Yazının kaleme alındığı saatlerde, seçim sandıklarının yüzde 98’lik kısmı açılmıştı. Ancak görünen o ki, bu orana tekabül eden bin küsur sandıktan çıkacak oylar, genel seyrin sonucunu değiştirmeksizin, niceliği küçük rakamsal değişiklikler oluşturabilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin oy ve aday analizleri üzerine erken bir yazı. Ancak görünen köyün kılavuz istememesi gibi, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yeni bir dönem olmakla birlikte, yeni bir Türkiye olmayacaktır. Mevcut durumu eski Türkiye kabul edersek, bu eski Türkiye, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde daha bir otoriter iktidar yaygınlığı ve hukuksuzluğu yolunda devam edecektir.
Başbakan Erdoğan iktidar gücüne dayanarak gazete köşe yazarlarını, hatta itiraz eden vatandaşı tehdit edecek kadar diplere indi. İşadamlarını biate zorluyor. İşine gelmeyen her ne varsa, sıfırlamak istiyor. Erdoğan, siyaset pratiğinin sınanmışlığı olarak geleceği işaret eden, “Yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıdır” sözünün sıkı takipçisi olacaktır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin verdiği güven ve bu en üst makamda olmasının verdiği güçle, Zeus vari yıldırımlar salacağından kuşku duyulmamalı. En üst makam dediysem, hemen cumhurbaşkanlığının yürütme anlamında etkinliğinin sınırlı olmasından söz etmeyiniz. Zaten Erdoğan’ın amacı o makamı yarı başkanlık da olsa, iktidar erki olarak kullanmaktır ki, önümüzdeki dönem bütün seçim stratejisi bunun üzerine bina edilecektir.
Seçimlere yüzde 73 bir katılım olmuştur ki, bu oran son 12 yıllık tüm seçimlerin en düşük oranıdır. Katılım oranındaki düşüklük için tatil dönemi, küçük de olsa boykot eden çevrelerin (bir kısım CHP seçmeninin dahi) olması, seçim sürecinin ve propaganda süresinin kısalığı, iktidar gücünün her alandaki baskı ve manüplasyonları, çatı adayının niteliğiyle birlikte arkasındaki partilerin gönülsüzlüğü ve özelikle bir seçim stratejilerinin olmaması gibi başka nedenler sayılabilir.
2011 genel seçimlerine katılım oranı yüzde 83, 2014 yerel seçimlere katılım oranı yüzde 89. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise 13 milyon seçmen oy kullanmadı. 2011 Genel Seçimlerindeki yüzde 83’lük katılımı baz alırsak, bu seçimde yüzde 10’luk bir katılım düşüklüğü vardır ki, bu 5 milyon seçmen demektir. Çok ciddi bir rakamdır. 2011 Genel Seçimlerine göre bu seçimde sandığa gitmeyen 5 milyon seçmenin ezici bir çoğunluğunun Erdoğan karşıtı olduğu bir gerçektir. Çünkü Erdoğan taraftarları seçime alabildiğine asıldılar ve sandığa gittiler. Düşük katılımın bu seçimdeki esas sonucu, Tayyip Erdoğan’ın daha birinci turda yüzde 52 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmesidir. Bu rakamlardan hareketle seçime katılımın 2011 Genel Seçimlerindeki yüzde 83’lük seviyesinde olması üzerinden bir projeksiyon tuttuğumuzda, Erdoğan yüzde 50’nin altında oy alır ve seçim ikinci tura kalırdı.
Elbette ikinci turda yine Erdoğan seçilirdi. Ancak seçimin ikinci tura kalmasının önemi, Erdoğan’ın arabasının ani bir frenlemeyle sarsılması ve buna bağlı olarak bir ihtimal ki, “N’oluyuruz” sorusunu kendisine sormasıdır. Bu soruyu sormak ve bunun üzerine düşünmek hem kendinin hem de ülkenin faydasınadır. Yoksa bu hızın verdiği fütursuzluk, ülkeye zor anlar yaşatmaktadır.
İki kazanan bir kaybeden
Seçim istatistikleri üzerinde oynayarak uzun boylu seçim analizleri yapmayı, bir tür, uzun boylu maç kritiği yapan lafazanlara benzetiyorum. Elbette istatistik bir veriler işlemi olmakla birlikte önemlidir. Ancak seçimlere dair sosyal ve siyasal analizler daha da önemlidir.
Üç adaylı bu seçimin kazananı Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş, kaybedeni ise, çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’dur.
Tayyip Erdoğan kazanmıştır, çünkü cumhurbaşkanı olmuştur.
Selahattin Demirtaş kazanmıştır çünkü HDP’nin oylarını yüzde 10’a yükseltmiştir. Bunun iki önemi var; parti yüzde 10’luk barajı zorluyor ve daha önemlisi, batıda oylarını artırıyor. Bu durum, Türkiye’de etkin demokratik muhalefetin yapılacağı merkezin HDP olduğunu işaret ediyor. Keza bu durum, partinin siyasal çizgisinin Demirtaş’ın seçim sürecindeki söylemleri üzerinde yoğunlaşarak devam etmesinin daha kucaklayıcı ve kapsamlı olduğunu da işaret ediyor. Partinin kitlesel gücünün bu minvalde yaygınlaşması, siyasal muhalefetini de daha bir güçlendirecektir.
Yeni Türkiye’den demokratik Türkiye anlaşılacaksa, yeni Türkiye’nin siyasal devindiricisi ne CHP, ne de MHP’dir. Yüzleri hala eskiye dönüktür! Devletleşen AKP ise, eski Türkiye’nin muhafazakâr yapılı otoriter bir parçası halindedir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin barışın devamı ve Kürt sorununun çözümüne bir katkısı olup olmayacağını yakında göreceğiz. Dilerim olsun, ancak bundan pek ümitli değilim. Ayrıca yanı başımızda çok ciddi gelişmeler yaşanıyor ki, bölgede yarın ne olacağını kestirmek gittikçe güçleşmekte. Bu olanlardan sonra iktidarın Sünnicilik ve yeni Osmanlıcılık taslamaları devam ederse, bela bizi bulmadan biz belayı bulacağız!
Stabil Bir Seçim Yaşadık
Doğrusu ben İhsanoğlu’nun isabetli bir aday olduğunu ve bu seçimin AKP-Erdoğan karşıtlığı üzerine bina edilerek, o siyasi cenahta bir zorlama yaratacağını düşünmüştüm. Çünkü mevcut durumda MHP’de olmasa bile CHP’de yeni bir dilin ve siyasetin oluşturulmasının mümkünü yok. O halde geriye Erdoğan karşıtlığı kalıyor ki, bu da pek işe yaramadı. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimindeki görüşlerimi olabilecek üzerinden değil de, daha çok olmasını istediğim bir eğilimle ifade ettiğim ve kısmen yanıldığım kanısındayım.
2011 genel seçimlerine bakıldığında, bu seçimin Demirtaş hariç, stabil bir seçmen yapısında devam ettiğini görüyoruz. 2011 genel seçim sonuçları yuvarlak rakamlara göre AKP yüzde 50, CHP yüzde 26, MHP yüzde 13, bağımsızlar (ki BDP’dir) yüzde 7 oy almışlar.
Bugünkü cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Erdoğan’ın oyları iki puan artmış. Çatı adayı İhsanoğlu ise, kendini aday gösteren partilerin 2011’deki oylarının toplamı olan yüzde 39 oranını yakalamış durumda. Stabil olmayan ise, Demirtaş’ın oyları yüzde 7’den yüzde 10’a çeken seçmen kayışını sağlamasıdır. Sevindirici olan da budur.
Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının MHP’den çok CHP’de parti içi tartışmaları artıracağını hatta Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin sorgulanma noktasına yol açacağını düşünüyorum. Ancak bu olacaklar yeni bir politik yapılanma yerine, kişiler üzerinden bir hat izleyeceği kanısındayım. Elbette bu kişiler siyasetten münezzeh değiller ama CHP’nin kronik davranışlarından biri de, kişi değiştirerek yeni siyaset ürettiklerini, üretebileceklerini sanmalarıdır.
Stabil seçimin tek dinamik gücü HDP’dir. Yeni dönemdeki yeni Türkiye’nin yüzünü Erdoğan değil, Demirtaş ve HDP temsil edecek. (HŞ/EKN)
* Fotoğraf: Mehmet Serdar Alakuş / AA