İskeledeki araba ve insan kalabalığı bilindik bir telaşla vapura akıyor. Zor yürüyoruz vapurun içinde Hülya’yla. Sırtımda çanta, elimin birinde şapka, gazete ve torba, diğer elimle de valizimi çekerken şalım yere düştü. Arkadan ittirdikleri için durup, alamıyorum da. Bir el, “Buyrun“ diyerek şalımı uzattı. Teşekkürümü umursamadan “Anlaşılan siz valiz-karavanla yolculuğa çıkmışsınız! Yardım edeyim taşımanıza” dedi.
Yan yana yürümeğe çalışıyoruz. “Bagajı yukarıya taşımanız gereksiz. Bakın, herkes oraya bırakıyor“ deyince talimata koşulsuz uydum. Onun sadece sırt çantası var. Birlikte güverteye çıkıp, Hülya’yla buluştuk. İsimler söylendi karşılıklı. Kendini ‘süresiz olarak tatile çıkan bir moto-karavancı’ olarak tanıtan yeni yol arkadaşımızla çay içip, karnımızı doyururken başlangıçta çekingen olan sohbetimiz, bitirdiğimiz her bardak çayla sıcaklaştı.
"Neden, kimden kaçıyorsunuz?"
Karavan yaşamına ilişkin tüm sorularımızı büyük bir keyifle yanıtladı.
Yaşamının bir döneminde yeni yerler görmeği seven herkesin doğanın içinde minimal eşyayla mütevazi bir şekilde özgür yaşamayı denemesi gerektiği, karavanın hem evci hem yolcu olmak isteyenlerin aracı olduğu, yakıt ve amortisman gideri olmasa masrafın evdekiyle aynı olduğu, karavanın iç tasarımındaki ayrıntılar ve içindeki olmazsa olmazların kullanıcıya göre değiştiği, ayrıca motor ya da bisiklet olması gerektiğini, bu yaşam biçiminde macera ile aptallık sınırının iyi saptanması gerektiğini öğrendik.
Havasız bir ortamda uyumaya zor alıştığını, tuvalet deposunu boşaltmaktan hoşlanmadığını, genellikle lokanta ve otellerle anlaşmayı tercih ettiğini, on beş aydır sürdüğü bu konar-gider yaşamında çok güzel insanlar tanıdığını, bu gelgeç ilişkilerden çok şey öğrendiğini, yıllardır kendisinden şefkat bekleyen kitaplarına artık gerekli şefkati gösterebildiğini, tekerlekli ve motorlu ve de çok konforlu evciğinin adının Varda(**) olduğunu, sedef hastalığını iyileştirdiğini duyduğu Tuz Gölü'nün kara çamurundan yararlanmak için Gökçeada’ya gittiğini, Kefaloz Plajı’nda konaklayacağını öğrendik.
Bir ara sustuğunda “Neden, kimden kaçıyorsunuz?“ diye sordum. Güldü. Yanıt vermeyip, çantasından bir defter çıkararak sayfalarını karıştırmasına Hülya’da, ben de bir anlam veremedik. Derin bir nefes aldı ve “Ayfer Tunç ne diyor biliyor musunuz? “ deyip defterden okumağa başladı:
“Bir hayat tesadüfi beklenmedik bir küçük olayın yarattığı etki, yeni bir bilgi bu kombinasyonu ve bizi biz yapan denklemi sarsabilir. İnsanın değişimi de budur ama benlik denge sever, yeni bir denklem kurar ve hayata devam eder. Benim için hayat felsefesi dediğimiz şeyin özü budur. Benliğimin her an yeni bir denklem yeni bir denge kurmasından hoşlanırım. İnsanın hayat felsefesi değişmez bir bütün değil. Elbet temel iskeleti değişmez ama iskeleti kaplayan unsurlar zaman içinde yenileriyle yer değiştirir.”
"Zamanında keşke demekten korktum"
Okuduklarının bizdeki etkisini ölçmek istercesine yüzümüze baktı. Sessizliği bozan Hülya: “Anlaşılmıştır, Kaçak Bey!” deyip bir şarkı mırıldanmağa başladı. “I try to quit / But my heart wan’t buy it / I Got Family / The Caravan Cames Back For Me”
Şarkı bittiğinde kendinden kaçan arkadaşımız “Blur, bu şarkısında ‘Bırakmayı denedim / Ama kalbim onu satın almak istedi.‘ diyor. Ben nihayetinde bırakıp, kaçtım. Zamanında keşke demekten korktum. Feryatlarımı kendimden başkasının duymasını istemedim. Her geçen gün kendim dahil her şeye ve herkese olan esaretimin arttığını fark etmedim. Nadiren ‘hayır deme hakkı’mı kullandım. Benden beklenenleri, istenenleri hep evetledim.“ diye anlatmaya başladı.
Hülya’nın “Bize açıklama yapmak zorunda değilsiniz” demesini umursamadan anlatmayı sürdürdü.
“Kendimi ‘adam’ ilan ettiğim ilk gençlik yıllarım sonrası bana dayatılanlara, yönlendirmelere karşı koyamadım. Kendimi şekillendirmeyi beceremeyince bu iş başkalarına kaldı. Sonuç: Kaos. Ben tarafsız kalıp, doğruya ve gerçeğe daha sağlıklı ulaşabilmek için kendimi ortaya koyabilseydim, her şeyi özgür bırakabilseydim, hayatım farklı akacaktı. Ne ben ne çevremdekiler mutsuzluğa, acılara gark olmayacaktı.”
Garsonun getirdiği kahveden acele ile bir yudum alıp devam etti: “Hayatın insana belli aralıklarla farklı şekillerde işaretler göndererek kendini değiştirmesi için uyarıda bulunduğunu yenilerde öğrendim. Ayağımın kırılması, cüzdanımın çalınması, arabamın yanması, kanka Ümit’in ölümü, sekreterim Ayfer’in işten ayrılması, ciğerlerimdeki leke, Peride’nin tercihi, babamın bakımına ilişkin kardeşler arası yaşananlar, kızım Güloya’nın zamansız evliliği, sehven attığım bir imza, borç veremediğim Hulki ve... Bu olup-bitenin benim dikkatimi yaşadığımız güne çekmek için birer işaret olduğunu anlayamadım.
Meğer bende sizin gibi, onun gibi, öteki ve berikiler gibi zihnimde gerçeğinden çok farklı bir geçmiş ve gelecek yaratmışım. İşte tüm bunları çürüyen ‘Ayşe’ marka ipek ibrişim ip gürültülü bir şekilde kopunca anladım “
Hülya’yla ikimiz hem rüzgardan hem de Kaçak Bey’in anlattıklarından dolayı üşümeğe başlamıştık. Bu tatil için planladıklarımız arasında sözlü bir roman dinlemek yoktu. Ve zaten hep yaptığımızdan kendi içimize bakmak da yoktu ama... Kendimi tutamayıp “Sonra ne oldu?” diye sordum. Hoş, sormasam da anlatacaktı zaten.
“Yaşadığım hayata güvenimi yitirmeğe başladım. En yakınımdakiler dahil herkesin, her şeyin benden uzaklaştığını ya da onlardan uzaklaştığımı fark ettim. Etrafımdaki her şey değişmeğe başladı. Emeğimin, duygularımın sömürüldüğünü görmeğe başladım. ‘Hep bana, hep bana / yok sana’ temelli bazı ilişkilerimi sorgulamaya başlamak beni onlardan ayırıyordu sanki.
Yuva ve ev farkı...
İngilizler ‘Bir evli çiftin beraberliği ‘home’ (yuva) aşamasından, ‘house’ (ev) aşamasına geçti ise, o ilişki bitmeli.’ derler. Ben ’Seviyorum seni. Beni terk etme’ diyen bir kadına acı çektirmemek için çok uzun süre ‘house’da yaşadıktan sonra ‘homeless’ (yuvasız) oldum. Çok üşüyünce bulduğum ilk ‘home’a (yuvaya) sığındım. Heyhat!”
Benzetme hoşumuza gitse de konunun “Ahh, siz kadınlar“ ya da “Ahh, siz erkekler” yönüne çekilmesine izin vermeyeceğimizi anladı.
“Yıllardır taptığım tanrılaştırdığım güç, mevki, eşya, sevgili, çocuk, kardeşlerim, arkadaşlarım her şey anlamını yitirmeğe başladı. Etrafımda riya, gerginlik, sıkıntı, acı, hastalık kol geziyordu. Acıtıyor olsa da her şey netleşmeğe başladı.” derken sustu.
Gözleri uzun süre denize battı. Onun gözlerini boğulmaktan kurtarmak için aynı denize bodoslama dalmıştık ki; titrek sesiyle bizi denizden çıkartıverdi.
“Sonra...Varda’ma bindim. Salıverdim kendimi dağlara, denizlere, dalgalara, yıldızlara, çayırlara, toprağa, dut ağaçlarına... Yeni ibrişimler için ipek üretmek üzere... (ŞD/NZ)
*Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.
** Roman dilinde karavan.