduğunu düşünüyorum) Türk milliyetçiliğinin Sünni-İslam tonlu geleneksel mecrasını oluşturan MHP, 22 Temmuz seçimlerinin bir anlamda vukuatsız geçmesini sağladı.
Muhafazakar sentez "türban"la doruğa ulaştı
Bu minvalde, bir zamanlar bir yazarın aslına rücu ettiğini belirttiği MHP’nin aslına rücu etmeyerek bu yarı gizli, yarı paramiliter örgütlenmeleri hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebiliriz. AKP ve MHP’nin siyaset arenasında çıkarlarını ve varlıklarını korumak ve pekiştirmek üzere muhafazakar sentez temelinde Ergenekon operasyonuyla başlayan ittifakının "türban meselesi" ile doruk noktasını ulaştığına şahit olduk.
Şu anda Türk(iye) siyasetine hakim olan muhafazakar dinamiklerin ve bu nebulanın oluşturduğu "büyük muhafazakar uzlaşmanın" bir diğer ayağını da ordu oluşturuyor. Hem Ergenekon operasyonunda hem de "türban meselesinde" AKP ve MHP uzlaşmasının orduyu da içerdiği ve her iki girişimin düğmesine ordunun en azından örtülü icazeti ve desteğiyle basıldığı kuvvetle muhtemel gözüküyor.
Siyasal ve toplumsal uzlaşmayı MHP ile ittifak kurarak; kurumsal uzlaşmayı da ordu ile "anlaşarak" gerçekleştiren "muhafazakar demokrat" AKP sayesinde, Türkiye siyasal tarihinin aralarında en eski dikotomik rezonansı bulunan; farklı iki modernleşme paradigmasına, yaşam biçimine, sembollere ve metaforlara sahip "merkez" ve "çevre" Ömer Laçiner’in son derece yerinde tesbitiyle "zaten uzlaşmayan olmayan muhafazakarlıklarının sentezinde birleşip, bundan böyle aynı mecrada akmaya başladılar" (Ömer Laçiner, Ergenekon Operasyonu: Muhafazakârlar İttifakı, Birikim Sayı:226).
Şemdinli'de başlayan basiretsizlik Ergenekon'da katmerlendi
22 Temmuz seçimlerinden hatırı sayılır bir oyla zafer elde eden AKP, Türkiye’de demokrasinin ilerlemesi ve demokratik alanın genişlemesi bağlamında önemli bir umut/potansiyel yaratmıştı. Ancak, iktidar olduğu ilk dönemde Şemdinli olayında gösterdiği basiretsizliğin daha katmerlisini; Ergenekon operasyonunda gösterdi.
Bu operasyonun ordu içinde yüksek komuta kademesinde yer alan kimi mensuplara uzanacağı beklenemezdi ve öyle de oldu. “Kurumlar arası uzlaşma” burada da kendini ifşa etti. Bu “kurumlar arası uzlaşma”nın da 27 Nisan e-muhtırasından hemen sonra Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı arasında Dolmabahçe’de yapılan görüşmeyle temellerinin atıldığını, AKP’nin “türban meselesi”ni kotarıp; Kuzey Irak’a operasyon kararı ile rayına oturtulduğu kuvvetle muhtemel.
Buradan da anlaşılacağı gibi AKP; Demokrat Parti (DP), Adalet Partisi (AP) ve Anavatan Partisi'nden (ANAP) farkı olmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti’nin hakim siyasal ve iktisadi dinamiklerini egemenlik ilişkileri bağlamında değiştirmedi. Zira, AKP'nin bu yapıyla, "bu yapıya nasıl entegre olurum" ve "Bu yapının nimetlerinden nasıl nemalanırım" sorunu dışında bir problemi yok.
Bu nedenle AKP, devletçi-milliyetçi cenahtan (sivil-askeri bürokrasiden) "derin devlet" ve malum çeteler konusunda karşılaşabileceği direnci, parlamento ile sınırlı olmayan bir sivil-demokratik anayasa oluşturma iradesi ile aşmak yerine, şimdi elini daha da güçlendirmiş olarak gireceği "kurumlar arası" pazarlıkla zamana yayarak hafifletmek yolunu seçti.
AKP ilkesiz siyasetiyle muktedir
AKP’yi muktedir yapamayan "ilkesiz siyaset" anlayışı. Ergenekon operasyonu, "türban meselesi" ve Kuzey Irak operasyonu vesilesiyle yeni güç ilişkileri ve uzlaşmalar ekseninde tanzim olmakta olan toplumsal-siyasal alanın her hücresini(e) parselleyen/kapsayan/virüs gibi yayılan muhafazakar hegemonya aslında ironik olarak Türkiye’de 19. yüzyıl sonlarından beri hakim olan bir dönemin de nihayete erdiğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.
Bugün, CHP genel başkanı Deniz Baykal "türban meselesi" konusunda azası olduğu "merkez"in kadim ve başat aktörü ordudan beklediği desteği alamazken, ordunun gölge bile etmemesini sükût-u hayale uğrayarak ifade ederken; ordunun Kuzey Irak’tan ani çekilişini Amerika’nın telkinleri doğrultusunda yaptığını söyleyip bir kez daha hayal kırıklığı yaşarken; ordu tarafında kolay yutulur cinsten olmayan bir eleştiriye maruz kaldı.
Aslında, Baykal’ın idrak etmekte zorlandığı şey kendisinin ve partisinin de artık birer gölgeden farksız hale geldiği. Baykal’ı bile şaşkınlığa uğratan AKP-MHP ve ordu uzlaşması/ittifakı, muhafazakar-otoriter ittifakı mecrasında akmaya devam ediyor.
Siyasetin hiç bu kadar ilkesizleştiği bir döneme daha tanık olmamıştık. Ergenekon, "türban meselesi" ve Kuzey Irak kara harekatı, AKP-MHP siyasal-toplumsal uzlaşması, AKP-ordu "kurumlar arası uzlaşma", CHP-ordu arası tarihsel kırılma… Anlayacağınız, bu hamur daha çok ama çok su kaldırır. (ÜK/GG)
* Ümit Kurt, Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, araştırma görevlisi