Zorla yerinden edilme, uluslararası hukukta temel insan hakları ihlallerinden biri olarak tanımlanır. Bir grubun silahlı çatışma, devlet politikaları ya da zorlayıcı tedbirler sonucu yaşadığı mekândan koparılması, yalnızca bireylerin yaşam hakkını değil, aynı zamanda toplulukların kültürel ve sosyal varlığını da tehdit eder.
Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllarda Kürt nüfusa yönelik uygulanan köy boşaltmaları, zorla yerinden edilmelerin en yoğun örneklerinden birini oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Ülke İçinde Yerinden Olma Konusunda Yol Gösterici İlkeler (1998)[1] uyarınca bu durum, iç göç ülke içinden zorla yerinden edilme kategorisine girmekte ve devletin sorumluluğunu doğrudan gündeme getirmektedir.
1980’lerden itibaren Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yoğunlaşan çatışmalar, devletin güvenlik politikalarını sertleştirmesine neden olmuştur. 1987 yılında bölgenin büyük bir kısmında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmiş, bu dönemde köy koruculuğu sistemi devreye konulmuştur. Koruculuk sistemini kabul etmeyen köyler, "teröre destek vermekle" suçlanarak boşaltılmış ya da yakılmıştır.
Sivil toplumun tespitleri ve rakamların gerçeği
Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği (GÖÇ-DER), Göç İzleme Derneği (GÖÇ-İZ),[2] İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) raporlarına göre 1990–1999 yılları arasında yaklaşık 3.000 köy ve mezra boşaltılmış, 1 ila 3 milyon arasında insan yerinden edilmiştir. Bu süreçte birçok köy yakılmış, tarım ve hayvancılık faaliyetleri sona ermiş, kırsalda yaşayan Kürt nüfus kentlere göç etmek zorunda kalmıştır.[3]
Yine aynı STK verilerine göre 2015 ve sonrası PKK ile hükümet arasındaki kırılgan barış görüşmelerinin son bulmasıyla kentlerdeki çatışmalardan doğrudan 1 milyon kişi etkilenmiş ve binlerce kişi yine evlerini terk etmek zorunda kalmıştır.[4]
Kentlerdeki sosyal sorunlar
Yerinden edilmeler, kentlerde büyük sosyal sorunlara yol açmıştır. İstanbul, Adana, Mersin, İzmir, Diyarbakır ve Van gibi kentlerde göç eden Kürtler çoğunlukla yoksul semtlere yerleşmiştir. Zorla yerinden edilme beraberinde telafisi imkânsız hak ihlalleriyle sonuçlanmıştır.
Kırsaldaki mülklerinden, tarım ve hayvancılıktan koparılan aileler kentlerde işsizliğe mahkûm olmuştur. Düşük gelirli işlerde çalışma veya kayıt dışı istihdam yaygınlaşmıştır. Çocuklar ani göçler nedeniyle eğitimden kopmuş, kadınlar hem iş gücü piyasasında dışlanmış hem de aile içi yükleri artmıştır. Göç sonrası yaşanan travmalar, kadınlarda psikolojik sorunlara yol açmıştır. Zorunlu göç, yalnızca mekânsal değil, kültürel bir kopuş da yaratmıştır. Kürtçe konuşma pratikleri baskılanmış, kimlik üzerinde baskı artmıştır.
AİHM kararları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açılan davalarda Türkiye, köy yakma ve zorla göç vakalarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkı, mülkiyet hakkı ve özel hayatın korunması gibi maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle defalarca mahkûm edilmiştir.
Dönüşe yönelik girişimler
Devlet, 2000’li yılların başında “Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi”ni ve 5233 nolu yasa[5] ile zarar görenlere yönelik girişimler başlatmış olsa da, bu program ve yasa hem yetersiz hem de güvenlik kaygıları nedeniyle sınırlı kalmıştır.
2000’ler sonrasında çatışma ortamının kısmen azalmasıyla bazı köylerde dönüşler yaşanmıştır. Ancak birçok köy tamamen boş kalmış, geri dönüş yapanlar ekonomik kaynaklardan ve altyapıdan yoksun bırakılmıştır.
Süren mağduriyetler
Bugün hâlâ yüzbinlerce insan, zorla göçün yarattığı mağduriyetleri yaşamaktadır. Kentlerin varoşlarında ikinci ve üçüncü kuşak Kürtler, yoksulluk döngüsünden çıkamamış, toplumsal uyum sorunları devam etmiştir. Yerinden edilme deneyimi, yalnızca mekânsal bir kayıp değil, aynı zamanda kolektif hafızada derin bir travma yaratmıştır.
Zorla göçe zorlanmış kişiler metropollerde ayrımcı ve ötekileştirici uygulamalarla yüz yüze bırakılmıştır. Bu alanda onlara destek sunmaya çalışan GÖÇ-DER ve GÖÇ-İZ[6] gibi derneklerin faaliyetleri yasaklanmıştır.
Çözüm arayışları, geri dönüş ve yetersiz yaklaşımlar
Yeni ve yeniden başlayan çözüm ve müzakere sürecinin yürütücüleri ve Meclis Komisyonu, zorla göç ettirilmiş kişilerin yaşadığı ağır insan hakları ihlallerini görecek mi, telafi edici önlemlere başvuracak mı?
Bugüne dek ortaya atılan öneriler İlber Ortaylı’nın absürt “boşalan Kürt köylerine Uygur nüfusu transfer edilmesi” tezi,[7] örgüt liderinin Maxmur mülteci kampına dönüş çağrısı, ve Avrupa’ya göç etmiş gençlere çağrısı,[8] Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin köylere dönüş çalışmaları[9] ya da Tarım ve Orman Bakanlığı’nın genç çiftçi projeleri[10] insan onuruna yakışır ve hak temelli yaklaşım sunmaktan uzaktır.
Hukukun söyledikleri
Birleşmiş Milletler’in Ülke İçinde Yerinden Olma Konusunda Yol Gösterici İlkeleri (1998), zorla yerinden edilen kişilerin korunmasına ilişkin en kapsamlı çerçevelerden biridir. Bu ilkelerde uğranılan hak ihlallerinin giderilmesi (remedies / reparation) çok net biçimde açıklanmıştır.
İlke 28–30 özellikle önemlidir:[11]
Devletler, yerinden edilenlerin gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde evlerine dönmelerini, yeni bir yerde yerleşmelerini veya mevcut bulundukları yerde kalıcı olarak entegre olmalarını sağlamakla yükümlüdür.
Bu süreçte, mağdurların uğradıkları zararların giderilmesi gerekir. Bu yalnızca maddi zararlar değil, aynı zamanda onur kaybı, yaşam koşullarındaki bozulma ve psikolojik travma gibi manevi zararları da kapsar.
İhlalin giderilmesi için önerilen yollar
Maddi tazminat: Kaybedilen mülk, ev, tarla, iş veya diğer ekonomik zararların karşılanması.
Manevi tazminat: Onur kırıcı muamele, ayrımcılık veya psikolojik travma için sembolik veya doğrudan destek.
Hakların iadesi (restitution): Yerinden edilenlerin eski evlerine, mallarına veya topraklarına erişimlerinin sağlanması.
Rehabilitasyon: Sağlık hizmetleri, psikososyal destek, eğitim ve barınma gibi temel hakların yeniden sağlanması.
Tekrar etmeme garantisi: Zorla göçün tekrar yaşanmaması için yasal ve idari reformların yapılması.
Esas mesele: Hangi kriterler esas alınacak?
İlke 29, devletin yalnızca “zararı karşılamakla” değil, aynı zamanda yerinden edilenlere eşit vatandaşlık haklarına erişimini güvence altına almak zorunda olduğunu belirtir. Sözleşme sorunun çözümünü isteyenler için oldukça kapsamlı ve uluslararası hukuk normlarını gözeterek hazırlanmış. Çözüm için yol gösterici... Şimdilerde hukukun pek de işlemediği Türkiye ortamında yaşadığı topraklardan zorla sürülmüş, zorla yerinden edilmiş kişilerin uğradığı zararların karşılanmasında hangi kurallar kriterler baz alınarak çözülecek. Bu noktada esas mesele şudur: Zararların karşılanmasında hangi kurallar ve kriterler esas alınacak? Yalnızca “kara düzen” diyebileceğimiz, keyfiyetin ve siyasi müdahalelerin öne çıktığı Türkiye iç hukuku mu? Yoksa uluslararası hukukun çatışma çözümleri alanında belirlediği ilkeler ve rehberler mi?
[1] https://insanhaklariizleme.org/vt/yayin_view.php?editid1=509
[2] Göç İzleme Derneği (GÖÇ-İZ). 2015–2020 Dönemi Sokağa Çıkma Yasakları, Yerinden Edilme ve Hak İhlalleri Raporu.
[3]https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_bo%C5%9Falt%C4%B1lan_K%C3%BCrt_k%C3%B6yleri
[4] https://tihv.org.tr/sokaga-cikma-yasaklari/
[5] Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete. 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun (2004).
[6] https://bianet.org/haber/gocizder-karar-durusmasi-dernek-feshedildi-303017
[7] https://www.diken.com.tr/ilber-ortayli-uygur-bolgesinin-ciftcileri-turkiyeye-getirilmeli/
[8] https://halktv.com.tr/siyaset/ocalandan-avrupaya-goc-eden-genclere-geri-donun-cagrisi-imraliyi-tercih-ederim-972521h
[9] https://www.diyarbakir.bel.tr/haberler/15028-yol.html
[10] https://kariyerbankasi.net/koye-donus-projesi-basliyor-genclere-tarim-ve-hayvancilik-destegi-geliyor/
[11] https://insanhaklariizleme.org/vt/yayin_view.php?editid1=509
(İE/HA)


