Türkiye'de öğretmen olmak zor. Olmak derken aklınıza gelebilecek iki anlamdan da bahsediyorum. Yani hem üniversiteyi bitirebilip, gerekiyorsa formasyonu tamamlayıp, ardından KPSS'ye girip, kazanıp, atanabilmek anlamından hem de o görevi ifa etmekten bahsediyorum.
Atanmanın bin bir derdi yanı sıra, atandıktan sonra da o maaşla geçinebilmenin bin bir derdi ile karşı karşıya kalıyor öğretmenler. Her yıl zam oranları belli olduktan sonra karşımıza çıkan o abartılı maaşlara bakmayın, bir bilene sorun lütfen. Çünkü o hesaplamalar yapılırken, maaşa eklenebilecek ne varsa,- eş yardımı- çocuk yardımı gibi- eklenip, maaşlar yüksek gösterilir. Halk arasında kabul gören ve asla değiştirilemeyen bir yargı da öğretmenlerin yazın üç ay tatil yapmasıdır.
Oysa istediğiniz öğretmene sorun üç ay tatil diye bir şey yoktur.
Bazen düşünüyorum da acaba AKP seçim öncesinde yaptığı "hepimiz aynıyız" vurgusunu gerçeklemeye uğraştığı için mi bakanlarımız bu kadar halk ağzıyla konuşuyorlar. Bugünlerde öğretmenlere yaptığı çağrı ile gündemde olan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de halktan biri olarak onların benimsediği dili seçip "Yaz aylarında öğretmenlerimiz üç ay tatil yapmayacaklar. Eğer saygınlık kazanacaksak bunun da böyle olması gerektiğini onlar da kabullenmeli" demişti. Bir bakan, kendi bünyesinde çalışan personelin ne kadar tatil yaptığını bilmez mi? Hayır bilmiyordu diyelim, bir bilene sormaz mı? Saygınlık vurgusuna da ayrıca dikkat lütfen.
Bakanımız bu günlerde yeni bir gündem oluşturdu. Basın mensuplarının sorularını cevaplayan Ömer Dinçer bakın ne diyor "Öğretmenler, başka iş bulsunlar." Yani kabaca "Umudu kesin, bizi de uğraştırmayın artık!"
Haksız da değil aslında. Geçenlerde internette bir sosyal ortamda, aynı yılda liseden mezun olduğumuz ve ilk yılında üniversiteye yerleştiğini bildiğim bir arkadaşımın hala KPSS'ye hazırlandığını gördüm. Dile kolay sekiz koca yıl aynı sınava girmiş, çıkmış, girmiş, çıkmış ve atanamamış.
Başka bir arkadaşım, beş yıldır KPSS'ye hazırlanıyor ve bu yıl son çare olarak eşini bırakıp, çocuğuyla birlikte farklı bir şehirde yaşayan annesinin yanına taşındı. Şimdi annesi çocuğuna bakıyor, o ise KPSS kursuna gidiyor. Bunun gibi onlarca yüzlerce öğretmen adayı, her yıl aynı umutla bu sınava giriyor. Aldıkları notlar yüksek de olsa, belirlenen kontenjana dahil olamayan insanlar, bir yıl boyunca yemeyip içmeyip gezmeyip sadece ders çalıştıklarıyla kala kalıyorlar. Ödedikleri paralar da cabası.
Oysa bakanlarını dinleseler, sınava hiç girmeseler ve asgari ücretle bir fabrikada, bir tekstil atölyesinde ya da ne bileyim bir kahvehanede çalışsalar bile yıllık ortalama 9 bin lira kazanacaklar. Sizin iyiliğinizi düşünüyor sayın bakan, kızmayın ona. Neden başka dolambaçlı, engebeli, hatta zorlu yollar düşünüp uğraşıp uğraştırıyorsunuz ki herkesi. Gidin işçi olun, terzi olun, aşçı olun, ne bileyim, evlenin anne olun, çocuk bakın.
Tutturmayın öğretmen olacağım diye! "Ben bunun eğitimini aldım, başka işten anlamam ki" demeyin. O zaman tembelsiniz, işe yaramaz, vatana millete yarar sağlamazsınız. İyi ki yeni nesil sizin eseriniz olamayacak.
İşin özü şu aslında; gençler biz sizi öğretmen liselerinde okuttuk, eğitim fakültelerinde okuttuk, sınavlara soktuk bakalım iyi misiniz diye. Sizi yıllarca" öğretmenlik kutsaldır, büyük iştir, emek ister" diye motive ettik. Ama şimdi anladık ki; bizim size ihtiyacım yokmuş. Yok yani, bu kadar basit! Başınızın çaresine bakın işte!
Şu sorulardan da kaçının;
- Madem öğretmen ihtiyacınız yok, neden hala sınıflar bu kadar kalabalık?
- Neden her gün yeni bir eğitim fakültesi açıyorsunuz? Ya da neden kontenjanları düşürmüyorsunuz?
- Öğretmen okulları mezunları da diğer liselerin mezunları gibi sonuçta başka bir iş bulacaksa, neden hala bu liseler mevcut? Öğretmenlerin işsiz olduğu bir ülkede, öğretmen okulu var ise bununla ilgili bir düzenleme olması gerekmez mi?
- Emeklilikleri geldikleri halde, yaşayacakları maddi sıkıntıları düşünüp hala göreve devam eden öğretmenler ile ilgili bir düzenleme yapılamaz mı?
Sevgili işsiz öğretmenler , daha önce de belirtildiği üzere bu ve bunun benzeri soruları sormaktan kaçının. Bunlar sizi ilgilendirmez. Herkes kendi işine baksın! Gerçi sizin işiniz de yok! O zaman siz gidin de bir iş bakın kendinize!
Televizyon ekranında, Erkan Tan ile yaptığı görüşmede ilk açıklamasına oranla çok daha realist ve açıklayıcı bir ifade kullanarak bu konuya değinen Ömer Dinçer'e bazı konularda katıldığım da bir gerçek. Ancak biliyoruz ki, kullanılan dil bazen söylenenden daha önemlidir. Zaten yıllarca emek verip, bir türlü görevini yapamayan ve bu nedenle sabırları taşmış öğretmenlere "gidin başka bir iş bulun!" gibi bir ifadeyle, onlara ihtiyacınız olmadığını söylemek yanlış bir söylemdir. Bugün atanamayan öğretmenlerin bu denli büyük tepki vermesine sebep olan da aslında bu sorunlu dildir.
Ve bana kalırsa hazır devlet adına "özür"de dilenmişken, yine devlet adına bu konuda resmi bir açıklama ve hatta yönlendirme yapılıp, yıllardır atanmayı beklemekte olan öğretmenlerin bu sorununa bir çözüm bulunmalıdır. Bu da elbette vatandaşların sorunu, haliyle devletin görevidir. (SK/HK)