Francesca Borri anlatmaya devam ediyor Suriye'nin Tozu'nda.
Antakya, 2013-2014...
“İstanbul Atatürk havalimanında Antakya uçuşu için sırada beklerken, önümde, sakallı, ellerinde İngiliz pasaportu ve Kuran olan iki adam var. Birisinin bir kolu eksik, diğerinin ise bir kulağı. Demek ki Halep’e geri dönmeye çalışan bir tek ben değilim.
Gitmişler
“Ama artık ortalıkta sadece cihatçılar var. Uluslararası medya Antakya’da ayrılmış. Bazı TV kanalları, BBC, Sky vb. hala ofislerini koruyorlar, ama sadece nöbetçi yerel muhabirler var. Le Monde, the Guardian gibi ciddi gazetelerin muhabirleri ise gün geçtikçe karışan Ortadoğu içinde dört dönüyorlar.
Benim gibi serbest çalışan kimse kalmamış, herkes başka yerlere dağılmış durumda. ‘Suriye’de yazacak bir şey yok, hep aynı durum’ diyor genç bir İspanyol gazeteci.
“Antakya’da buluşma yerimiz Özsüt Kafe bile tenhalaşmış, espresso kahve istiyorum, ‘sadece Türk kahvesi var’ diyor garson. Ortalıkta bir tek Cihatçılar ve sivil toplum örgütlerinde çalışanlar var. Sınırda bekleyen sivil toplum örgütleri arasında Sınır Tanımayan Doktorlar aylarca süren görüşmelerden sonra kendi hastanelerini kurdular.
Variller
“Çekya Cumhuriyetinden küçük bir sivil toplum örgütü People İn Need (İhtiyaç içinde İnsanlar) üyesi Michael Przedlacki, hiç kimsenin gitmediği yerlere gitti. Bütün bu aylar boyunca Halep’te yaşamaya devam eden tek yabancı oydu.
Kendisine sorduğumda aldığım yanıt şu oldu: 'Ben başkaları için burada değilim, Onların hayatı ve benim hayatım diye bir şey yok, BİZİM HAYATIMIZ var. Paranın satın alamayacağı şeyler de vardır, mesela saygı. Kontratlar değil, insani ilişkiler kurmak zorundayız. Burada görevli olduğun için değil, istediğin için kalacaksın. Kolay değil biliyorum, ama hiç değilse deniyorum.’
Halep artık varil bombalarına teslim olmuş. Gökten dinamitle keskin metal parçaları, çivi, jilet yağıyor. Yakın mesafeden, helikopterlerden doğrudan insanların üzerine atılıyor variller. Parçalanarak ölmek, kör kalmak, yaralar içinde debelenmek. Esat yönetimi bunu reva görüyor kendi insanlarına. Halk korku içinde Türkiye’ye akıyor, denizde ölmek bile bundan iyidir.
Varil bombaları o kadar korkunç ki, Halep teslim olacak sanıyorum, ama öyle olmuyor. Aylardır sürüyor bu kirli savaş. Bir an isyancılar kazanıyor gibi oluyor, sonra birden onlara gelen silahlar kesiliyor. Esat’ın ordusu ilerlemeye başlıyor, tam o sırada isyancılara yeni silahlar geliyor!
Seyir
ABD’li bir yetkili konuşuyor: “Bırakın birbirlerini kessinler, parçalasınlar. Hizbullah, İran, El Kaide. Silahları birbirlerine karşı kullansınlar, bize ve İsrail’e karşı kullanacak yerde.”
Biz gerçekten sadece seyir mi ettik?
Bu gerçekten bizim savaşımız değil mi?
İstanbul 2019
“Savaşın sonunu ancak ölüler bilir.”
Plato
“Savaşların hafızası yoktur, hiç kimsenin olanları anlayacak cesareti yoktur, ta ki olanları anlatacak kimse kalmayana dek. Ondan sonra bizim onları artık tanıyamayacağız bir zamanda, başka bir yüz ve başka bir adla geri dönerler, geride bıraktıklarını gasp etmek için.”
Carlos Ruiz Zafon, “Rüzgarın Gölgesi”
“Çatışmaların yaşandığı, kurbanlar ve cellatların var olduğu bir dünyada, düşünen insanların görevi cellatların yanında yer almamaktır.”
Howard Zinn, “ABD’de Halkın Tarihi”
Francesca’nın kitabı bitti. Kitap bitti ama savaş devam ediyor. Kimilerine göre artık sona gelindi. Neyin sonuna diye düşünüyorum. Suriye nüfusunun yarısı, yaklaşık 11 milyon insan yurt dışında.
Halk
Astana süreci, Türkiye, İran, Rusya arasında sürdürülen görüşmeler, Anayasa sürecinin başlaması, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında devam eden Güvenli Bölge görüşmeleri ve tabii ki İdlib. Putin, İstanbul toplantısında "Suriye kendi devlet yapısını belirlemeli" diyor. Suriye dediği yerde Suriye halkı var mı ki?
Görüşmeler de Suriye halkı nerde? Esat hükumeti, bütün bu yaşananlardan sonra Suriye halkının lideri olarak seçime mi gidecek? Suriye halkını Esat mı temsil ediyor? Yurt dışında olan 11 milyonu Esat mı temsil edecek?
İdlib’de şu anda 4.2 milyon insan yaşıyor deniyor. Bunlardan sayıca kalabalık olanlar, savaşın başında kaçıp buraya sığınanalar ve daha sonra Cihatçı grupların yönetiminde kalanlar. Astana süreci sayesinde bunlardan sağ kurtulabilen 3 milyon insan olursa, bu insanlar Esat’ın Suriye’sinde nasıl yaşayacak?
Dönmek
Mallarına el konulmuş binlerce insan, geriye döndükleri zaman kimin güvencesi altında olacak. Francesca’nın anlattığı ve anlatmadığı binlerce olayı yaşamış insanlar, hiçbir şey yaşanmamış gibi devam mı edecekler? İnsanları bırakın, kediler bile geri dönmez, onların da bir hafızası var.
Ne bekliyoruz Suriye halkından?
Memleketlerine dönsünler söyleminin içeriğinden kimsenin haberi var mı? Onları suları akan, elektriği gazı olan, eşyalı döşenmiş evler mi bekliyor? Birbirlerini öldürmüş insanlar komşuculuk mu oynayacaklar?
Avrupa Birliği'nin, Türkiye’nin Lübnan’ın, Ürdün’ün tek bir isteği var: Ülkelerine dönsünler, gerekirse biz gelir binaları yaparız. Hatta bu faaliyetten para da kazanırız. Lübnan ortada, inşa ettik, şimdi, her şey güllük gülistanlık!
Güvenlik
Suriye’de kimin güvenliği var? Esat ve ona yakın duranlar, Esat’ın ordusu, muhaberat, Esat’ın ve Rusların hakimiyetinde olan Lataika, Şam’ın belli mahalleleri, Halep’in bir bölümü. Bu bir çözüm müdür? Yoksa yeni bir kolonyal düzenleme mi? Rusya ve ABD’nin, bölge ülkeleri Iran ve Türkiye’nin nüfus alanları altında, bu ülkelerin askeri güçlerinin denetiminde bir Suriye. Ortadoğu’daki yeni ülke modeli bu mudur?
Bu sorular ben bir yanıt bulamıyorum, gecenin ilerleyen saatlerinde internette Suriye ile ilgili haberlere bakarken, okuduklarım beni rahatlatmıyor.
Umutsuz Suriyeliler
Ortadoğu ile ilgili haber portalı Middle East Eye ‘da bir yazı: Umutsuz Suriyeliler, Lübnan‘dan kaçıp Türkiye’ye gelebilmek için Suriye’ye geri dönüyorlar
Bu başlık size ne anlatıyor?
Okuyorum yazıyı. Sekiz yıldır Lübnan’da yaşayan bir Suriyeli, Türkiye’ye giriş yapabilmek için Suriye’ye geri dönüyor. Nedeni ise Lübnan hükümetinin Suriyeli göçmenleri Esat yönetimindeki bölgelere geri göndermesi. Bu insanlar geri döndüklerin de Esat güçleri tarafından tutuklanacaklarını biliyorlar.
Sınırlar
Lübnan’da yaşayan 1 milyon göçmenden 200 bini dönüş yapmış. 2014 yılından bu yana zorla Suriye’ye gönderilen göçmenlerden 638 kişi kaybolmuş, nerde oldukları bilinmiyor. Göçmenler döndüklerinde evlerinin Esat yanlısı kişiler tarafından işgal edildiğini, iş ve aş bulamadıklarını anlatıyor.
Türkiye - Suriye sınırına 2017 yılında inşa edilen duvar nedeniyle Türkiye geçmek çok zor, hatta imkansız. Kaçak yollarla geçmenin fiyatı 800 ABD doları ile 3000 ABD doları arasında oynuyor. İdlib’deki son gelişmeler nedeniyle kaçak yollar bile tehlikeli. Sınırı geçmek isteyenler Rus askeri üniformaları giyiyor ve Rus yetkililer tarafından damgalanmış özel izin kağıdı kullanıyorlar.
Hikayenin kahramanı kişi, 35 kişiyle birlikte Suriye’den Türkiye’ye girmeye çalışırken yakalanıyor ve Suriye polisine teslim ediliyor. Söz konusu 35 kişiden ancak beşi Türkiye’ye giriş yapabiliyor. Bu tehlikeleri göze alanlara neden Türkiye’ye girmek istedikleri sorulduğunda şöyle diyorlar; “Sınırın karşı tarafı Türkiye, ışıklar içinde, bu taraf Suriye ise kapkaranlık”.
Kelebek, öleceğini bilse bile ışığa koşar! (MUT/APA)
(Son)
Kaynaklar
- Francesca Borri, Syrian Dust/ Suriye'nin Tozu/ Reporting from the heart of the battle for Aleppo, Seven Stories Press, New York, 2016.
- Harun al-Aswad, Desperate Syrians flee Lebanon to Turkey, via Syria, in Syria-Turkey border, Middle East Eye, 13 Eylül, 2019
Fotoğraf: AA
SURİYE'NİN TOZU'NDAN/ MELEK ULAGAY TAYLAN
3/ Abdullah'ı Vurdular, Cenazesine Gidemedik, 7 Kırmızı Gül Bıraktım