Bu, "Medyayla akademi arasında daha sıkı bağ, daha çok gazeteci hocamız olmalı" diyen İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencisi arkadaşınınkinin tam karşıtı neredeyse.
Tartışma mekanı, Antalya'da toplanan 20. Avrupa Gazetecilik Öğrencileri Forumu'nun (FEJS) kapanış oturumu: "Akademi ve Medya". "Gazetecilik Eğitim Müfredatı Nasıl Mükemmelleştirilebilir" konusu tartışılıyor...
Kendimi Bora'ya yakın hissettiğimi saklamasam da, en "gıcık" olduğumu söyleyebileceğim görüşleri bile sırf ifade edilişlerindeki ciddiyet, dillendirilişlerindeki heyecan ve bir mesleğe hazırlanmakta oluşun sorumluluğunu yansıtan titizlikten ötürü zevkle dinlemekten kendimi ala koyamıyorum...
Öğrenciler için, öğrenciler eliyle...
14-18 Nisan günleri, Ankara Üniversitesi'nin Antalya'nın Çolaklı beldesindeki dinlenme tesislerinde toplanan FEJS 20. Yıllık Toplantısı'nın bu yılki başlığı "Yeni Medya Mimarisi". Dört gün boyunca 40'tan fazla Avrupa ülkesinden 130'u aşkın öğrenci ve konuk bu "yeni yapı"da gazetecinin rolünü -yani kendi geleceklerini- tartışıyorlar: "Burası bizim evimiz mi yoksa burada misafir miyiz?"
FEJS , kurucuları ve yöneticileri gazetecilik öğrencileri olan uluslararası bağımsız bir yapı. Herhangi bir hükümet, parti, din ya da ticaret kuruluşuyla bağlantılı değil. Kar etme amacı da yok.
Amacı: Gazetecilik öğrencileri arasında uluslararası anlayış geliştirmek. FEJS, bu çerçevede gazetecilik okulları arasında ulusal/uluslararası işbirliğini özendiriyor. Gazetecilik öğrencileri arasında değişim programlarını destekliyor ve çalışma deneyimlerini paylaşıyor. Seminer ve toplantılar düzenliyor. Kaynakları, yardım bağış ve katkılar.
Örneğin bu yılki toplantının düzenlenebilmesi için organizasyonu üstlenen Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri , Kültür ve Turizm Bakanlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Aydın Doğan Vakfı, Ankara Üniversitesi ve kendi okulları İletişim Fakültesi'nden destek almışlar.
"Aydın Doğan Vakfı"ndan aldıkları desteği içlerine sindirebilmiş değiller. "Yeni Medya Mimarisi"ni "kapitalist küreselleşme"nin icapları uyarınca oluşturan bir güce muhtaç kalmış olmak zorlarına gitmiş. Ama bunun da nedeni, "Başbakanlık Tanıtma Fonu"nun vaat ettiği desteği sunmaktan son anda cayması. Devlet eliyle sermayenin kucağına itilmiş hissetmişler kendilerini.
Gerçi, böylece henüz okul bitmeden "devlet ve hayat dersi"nde önemli bir bahsi elden geçirmiş oldukları düşünülürse bu bile bir kazanç sayılabilir aslında.
Tek kusurları "büyükleri"ne güvenmek
Dört gün boyunca "Yeni medya Mimarisinde Çalışma Koşulları", "Konuya Yaklaşımın Konudan Daha Önemli Hale Gelmesi", "21. Yüzyılın Gazetecisi Kim?" "Gazetecilerin Hakları" konulu panellerde kıdemli gazeteciler ve akademi üyelerine sunuşlar yapma ve böylece daha derinlemesine bir tartışma fırsatı bulmak amacıyla düzenlenen tartışmalarda öğrencilerin kendilerine bırakılan kısa sürelerde yaptıkları müdahalelere imrenmemek olanaksız.
Az sözle, çok şey anlatabilme sadeliği, ifadelerdeki yalınlık, ciddiyet ve sorumluluk hayranlık verici. Mizaha çok yer var ama hiçbir tavır gayri ciddi değil. Paneller kaç izleyiciyle başlamışsa o kadarla sona eriyor.
Panellerin tek kusuru, bir görüşler spektrumunu yansıtması amacıyla çağrılan her beş profesyonel gazeteciden iki ya da üçünün "iş" ya da başka bir gerekçeyle hazır bulunmaması, hazır bulunanların bir kısmının ise, davet edildikleri tartışma başlığını çok fazla dikkate almaksızın konuşmaları.
Bu da öğrencilerin kusuru sayılmaz.
Organizasyon komitesi
Her katılımcının ülkesinden ya da Türkiye'nin başka bir yerinden kalkıp, Çolaklı'ya kadar ulaşması, yerine yerleşmesi, çok iyi koşullarda ağırlanıp, verimli bir tartışma sürdürmesinin sağlanması, büyükler bozmadıkça tıkır tıkır işleyen bir uluslararası programın beş gün boyunca sürdürülebilmesi her şeyden çok Ahmet Görmez, Selma Arslantaş, Ceren Can Aydın, Yeta Bütüç ve Nurdan Çağlayan'ın bir buçuk yıl boyunca iğneyle kuyu kazarak karınca gibi çalışmalarının ürünü.
Forum'un çerçevesinin radikal ve eleştirel bir içerikle doldurulması, bütün katkıların basılı olarak toplantıya ulaştırılması, abartısız, yaygarasız, sakin ama etkili ve çabuk çalışarak profesyonel bir şirketin daha iyisini sunamayacağı bir ağırlamanın sağlanması esas olark bu çekirdeğin başarısı. Elbette onlara her düzeyde destek sağlayanlar ve işleri kolaylaştıran başkaları var... Ama onların iradesi olmasa, böyle bir toplantının gerçekleşmesi hemen hemen olanaksızdı demek yalan olmaz.
Yabancılar
AÜ İletişim Fakültesi öğrencilerinin konukları, Hırvatistan'dan İspanya'ya, Kosova'dan Danimarka'ya, Rusya'dan Kıbrıs ve Yunanistan'a kadar Avrupa'nın her yerinden gelen öğrencilerin karşı karşıya kaldıkları geleceği anlamak ve yorumlamakta kendilerini hiçbir hayalle avutmaya fırsat tanımayan nesnellikleri prototip Avrupalı genç imgesini yıkıyor bir çırpıda.
Ancak karamsarlığa da yer yok, bir çıkış yolu bulunabileceğine ilişkin iyimserlik hepsinin ortaklaşa paylaştıkları bir duygu.
Öte yanda onları dinleyip, onlardan öğrenince, sorunlar hemen hemen her yerde aynı olmakla birlikte, yekpare bir Avrupa medyası tablosu çizmenin de olanaksızlığı görülüyor. Her yerde yapı farklı, süreç farklı ama basınç aynı: Kapitalist küreselleşme ve küresel piyasa.
Avrupalı bir medya patronunun karakteristiklerini ortaya çıkarmayı hedefleyen atölye çalışması katılanların hepsi için çok öğretici: Demokratik gelenekler ve sosyal devlet geleneğinin geçmişi ne kadar eskiye gidiyorsa, medyanın piyasa tarafında fethi o kadar güçleşiyor.
Diktatoryal yönetim gelenekleri ne kadar güçlüyse medyanın piyasa tarafından kontrolü o kadar kolaylaşıyor.
Türkiye, Yunanistan, İtalya, İspanya ve Kıbrıs'ta tekelleşme ve medyanın şov dünyasıyla içli dışlılığı birbirini aratmıyor. Kuzey ülkeleri, Finlandiya, Danimarka, Hollanda ve Avusturya'da ise kamu medyası gücünü koruyor ve medya sahipliği daha çok parçalı ve daha çoğulcu.
Ama tarihin istihzasına bakın ki, kendi ülkelerinde medyaya yatırım yapmaları yasayla sınırlanan Finlandiya ve Hollandalı sermaye sahipleri İspanya ve İtalya medya piyasasında boy gösteriyorlar.
Umut
Dünyanın dinler ve milliyetler arasında giderek daha fazla bölündüğü ve bloklaştığı bir dönemde önyargılarından arınabilmek, başkalarını tanıyıp anlayabilmek için zahmeti göze alan, içinde yaşadığı dünyanın çelişkilerine kafa yoran ve çözüm arayan, bir yandan da yaşadığı anın keyfini çıkarmaktan geri durmayan her renk ve kimlikten yüzden fazla gençle birlikte dört gün boyunca çalışmak bir ayrıcalıktı.
Selma'nın bu ayrıcalıktan "yararlanmam" için elinden gelen hiç bir çareyi kullanmaktan kaçınmayan yaratıcılığı olmasaydı partiyi kaçırabilirdim. Neyse ki her şey rast gitti. Medyadan değilse de onun varoluş biçiminin eleştirisine ilgi gösteren genç gazeteci adaylarından umutlanmak için her türlü nedenin varolduğuna yedi iklimden sunulan kanıtlar, her şeye değdi.(EK)