Yeni papa ve dünya siyaseti

Yıllar önce Portekiz’in dünyaca ünlü Katolik hac merkezi Fátima’da saha araştırması yaparken evden mabede doğru giderken yolda gördüğüm arkadaşlarıma “sizi de arabayla bırakayım” teklifime konuşmadan sadece ellerindeki tespihi göstererek kibarca kabul etmediklerini hatırlıyorum. Evlerinden çıkıp yaklaşık 700-800 metre ilerideki büyük kiliseye giderken yoldaki zamanlarını tespih çekerek değerlendiren insanların samimiyeti bugünkü Vatikan siyasetinde önde gelen isimlerden çok daha fazlaydı. Ama geçtiğimiz günlerde vefat eden Papa Francis’in son mesajında (Urbi et Orbi 20 Nisan 2025) Paskalya dilekleri arasında yer alan dünya barışına özlemi dile getirmişti: “Dünyamızın farklı çatışma bölgelerinde pervasızca ortaya çıkan ölüm ve öldürmeye duyulan susuzluk her geçen gün artmaktadır. Aile içinde kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetten mustazaflara, toplumdan dışlanmışlara ve sığınmacı ve göçmenlere yapılan zulümlere karşı duyarsızlık had safhalara gelmiştir.”
Aynı mesajda Gazze’de zulüm altında olan Filistinliler ile Hıristiyan toplumuna özel olarak dua etmişti. Elbette Ortadoğu’da meydana gelen çatışmalara da değinmiş, Lübnan, Suriye ve Afrika’daki Congo, Sudan, Güney Sudan, Sahel bölgesi, Asya’da Myanmar halkının içinde bulunduğu duruma da dikkat çekmişti. Bu bölgelerde yaşanan çatışmalarda yardım kuruluşları elemanları ile gazeteciler ve diğer gönüllülerin de saldırılara maruz kalmasını eleştirmişti. Tüm yaşamı boyunca her türlü haksızlığa karşı çıkarken Fátima’daki samimi olarak inanan birisiyle aynı seviyede olduğu görülmektedir. Zaten dindar insanlardan da samimi bir şekilde gördükleri haksızlıklar karşısında güçlüden değil haklıdan yana tavır koymaları ve herkese karşı şefkat ve merhamet göstermeleri beklenir. Papa Francis’in ölümünden sonra da Katolik olmayan pek çok insan onun iyiliği konusunda şehadet etmişlerdir. Bundan sonra seçilecek yeni papanın nasıl birisi olacağı, belki siyaseten çok etkisi olmasa da kendisi gibi olmayan onun gibi inanmayanları da kucaklayıcı bir tavır sergileyip sergilemeyeceği merak konusudur.
Önceki dönemlerde kardinallerin çoğunun İtalyan olması dolayısıyla papanın seçiminde herkes diğerlerinin siyasi görüşlerini bilirdi. Hatta tabir yerindeyse birbirlerinin “günahları”nın farkındaydı ve seçilen papa sürpriz de olmazdı. Ama 21. yüzyılda kardinallerin dünyanın farklı coğrafyalarından gelmeleri ve birbirlerini pek tanımamaları oy kullanırken zorlanmalarına yol açabilir. Yine modern dönemdeki bilgi ve iletişim teknolojileri sebebiyle sosyal medya, dijital platformlar ve hatta ana akım medyadaki tarafsızlığın yitirilmesi papalık seçiminde etkili olacaktır. Örneğin, benim de dahil olduğum bazı sosyal medya kullanıcıları artık Afrika’da siyah bir papanın zamanının geldiğini düşünerek bu yönde paylaşımlar yapıyorlar. Nasıl ki, İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar “reformist” ya da “muhafazakâr” olarak nitelendirilse de siyasi olarak birbirlerinden çok farklı değiller, papalar da benzer şekilde “modern” veya “muhafazakâr” olarak tanımlansa bile dinin temel doktrinlerinden çok fazla ödün vermeden dar bir alanda Kilise’yi yönetecekleri unutulmamalıdır.
Her ne kadar 2024 yapımı Conclave filmi Katolik Kilisesi tarafından eleştirilse de din adamlarının genel olarak muhafazakâr ve daha terakkiperver ilerlemeci oldukları söylenebilir. Belki dinin esaslarını korumacılık adına muhafazakâr oldukları için dine zarar verebileceği bahanesi ile filmdeki kadar yabancı düşmanı olmadıkları iddia edilebilir. İlerlemeci olanların ise genel teolojik tartışmalar ışığında dışlayıcı (exclusivist) yani, Kilise’nin dışında kurtuluşun olmadığı tezine karşı “herkesi içine alan” (inclusivist) bir görüşü savunmaktadır. Buna göre teolojik anlamda başka tanrıların da olabileceğinden ziyade başka dinler, milletler, görüşler hatta toplumsal cinsiyetleri de kabul eden ve herkesi davet eden bir tavırdır. Dolayısıyla, herhangi bir papanın ölümünden sonra yaklaşık iki hafta boyunca kardinaller kendi aralarında koalisyonlar kurarak Sistine Şapeli’ne gitmektedir. Elbette kendilerini kardinal olarak atayan önceki papa veya papaların dini ve siyasi görüşleri de bu kardinallerin sanki bir önceki papanın devamı olacağı hissini uyandırmaktadır. Şurası da unutulmamalıdır ki tarih boyunca Avrupalı monarşilerin papalık seçiminde ya doğrudan müdahale etmişler ya da temsilcileri olan kardinaller vasıtasıyla etki etmişlerdir. Günümüzde ABD’ye göre çok daha seküler bir görüşte olan Avrupalı liderlerin yeni papanın kim olacağı konusunu çok da önemsediklerini düşünmüyorum. Bu anlamda, özellikle ülkemizde sık sık gündeme getirilen “papanın siyasete etkisi” konusu hem papalığın eski siyasi gücü olmaması hem de Avrupalı siyasi liderlerin papalığı pek dikkate almayacakları sebebiyle çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Zaten Papa Francis’in gerek Rusya-Ukrayna çatışmalarında yaptığı uyarıların hemen hemen hiç dikkate alınmaması gerekse Filistin meselesini hemen her gün gündeme getirdiği hatta Gazze’de bir soykırım yaşandığını dile getirmesine rağmen çok da etkili olmadığı ortadadır.
Ancak, 7 Mayıs’ta başlayacağı duyurulan seçimlerde ABD ve onun mevcut yönetiminin radikal bir papanın seçilmesiyle politikalarına dini bir destek arayacakları ihtimal dahilindedir. Bir tarafta “beşerî” tavırlar ortaya koyan bir Papa ile onun son günlerinde kendisini tırnak içinde iyi bir Katolik olarak gören Amerika Birleşik Devletleri başkan yardımcısı JD Vance görüş olarak taban tabana zıt noktadalar. Zaten ölümünden bir gün önce kendisini ziyaret eden ABD başkan yardımcısı ile hem sağlık sebepleri hem de siyasi görüş ayrılığından dolayı çok uzun süre görüşmemişti. Zaten bir gün önce de Vatican’ın devlet bakanı Kardinal Pietro Parolin papalık ile Amerikan yönetiminin özellikle göçmen hakları konusunda derin fikir ayrılığı olduğunu tabir yerindeyse azarlayarak söylemişti. Vance ise daha sonra yaptığı açıklamada görüşmeye kimin haklı olup olmadığını tartışmak için gitmediğini ama siyasi görüşlerinin de arkasında olduğunu belirtmişti. Halbuki kendisini (2019 yılında din değiştirmesinden dolayı) hala bir “bebek Katolik” olarak gördüğünü ve dinin dogmalarını çok da iyi bilmediğini itiraf etmektedir. Kendisinin 2016 yılında yayınlanan Hillbilly Elegy (Köylü Ağıdı) adındaki hatıratında da belirttiği gibi ailesi Büyük Kriz zamanında açlıktan kaçarak Ohio bölgesine göç etmiş ve çok çalışarak Yale Hukuk Fakültesi’ne girmişti. Her ne kadar aynı adlı kitaptan uyarlanan filmde de görüleceği üzere “mamaw” diye seslendiği babaannesi dindar birisi olmamasına rağmen daha çok evanjelist vaizleri dinleyen ama torununun zor zamanlarında onun yanında olan bir figürdür. Babaannenin dinle ilgisi vaizlerin siyaset konusuna girmeleriyle kesilen bir dindarlıktır. Vance da çocukluğunda vaftiz olmamış, anne-baba ilgisi görmemiş ve zorluklarla geçmiştir. Ama kız kardeşinin “iyi bir Katolik” ile evlenmesi onun hayatını derinden etkilemiştir. İyi bir aile kurup çocukları ile ilgilenen ve önceki hayatından oldukça farklı bir hayata başlayan kız kardeşi ve onun kocasının örnek aile yaşantılarının Vance üzerinde etkisiyle 2019 yılında Katolik olmayı tercih etmiştir.
Belki okuyucular onu Başkan Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofisi’nde Ukrayna Başkanı Volodimir Zelenski’ye kötü davranışları ile hatırlamaktadır. Oradaki davranışlarının aslında zorluklar içinde büyüyerek Yale Üniversitesine girebilmiş şımarıklık ile yeni bir dine intisap etmiş radikal ve ödün vermeyen bir bağnazlıkla açıklanabilir. Aile yapısına ve çocukların iyi bir ailede büyümesini yeni dininin bir armağanı olarak görebilir ama Başkan Trump ile göçmenlerin Amerikan toplumuna zarar verdiklerinden dolayı ülkeden gönderilmelerini istemesi onun liberallik karşıtı (illiberalism) bir görüşe bağlanması ile açıklanabilir. Katolik post-liberal düşünürler gibi bireyselciliği reddeden ve daha çok toplumsal yardımlaşmayı öne çıkararak demokratik kurumların Katolik Kilisesi’ne “boyun eğmesi”ni teşvik eden bir çeşit aşırı sağ görüşlere sahip bir politikacı haline gelmiştir. Otoritarizm eğilimindeki bu sağ siyasi görüş Donald Trump için de sorun değilmiş gibi görünse de yardımcısının ve Elon Musk’ın da katkılarıyla rejim değişimi yaşanabilir.
Eğer yeni papanın seçiminde Conclave filminde kurgu olarak ortaya konulan propaganda ve entrikalar meydana gelir ve ABD yönetiminin istediği veya desteklediği bir kardinalin papa seçilmesi durumunda dünyanın geleceği hiç de parlak görünmüyor.
(AMY/RT)