2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş İlişkileri Grev ve Lokavt Kanunu'nu birleştirerek yeniden düzenleyen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) "Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı" olarak gelen yasa teklifi, TBMM'de "6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu" adını alarak kabul edildi.
Kanun 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Tasarı olarak ve "Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu"nda görüşülen şekliyle "Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı" nda yer alan bazı önemli düzenlemelere ve bunların yorumuna daha önce yine bianet'te yayımlanan yazılarda yer verilmişti.
Bu nedenle şimdi, tasarı halinden yasaya dönüşen metinde yapılmış değişikliklere ve daha önce vurgulanmamış bazı düzenlemelere özetle dikkat çekilecektir.
Kanunda neler var
1. 6356 sayılı Kanun'da, mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'ndaki örgütlenme modeli (işkolunda örgütlenme) aynen devam ediyor. Sendikal faaliyetlerin güçlenmesinde etkili olabileceği düşünülen işyeri ve meslek sendikacılığına olduğu gibi üst örgütlenme modeli olarak "federasyon" tarzı örgütlenmeye de izin verilmedi.
2. İşkolu sayısı 28'den 20'ye indirildi. İşkolu sayısında yapılan azaltma olumlu bir yaklaşım olmakla birlikte yeterli değildir. Sendikal örgütlenme modeli "işkolu" esasına göre kurulduğundan ve örgütlenilen işkolundaki işyerlerinde toplu iş sözleşmesi yapılabildiğinden, işkolu sayısının yüksek tutulması esasen örgütlenme sorununu beraberinde getiriyor.
Bu nedenle işkolu sayısı ne kadar azaltılırsa, örgütlenme alanına giren işyerleri o kadar artacak, o kadar daha fazla işçinin örgütlenmesi olanaklı olacaktır. İşkolu düzeyinde örgütlenme modelinden vazgeçilmedikçe işkolu sayısının azaltılması sağlanmalıdır. Nitekim, yasa tasarısında bile işkolu sayısı 18 olarak belirlenmişti.
3. İşkolu barajı, yasa tasarısında yüzde 10'dan yüzde 0.5'e indirilirken, yasada yüzde 3'e çıkarıldı. İşyeri barajı yüzde 50 +1 olarak korundu ancak, işletmelerde işyeri barajı yüzde 40+1'e indirildi. Bu durumda, aynı işletmede birden fazla sendikanın işyeri barajını aşabilme olasılığı ortaya çıktı.
Ancak, işyerinde yetkili tek sendika yaklaşımı korunarak, en çok üyesi bulunan sendikanın yetki alabileceği vurgulanarak, işyerinde yetkili tek sendika yaklaşımı devam ettiriliyor. Bu yaklaşımla, her ne kadar dayanışma aidatı ile yararlanma olanağı olsa da, işletmelerde, yüzde 40 +1 ile yetki alındığında, yüzde 60-1'in yani öncekine göre (yüzde 50-1 idi) daha çok işçinin toplu sözleşme dışında kalmasına neden olacaktır.
4. Mülga 2822 sayılı Kanunda grev hakkı olarak tanınmış bulunan "menfaat grevi" yaklaşımı 6356 sayılı Kanununda da aynen devam ettirildi. Halbuki, 1982 Anayasa'ında yer alan genel, siyasi ve dayanışma grev yasakları, 12 Eylül 2010 Referandumu sonucunda kaldırıldığı halde 6356 sayılı Kanun'da hak olarak tanınmadı.
Genel, siyasi ve dayanışma grevlerine izin verilmediği gibi 1982 yılından önce yürürlükte bulunan 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nu (TİSGLK) zamanında uygulanmış "hak grevi" dahi tanınmadı. Mülga 2822 sayılı TİSGLK'nunda olduğu gibi 6356 sayılı Kanun'da da, yürürlükteki sözleşmelerle ilgili uyuşmazlıklarda sendikaların sadece "eda" ve "yorum" davası açma hakkı bulunuyor.
5. Grev ve lokavt yasaklarından bazılarının kaldırılmış olmasına karşılık, "Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elektrik, doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; Millî Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde..." grev ve lokavt yasağı korundu.
Grev ve lokavt yasaklarının 6356 sayılı yasada da korunması, örgütlenme ve toplu sözleşme düzeniyle ilgili 87 ve 98 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmelerine olan uyumsuzluğu devam ettiriyor.
6. 6356 sayılı Kanunda, savaş nedeniyle genel ve kısmi seferberlik hallerinde grev ve lokavtla ilgili geçici yasaklar kaldırıldı. Yani, savaş nedeniyle genel veya kısmi seferberlik uygulamaya konulsa bile bunların uygulandığı sürede grev ve lokavt geçici olarak da olsa yasaklanamayacak.
Ancak, mülga 2822 sayılı Kanun'da felaket olarak nitelenen, yangın, su baskını, toprak veya çığ kayması veya depremlerin sebebiyet verdiği ve genel hayatı felce uğratan haller tanımı, 6356 sayılı Kanunda doğal olaylara bağlı olağanüstü haller olarak nitelenerek bu gibi durumlarda grev ve lokavtın geçici olarak yasaklanması yaklaşımı korunuyor.
Ayrıca, başladığı yolculuğu yurt içindeki varış yerlerinde bitirmemiş deniz, hava, deniz ve kara ulaştırma araçlarında da grev ve lokavtın yapılamayacağı hükmü aynen korunuyor.
7. Yasa tasarısındaki düzenlemeye göre, Bakanlar Kurulu tarafından, toplum sağlığı veya güvenliği gibi nedenlerle ertelenecek grev ve lokavtlarla ilgili olarak taraflar anlaşamamışlarsa, özel hakeme başvurmamışlarsa uyuşmazlık, Yüksek Hakem Kuruluna gitmeyecek taraflar yeniden karar vererek grev ve lokavtı tekrar başlatabileceklerdi.
Halbuki 6356 sayılı Kanun'da, "Erteleme süresinin sonunda anlaşma sağlanamazsa, altı iş günü içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi düşer." hükmü getirilerek mülga 2822 sayılı Kanundaki grev ve lokavt hakkını engelleyen yaklaşıma geri dönüldü.
Böylece, tasarıda yer alan ve sağlık veya güvenlik gerekçeleriyle her grevin ertelenerek fiilen engellenebilmesine yol açan hükmü kaldıran olumlu ve önemli düzenleme yasalaşma olanağı bulamadı.
8. Mülga 2822 sayılı Kanunda yer alan ve 6356 sayılı Kanunda da tekrarlanan hükme göre, ilgililer, Bakanlık tarafından belirlenen "işkolu"na itiraz edebiliyorlar.
Ancak yeni düzenlemede, "işkolu" na yapılacak itirazda işkolu değişirse, yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış olduğunda, işkolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olacak.
İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar, yetki işlemlerinde ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmayacak. İşkolu değişikliği yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyecek. Böylece, mülga 2821 sayılı Kanun zamanındaki işkoluna itirazdan kaynaklanan ve toplu sözleşme sürecini tıkayan sorun giderildi.
9. İşyeri devirlerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin işyerini devralan işvereni bağlayacağı açıklıkla belirtilerek, toplu sözleşme düzeninden kurtulmak amacıyla yapılabilecek işyeri devirleri, birleşme ve katılmalar önlenmek isteniyor.
10. Sendika yöneticiliği ile ilgili güvence, mülga 2822 sayılı TİSGLK'na göre çok farklı olmasa da daha açık ve net anlaşılabilir biçimde düzenleniyor. Buna göre;
- Seçildiği için iş sözleşmesi askıya alınan yöneticiye, sözleşmenin türüne bakmaksızın (belirli süreli olsa bile) iş sözleşmesini işten ayrıldığı tarihte kıdem tazminatına hak kazanarak feshedebilme hakkı tanınıyor.
- İş sözleşmesi askıya alınmış olan yöneticinin, kendi isteği ile çekilme dahil sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemesi, yeniden seçilmemesi nedenleriyle söz konusu görevi sona erdiğinde, bir ay içinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabiliyor. Bu durumda işveren, yöneticilikten ayrılmış işçiyi bir ay içinde işe başlatmakla yükümlü tutuluyor. İşe başlatmazsa, işveren sözleşmeyi feshetmiş sayılacak.
- Yukarda sayılan nedenler dışında yöneticilik görevi sona erdiğinde, işe başvuran işçiye işveren tarafından tazminat ödeme yükümlülüğü getiriliyor. Böylelikle, mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nda yer alan ve "Yönetim kurulundaki ve başkanlıktaki görevleri ile ilgili fiilerinden dolayı hüküm giymiş olanlar bu haktan yararlanamazlar" hükmünün dışına çıkılarak bu olasılıkta da yöneticilikten ayrılanlara kıdem tazminatı ödenmesi hakkı getiriliyor.
11. İş Kanunu'ndaki geçerli fesih sebebi olmadıkça işçinin iş sözleşmesinin sona erdirilemeyeceği, sona erdirilmişse, mahkemece işe iadesi yönünde karar verilebileceğine ilişkin "iş güvencesi" uygulaması, sendika temsilcilerine uyumlaştırılıyor.
Buna göre, işine iade kararı verilirse sendika temsilcisine, 4857 sayılı İş Kanunundaki "iş güvencesi"ne ilişkin düzenlemeden yaptırımları ağırlaştırılmış olarak yararlanma hakkı getiriliyor.
Bu durumda, fesih geçersiz sayılacak, temsilcilik süresini aşmamak kaydıyla fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer haklar ödenecektir (işçiler için en fazla dört aya kadar ücret ve diğer haklardır). Kararın kesinleşmesinden itibaren altı iş günü içinde temsilcinin işe başvurması şartıyla, altı iş günü içinde işe başlatılmaması hâlinde, iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları temsilcilik süresince ödenmeye devam edilecek. Bu hüküm, yeniden temsilciliğe atanma hâlinde de uygulanacak.
Keza işveren, yazılı rızası olmadıkça işyeri sendika temsilcisinin işyerini değiştiremeyecek, işinde esaslı tarzda değişiklik yapamayacak. Aksi hâlde değişiklik geçersiz sayılacak.
12. Yasa tasarısında, sendika özgürlüğünün korunabilmesi için sendika üyesi işçilerin iş sözleşmelerinin fesihlerinde, işyerinde çalışan sayısına bakılmaksızın 4857 sayılı İş Kanunundaki "iş güvencesi" hükümlerinin uygulanacağı yönünde düzenleme yapılmıştı.
Halbuki, 6356 sayılı kanunda, sendika üyesi işçilerin yararlanacağı iş güvencesi uygulaması, 4857 sayılı İş Kanunundaki düzenlemeye aynen tabi tutularak, işyerinde çalışan işçi sayısına bakılmaksızın iş güvencesi hükümlerinden yararlanılabileceği yönündeki olumlu değişiklikten vazgeçiliyor.
Bununla birlikte işçinin, 4857 sayılı İş Kanunu'ndaki "iş güvencesi" hükümlerine göre dava açamaması halinde de, yani 30'un altında işçi çalıştığı için iş güvencesi hükümleri bağlamında dava açamayanlara, "sendikal tazminat" istemiyle dava açabilme hakkı verilerek olumsuz değişiklik hafifletilmeye çalışılıyor.
Bu durumda, toplu iş sözleşmesi düzeni içinde olmakla birlikte 30'un altında işçi çalıştırılan işyerlerinde işten çıkarılan işçiler, 4857 sayılı İş Kanunu'nun "iş güvencesi"ni düzenleyen hükümleri çerçevesinde dava açamayacak, işe iade kararı alınmasını isteyemeyecek ama sendikal baskı ile işten çıkarıldıkları iddiası ile sendikal tazminat (işçinin bir yıllık ücreti tutarından az olamaz) istemek üzere dava açabilecekler.
Ayrıca, 6356 sayılı Kanuna konulan hükümle, fesih dışında sendikal ayırımcılık yapıldığı iddiası ile dava açıldığında işçi, sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde ortaya koyabilirse, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü tutulacak. Böylece, ispat hukukunun temel ilkesi olan iddia eden iddiasını ispat eder yaklaşımının tek istisnası olan "ayırımcılık" konusuna, sendikal nedenle ayırımcılık da dahil ediliyor.
13. 6356 sayılı Kanun'da, bir yıldan fazla işsiz kalan işçinin sendika üyeliğinin düşürülmesi yönünde, sendikal örgütlenme felsefesine uygun düşmeyen bir düzenleme yapılıyor. Uzayan bir işsizlik döneminde özellikle dayanışmaya daha çok gereksinim duyacağı açık olan işçinin bir de sendika üyeliği düşürülerek sendikası ile ilişkisinin koparılması doğru olmamıştır.
14. Noter kanalıyla üyelik ve istifa kaldırılıyor, e-devlet yoluyla üyelik ve istifa yolu açılıyor.
15. Mülga 2821 sayılı Kanunda üyelik aidatının üşte iki olarak sınırlandırılmış olan dayanışma aidatı miktarı üyelik aidatı miktarı ile eşleştiriliyor. Ayrıca, üyelik aidatının miktarı 6356 sayılı Kanunla, sendika tüzüğüne bırakılıyor.
16. Yasa tasarısında, İşkolu barajının uygulanması bağlamında sendikalar arasında ayırım yapan düzenleme yapılmıştı. Buna göre, Bakanlıkça 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nun 12. maddesine göre yayımlanan en son istatistiklerde toplu iş sözleşmesi yapma yetkisine sahip bulunan işçi sendikaları için, Toplu İş İlişkileri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl süreyle binde beş temsil koşulunun aranmayacağı yönünde geçici bir madde bulunmaktaydı.
İşkolu barajının uygulanması bağlamında tasarıda yer alan ayırım, 6356 sayılı Kanun'da içerik değiştirilerek korunuyor. Bu defa, yüzde 3 olarak belirlenmiş işkolu barajı, Ekonomik ve Sosyal Konseye üye olan konfederasyonlara üye sendikalara 1 Temmuz 2016'ya kadar yüzde 1, 1 Temmuz 2016'dan 1 Temmuz 2018'e kadar yüzde 2 olarak uygulanacak.
Yine, en son yayımlanan 2009 istatistiği sonrasında, 15 Eylül 2012 tarihine kadar kurulmuş ve Ekonomik ve Sosyal Konseye üye konfederasyonlara üye olmuş işçi sendikalarının bu Kanunun yürürlük tarihinden Ocak 2013 istatistiklerinin yayımlandığı tarihe kadar yapacakları yetki tespit talepleri, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 41. maddenin birinci fıkrasında yer alan işyeri (yüzde 50+1) veya işletme (yüzde 40+1) çoğunluğu şartlarına göre bakanlıkça sonuçlandırılacak.
Ocak 2013 istatistiklerinin yayımlandığı tarihe kadar, Bakanlığa yapılmış olan yetki tespit başvuruları ile taraf oldukları bu Kanunun yürürlüğünden önce imzalanmış toplu iş sözleşmeleri, Ocak 2013 istatistiklerinin yayımı tarihinden sonra sona erecek olan sendikaların, bir sonraki toplu iş sözleşmesiyle sınırlı olmak üzere yapacakları yetki tespit başvuruları mülga 2822 sayılı Kanunun 12. maddesine göre Bakanlıkça yayımlanmış Temmuz 2009 istatistiklerine ve mülga 2822 sayılı Kanunda belirtilen hükümlere göre sonuçlandırılacak.
Yasalaşma aşamasında yapılan değişikliğe göre, Ekonomik ve Sosyal Konsey'e üye Türk İş, Hak İş ve DİSK konfederasyonlarına üye olmayan bağımsız sendikalar ile olası yeni konfederasyon üyesi sendikalar için işkolu barajı yüksek tutuluyor. Yani, Ekonomik ve Sosyal Konsey'e üye üç konfederasyon üyesi sendikalar ile bağımsız sendikalar arasında 1 Temmuz 2018 tarihine kadar ayırım yapılıyor. Başka bir anlatımla, bağımsız sendikaların yetki isteme aşamasına gelmesi güçleştiriliyor. Ayrıca, üç konfederasyona bağlı sendikalarla sınırlandırılmış şekilde ayrıcalık sağlanarak salt işkolu barajından yararlanmak amaçlı konfederasyon oluşumları da önlenmek isteniyor.
17. 6356 sayılı Kanunla getirilen, örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını düzenleyen Uluslararası Çalışma Sözleşmeleri için sorun oluşturabilecek yeni bir uygulama ise, sendikaların gelir ve giderlerinin, sendikanın yasal organı olan, "denetleme kurulu" dışında ayrıca iki yılda bir "Yeminli Mali Müşavirler" tarafından da denetlenecek olması.
Mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun "İdari ve Mali Denetim" başlıklı hükmünün ilk şeklinde denetim yetkisi, sendikanın denetim kurulları dışında Maliye ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetim elemanlarına bırakılmıştı. Ancak bu düzenleme, "Çalışanların ve işverenlerin örgütleri tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahiptirler.
Kamu makamları bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar" yaklaşımını benimseyen, örgütlenme ve toplu sözleşme düzeniyle ilgili Türkiye'nin kabul ettiği 87 ve 98 sayılı uluslararası çalışma sözleşmelerine uymadığından, 1997'de değiştirildi ve denetim yetkisi sadece kuruluş denetim kurullarına bırakıldı.
Halbuki, 6356 sayılı Kanun'un, "Kuruluşların denetimi ve şeffaflık" başlıklı hükmünde önce, kuruluşların denetiminin, kanun ve kuruluşun tüzük hükümlerine göre denetleme kurulları tarafından yapılacağı vurgulandıktan sonra, kuruluşların gelir ve giderlerine ilişkin mali denetimlerin, en geç iki yılda bir yeminli mali müşavirlerce yapılacağı hükme bağlanıyor.
6356 sayılı Kanun ile yeniden dış denetime yer verilerek denetim yetkisinin, 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu'na göre sadece yeminli mali müşavirlere tanınması, mali müşavirler açısından bir ayırımcılık yaratmakla birlikte, esas sorun, yıllar sonra yeniden örgütlenme ve toplu sözleşme konusunu düzenleyen Uluslararası Çalışma Sözleşmelerine uymayan bir şekilde sendikaların dış denetime tabi tutuluyor olması.
Üstelik, sendika ve konfederasyonlar, sivil toplum örgütleri olduğu kadar çalışanların dayanışma, ve meslek örgütleridir. Üyelerinin sosyal ve ekonomik menfaatlerini sağlamak, geliştirmek ve korumakla yükümlü olup, gelirlerini esas olarak üyelik aidatları ile bağışlar oluşturur. Sendikalar, ticari faaliyet gösteremezler.
Bu kanunla ilk defa sanayi ve ticari kuruluşlara nakit varlığının yüzde kırkını aşmamak kaydıyla genel kurulun belirleyeceği oranlarda yatırım yapabilecekler. Bu nedenle, çalışanların muhtasar vergisi, kira gelirleri ve sanayi ve ticari kuruluşlara yapılan yatırımlardan kaynaklanabilecek gelir dışında -ki bunlar da kesinti suretiyle vergilendirilmiş olduklarından- denetime konu olacak gelirleri de bulunmuyor. Bu nedenle, gelir ve giderlerin yeminli mali müşavirlerle denetlenmesinin bir nedeni de bulunmuyor.
Ancak, yasa koyucu 6356 sayılı Kanunla, sendika ve konfederasyonların, faaliyet, dış denetim (yeminli mali müşavirlerce yapılacak denetim raporu), denetleme kurulu raporları ile genel kurul kararlarını uygun vasıtalarla derhâl yayınlamaları yönünde hüküm getirdiğinden, Bakanlık, doğrudan olmasa da dolaylı olarak sendikaların dış denetim marifetiyle gelir ve giderlerinin ne şekilde kullanılmış olduğunu izleme olanağı bulacak. Bu nedenle, yeminli mali müşavirlere yaptırılmak istenen mali dış denetim, 87 ve 98 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmelerine uygun düşmüyor.
18. 6356 sayılı Kanunda, kuruluşların, faaliyet, denetleme kurulu raporları ile yeminli mali müşavirlerin gerçekleştirdikleri mali denetim raporlarının genel kurul sonrasında yayınlanması kuralı getirildiği için, Mülga 2821 sayılı Kanunda yer alan ve sendikalar ile konfederasyonların, her hesap veya bütçe devresine ait bilanço ve hesaplarıyla çalışma ve denetleme raporlarını ait oldukları dönemi izleyen üç ay içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bildirecekleri konusundaki denetleme amaçlı hüküm kaldırılıyor.
7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, Uluslararası Çalışma Sözleşmeleri bağlamında yapılan eleştirileri de dikkate alarak hazırlanmış olsa da, genelde yürürlükten kaldırılan her iki yasanın ruhunu ve neredeyse sözel ifadesini aynen koruyor. Özellikle, kanunun yasalaşma sürecinde yapılan değişikliklerle birlikte gelinen nokta, yasanın yeniden düzenlenmiş olmasını anlamsızlaştırıyor. (DK/BA)