Bazı teorik kitaplar 'bomba' etkisi yaparlar. Teorik ama 'seksi' kitaplardır bunlar. Cazibeleri hemen paradigmaları sarar. Önyargılı muhalifleri bile yayınlanır yayınlanmaz hesaplaşmak zorunluluğu hissederler. İlgilileri kendilerini yeniler. 'Alakasız' sanılan insanlar dahil olmak için yeni bir sebep bulmuş gibidirler. Bazı tabular silikleşir. Yeni çalışma alanları belirir. Kanımız ısınsa da ısınmasa da bu kitaplarla diyaloğa gireriz.
Antonio Negri ve Michael Hardt'ın İmparatorluk'u bu kitaplardan biri oldu.
Hem de 'dünya ile aynı anda'. Neredeyse bazı filmlerin Türkiye'ye gelmesinden daha çabuk Türkiye'ye geldi İmparatorluk. Kalın, pek çok tartışmaya gebe, yüklü bir kitaptı.
Otonomculuğun kaynakları
İmparatorluk'un yazarlarından Negri aslında otonomculuğun önemli düşünürü olarak uzun zamandır Türkçe'den ilgi bekliyordu. İnternet'te yayın yapan körotonomedya (korotonomedya.net) sitesinin Negri'den yaptığı çeviriler ve tanıtım yazıları en kapsamlı Türkçe kaynak durumundaydı -hâlâ da Negri ve otonomcu düşünceyle ilgilenenler için çok sayıda metin barındırıyor. İmparatorluk'un gördüğü ilginin ardından diğer kitaplarının da Türkçeye çevrileceğini umabiliriz sanırım.
İmparatorluğun diğer yazarı Michael Hardt ise bir köprü ve birleştirici gibi de görünüyor. Hem İtalyanca'dan İngilizce'ye çevirileriyle, hem derlediği kitaplarla, hem de bizzat Negri ile beraber yazdıkları ortak imzalı çalışmalarıyla katkıda bulunuyor. Paolo Virno ile birlikte hazırladıkları İtalya'da Radikal Düşünce (Radical Thought in Italy: A Potential Politics, University of Minnesota Press, 1996) adlı kitabı İtalya'da üretilmekte olan düşünsel çokluğu İngilizce üzerinden yaygınlaştırdı ve yeni karşılaşmalara açtı. Kitapta makaleleri bulunan yazarlar arasında Massimo de Coralis, Adelino Zamini, Rossana Rossanda, Carlo Vercellone, Alisa del Re, Marco Revelli, Franco Piperno, Maurizio Lazzarato, Paolo Virno, Antonio Negri ve Giorgio Agamben yer alıyordu. Kitabın son bölümlerinden birinin başlığı olan "Devrimi hatırlıyor musunuz?" sorusu galiba bu bakışın temel sorunsallarından biri. (Geçtiğimiz aylarda Türkçeye çevrilen bir başka kitap da benzeri bir soruyla çıkmıştı yola "Bir Devrim Hakkında Konuşmak "/Talking About A Revolution. Fakat nedense Amerikan Muhalifleri Konuşuyor başlığıyla yayımlandı, Aykırı Yayınları, Türkçesi: Ali Çakıroğlu, İstanbul Mayıs 2001. Michael Albert, Noam Chomsky, bell hooks -e.e.cummings gibi bell hooks da adının küçük harflerle yazılmasını istiyor-- Howard Zinn vd. yazarlarla yapılmış söyleşilerden oluşan bu çalışma da yeniden umut yeşertmeyi amaçlayan sorularla şekillendirilmiş.)
İmparatorluk, hem devrimi bugüne hatırlatmaya önem veren hem de bugünün dünyasını ve bugünün potansiyel devrimini analiz eden bir ufka sahipti.
Tartışmalar
Her ne kadar yazarların burada öne sürdükleri fikirlerin öz halinde ve biraz daha karmaşık olarak Dionysos'un Emeği: Devlet Formunun Bir Eleştirisi gibi kitaplarında bulunabileceği söylendiyse de İmparatorluk her yerdeydi! Belki de dedikleri gibi görece 'hafif' bir kitap olduğu için. Türkiye'de de kısa zamanda geniş bir ilgi gördü, bir tartışma ortamında buldu kendisini. Çok sayıda yorum ve eleştiri yayımlandı bu tuğla-kitap hakkında. Çok geçmeden 2. baskısına ulaştı (2. baskıya yayınevinin Slavoj Zizek'ten alıntılanan "21.yüzyılın komünist manifestosu" sözünü bant halinde geçirip eklediğini de hatırlatalım. Yeni yüzyılda yeni bir komünist manifesto beklentisinin satışları etkileyecek kadar yaygın olabildiğini gösteren ilginç bir nokta.) Tartışmalar sanal aleme de taştı; Bağımsız İletişim Ağı'nın web sitesi bianet.org'da bir forum açıldı, hatta bir grup 'okuyucu' [email protected] adresinde sırf bu kitabı tartışmak için bir e-mail list oluşturdular.
Politik teoriye pek çok dönüştürücü etki yaptığı da söylenebilir. Bunlardan biri de, Negri ile Hardt'ın teorisinin, marksist literatürün bir süredir gözlerini kapamaya çalıştığı ya da kendisinden uzakta kategorize etmeye çalıştığı bir düşünsel gelişmenin, özellikle Deleuze & Guattari'nin Bin Yayla kitaplarında kendini gösteren ve öyle ya da böyle post-yapısalcı düşünce diye adlandırılan alanın, yeni durumları karşılamak için vazgeçilmezliğini kabul etmesi oldu. Bir süredir, --özellikle aslında günün 'gerçek gerçekliğiyle' baş edebilmek için-- teorik gelişmelerle siyasi hedeflerin daha doğrudan birleşmelerine özlem duyuluyor. Bu konuyu sağından solundan eşeleyen yaklaşımlarla karşılaşıyoruz sık sık. Türkçe'ye de çevrilen Todd May'in Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi (Ayrıntı yayınları, Türkçesi: Rahmi G. Öğdül, İstanbul 2000) bu arayışlara yönelen kitaplardan biriydi. Seattle 99'dan beri tüm dünyayı sarsan bir eylemler dizisi gerçekleştiren ve bugün de savaş karşıtı hareketlerin organizasyonunda görülen Küreselleşme Karşıtı Hareketler de merkezsizlikleriyle, hiyerarşi karşıtlıklarıyla, temsiliyeti redleriyle post-yapısalcı teoriye yakın durduklarından önümüzdeki dönemde politik teorinin peş peşe yeni okumalar yapacağını tahmin edebiliriz. Hayat, bunu gerektiriyor sanki.
Gşorgşo Agamben'in Kutsal İnsan'ı
İşte, hayat söz konusu olunca, İtalyan radikal düşüncesinin başka bir 'seksi' kitabının aramıza karıştığını söylemek gerekiyor: Giorgio Agamben'in KUTSAL İNSAN, Egemen İktidar ve Çıplak Hayat 'ı.
1942 doğumlu Agamben son yılların en dikkate değer yaratıcı düşünürlerinden biri. Her yerden karşınıza çıkabiliyor. Aslında Agamben'in Türkçe'de yayımlanması yayın dünyamızın 'arada kaynayan' olaylarından biri.
Roma Üniversitesi'nde hukuk okuduktan sonra felsefe çalışan Agamben felsefe-dil ve edebiyat ilişkilerine peş peşe katkılar yapmış. 1979'dan sonra Walter Benjamin'in toplu eserlerinin İtalyanca edisyonlarını yönetmiş ve 1989'dan beri de ağırlıklı olarak politik teori üzerine yazıyor.
Kutsal İnsan (Homo Sacer ) Roma hukukundaki öldürülebilen ama kurban edilemeyen insan kategorisinden geliyor.
Çıplak hayat
Agamben de yukarıda andığımız hayatla buluşturma eğiliminin bir parçası. Kitabının ana ekseninde duran çıplak hayat kavramını ("bu kitabın baş kahramanı çıplak hayattır ") bu şekilde kuruyor ve çıplak hayatın siyasallaştırılmasının çevresinde örüyor. Bu yüzden de Foucault'nun biyopolitika kavramını alıp boşluklardan kaçırıyor, yeniden biçimlendiriyor.
Agamben, bugün artık siyasal olanı saklandığı delikten çıkarabilecek ve aynı zamanda da düşünceyi pratik uğraşlarına iade edebilecek olan tek şeyin, çıplak hayat ile siyaset arasında var olan ve görünüşte birbirinden çok farklı modern ideolojileri gizlice yöneten ilişkiyi sorgulayan bir düşünüm olduğunu söylüyor. Kitabının en kilit argümanlarından biri egemen iktidarın ortaya koyduğu ilk etkinliğin biyo-politik bir beden yaratmak olduğu vurgusu.
Yeni gerçekliklerin gerektirdiği yeni siyasetin demokrasi ile totalitarizm arasındaki içkin dayanışmanın izini süren düşüncelere ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Yeni bir dünya düzeni şeklinde sunulan kanlı aldatmacaya bir tepki olarak tasarladığı bu kitabın hayatın kutsallığı sorununu hesaba katmak zorunda kaldığını belirtiyor.
Agamben'e göre sosyal bilimlerin tanımlanmış ve kesin olduğunu düşündüğü kavramların hiçbirini nihai dayanak olarak almak imkansızdır ve bu kavramların pek çoğunun kayıtsız şartsız -bir felaket ivediliğiyle- gözden geçirilmesi gerekiyor.
Bu bir başlangıç. Agamben'in daha çok okunacağını, tartışılacağını sanıyorum.
Aynı meşhur Hollywood klişeleri gibi bazı kitap tanıtım klişeleri de vardır, mesela, 'zengin bir dünyası var', 'derin soluklu bir yazar' vb. Ben bunların kullanıldığı metinleri okumayı çok seviyorum; çünkü neredeyse hiçbir anlamları yok! Bir kod gibiler, 'bu yazar süper abi' ya da 'bu kitap süper diyorum, alın işte' yerine dergi ciddiyetinde böyle kodlar kullanılıyor. Bazen laf olsun diye kullanıldıklarını da hissettiriyorlar "anla işte iyi birşeyler yazmaya çalışıyorum" anlamında, bazense gerçek duygular ama "çok sevdim ne söylesem bilemiyorum" anlamında.
Ben de 'Agamben'i çok sevdim ne söylesem bilemiyorum' anlamında "çok derin soluklu bir yazar, kaçırmayın" diyorum.