Orta Vadeli Program sonunda açıklandı. Açıklamanın hemen ardından yapılan yorumlar genellikle olumlu. Bu olumlu bakış en çok “makul” sözcüğüyle ifade ediliyor. Program makul bulundu, piyasaları alt üst edecek tuhaf tespitlerde ve olmayacak hedeflerde ısrar edilmemesine sevinildi.
Hedefler genellikle makul ya da beklentilere uygun. Krizin varlığı nihayet kabul ediliyor ve yumuşatılması hedefleniyor. Üç yıl sonra ülkenin yeniden anlamlı bir büyüme hızını yakalayabileceği öngörülüyor. Program dönemi uygun bir geçiş süreci olarak değerlendiriliyor ve dönem sonunda hedeflenen büyüklükler beğeniliyor.
Öncelikle bu değerlendirme yönteminin doğru olmadığını belirtmek gerekir. Orta Vadeli Program sanki üç yıllık bir planmış gibi ele alınıyor ve plan döneminin sonundaki hedefler tartışılıyor. Oysa Orta Vadeli Program bir plan değil, yıllık bütçe hazırlama sürecinin başlangıcını oluşturan ve her yıl hazırlanan bir metin.
Her yıl, gelecek yılın bütçesi hazırlanırken üç yıllık bir perspektif ortaya konur ve bütçenin bu perspektifle uyumlu olmasına çalışılır. Üç yıllık bir plan değildir ve üç yılın sonundaki hedefler bağlayıcı değildir zira o üç yıllık dönem içinde her yıl yeniden Orta Vadeli Program hazırlanacaktır.
Plan belirli bir dönem –genellikle beş yıl- için hazırlanır ve o dönem içinde uygulanan bütün programların ve politikaların planla tutarlı olması beklenir. Orta Vadeli Program için böyle bir bütünlük söz konusu değildir, hedefler her yıl değiştirilecektir.
Zaten AKP Hükümetleri plan ve planlama kavramlarını adım adım ülke yönetiminden çıkararak, tutarlılık ve ölçülülük arayışı içinde olmadıklarını gösterdiler. Önce Devlet Planlama Teşkilatı lağvedilerek Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldü. Böylece plan kavramının kamu kurumları üzerindeki zorlayıcı etkisi ortadan kaldırıldı. Son olarak da Cumhurbaşkanlığına bağlı Bütçe ve Strateji Başkanlığı kuruldu. Strateji ile bütçe arasındaki tutarlılığı sağlayan araç plandır ama artık gerek görülmediği anlaşılıyor.
Bunu göz önüne alarak, değerlendirmeleri 2019 yılı hedefleri üzerinden yapmak gerekiyor. 2019 yılında, krizi yumuşatmak için büyümenin yavaşlatılmasına karar verilmiş. Büyüme hızı 2018 yılında yüzde 3,8 iken, 2019 yılında yüzde 2,3’e düşürülüyor. Büyüme düşerken ister istemez cari açığın GSYH’ya oranı da düşüyor, 2018 yılındaki yüzde 4,7 oranından 2019’da yüzde 3,3’e kadar azalıyor.
Mali disipline verilen önem devam ediyor. 2019 yılında da bütçe açığı 2018 ile hemen hemen aynı düzeyde, yüzde 2’nin altında. Bu denge esas olarak kamu yatırımlarının önemli ölçüde kısılmasıyla sağlanıyor. Kamu sabit sermaye yatırımı harcamaları 2018 yılında 136,4 milyar TL düzeyindeyken, 2019 yılında 104,8 milyar TL’ye kadar düşürülüyor. Bu, yüzde 36 oranında bir azalma anlamına geliyor. Sonuçta toplam sabit sermaye yatırımları yüzde 3,2 oranında azalıyor.
Bu rakamların doğal sonucu işsizliğin artmasıdır. Programa göre işsizlik oranı 2018’deki yüzde 11,3’den 2019 yılında yüzde 12,1’e yükseliyor fakat aynı dönemde 440 bin kişi dolaylarında yeni istihdam yaratılıyor. Bu rakam pek tutarlı görünmüyor.
Çok tutarlı görünmeyen bir durum da döviz kurlarıyla ilgili. Türkiye’nin GSYH’nın 2018 yılında 3.741 milyar TL karşılığı 763 milyar dolar iken, 2019 yılında 4.450 milyar TL karşılığı 795 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu durumda doların 2018 yılı ortalaması olarak 4,90 TL, 2019 yılı ortalaması olarak 5,60 TL olacağı varsayılıyor. Doların bugün 6,20 TL düzeyinde olduğunu düşünüce, pek inandırıcı bir varsayım değil.
Aynı şekilde enflasyon oranının da 2018’deki yüzde 20,8 oranından 2019’da yüzde 15,9’a düşmesini de açıklamak kolay değil. Özellikle ekonominin bozulmasının nedenleri arasında Gezi direnişini sayacak kadar gerçeklerden kopmuş görünen, ABD yönetiminin Türkiye ekonomisini ve Türk lirasını doğrudan hedef alması nedeniyle TL’nin değer kaybettiğini vehmeden bir metinde bunu açıklamak iyice zor. Sorun dış politikadan kaynaklanıyorsa, göstergelerin düzelmesine de dış politikaya dair açıklama getirmek gerekir.
Orta Vadeli Programın adı Yeni Ekonomi Programı olarak değiştirilmiş. Programda yeni denebilecek hususlar büyüme hızının düşürülmesi ve kamu yatırımlarının azaltılması kararları. Bunun dışında, politikalara bakınca yeni olan hiçbir şey görülmüyor. Programda yer alan politikalar krizden önce de var olan metinlerdeki politikalardan hiç farklı değil. Belli ki kriz hala politik sorunlara bağlanıyor, yıllardır uygulanan ekonomi politikalarıyla bağlantısı kurulmuyor. Bunu programda yer alan değil yer almayan politikalardan anlamak mümkün.
Sözgelimi, kamu yatırımlarının önemli ölçüde azaltılması öngörülüyor fakat Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) uygulamalarından bir pişmanlık sezilmiyor. Bunun yerine, Kamu Özel İşbirliği için daha etkin ve finansal açıdan verimli olmasına yönelik bir çerçeve oluşturulacak, şeklinde bir ifade var. Azaltmak bir yana, daha da genişletmeyi düşünüyorlar gibi. Oysa bu uygulamalar kaldırılmadan kamu harcamalarında tasarruf sağlamak olacak iş değil. Üstelik, programın sağlık bölümünde, her yıl milyarlarca lira ödenecek olan şehir hastanelerinin lafı bile edilmiyor.
Programda inşaat sektörüne ilişkin bir bölüm yok. Açıkça söylenmese bile, umudun yine inşaatın güçlendirilmesinde görüldüğü anlaşılıyor. Türkiye Emlak Bankasını yeniden yapılandırarak, gayrimenkul piyasasını yönlendirmek amaçlanıyor. Eximbank’ın yurt dışında faaliyet gösteren müteahhitlere desteğini artıracağı belirtiliyor. Ne varsa inşaatta var.
Hükümet yabancı yatırımcı çekmek için ülkede doğru dürüst bir yargı oluşturulması gerektiğini fark etmemiş görünüyor. Programda bir adalet bölümü var ama laf olsun diye yazılmış gibi. Aynı şekilde, eğitim bölümünde de ciddi bir sorundan söz edilmiyor. Eğitimde bir dönüşüm ihtiyacı olduğu düşünülmüyor. Üniversitenin adı bile geçmiyor. Programın kamu düzeni bölümünde haklar ve özgürlüklerle ilgili tek bir madde yok, varsa yoksa güvenlik önlemleri.
Bunlar hükümetin hala ekonomik krizin temelinde yatan sorunların farkında olmadığının göstergeleri. Teşhis böyle olunca, çözüm de, ara seçim öncesi papazı salarsak, İdlib’de taşaronluk kaparsak, gibi hesaplara kalıyor. (BD/HK)