Şu sıralarda yeni Anayasa konusu, bilindiği üzere, başkanlık ısrarıyla yine gündeme girdi. Meclis bünyesinde oluşturulan "TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu" marifetiyle yeni Anayasa taslak metni hazırlama çalışmaları devam ediyor.
Uzlaşma iyi, ideal, istenir bir sözcük olabilir ama istenilir olanla gerçek, çok farklı olabilir. 15 aylık sürede ancak 31 madde üzerinde mutabakat sağlanmış durumda. Komisyon, gereği ölçüde bir çalışma hızına sahip olmasa da, maddelerin yazımında kısmen mesafe kaydetmiş sayılır.
Komisyon, baştan sona doğru bir sıralamaya tabi olmaksızın, uzlaşı sağlanabilecek maddeler üzerinde görüşmeyi öne alarak aslında doğru bir yöntem saptadı.
Ancak Anayasa'nın "ruhu" denilebilecek başlangıç ve tanımlardan oluşan ilk maddeleri üzerinde bir uzlaşı sağlanamadı. Ve Anayasa taslak metninin bu bölümüyle birlikte başkanlık hususu, Komisyonun çalışmalarını kilitleyecekmiş gibi gözüküyor.
Bir Anayasa metninin hukuki/siyasi kapsamı ve Anayasa hazırlama teknikleri belli uzmanlıklar isteyen konulardır. Ancak bu özgün durumdan hareketle yurttaşların doğrudan Anayasa konusunda görüş belirtme, örgütlenme, karar süreçlerine katılma ve taraf olma haklarına müdahale edilemez!
Anayasanın en kısa tanımı, devletle yurttaş arasındaki sözleşmedir!
Bu sözleşmenin adının ana yasa (temel yasa) olması, devletle yurttaş ilişkisinin niteliğinin belirlenmesi ve bu bağlamda diğer tüm yasaların bu sözleşmenin ruhuna tabi olmasıdır. Daha baştan yurttaş, Anayasa'nın bir tarafıdır. Tarafı olduğu bir konuda, taraf olanın karar sürecine katılması, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Bu anlamda her bireyin, bir hukuki metin vasfına ve tekniklerine sahip olmasa da, bir Anayasa taslağı hazırlama veya madde önerme veya bir metin üzerinde görüş belirtme hakkı vardır. Bu anlamda Anayasa hususunda birkaç konuya değineceğim.
Ortak tasavvurumuz ne olmalıdır?
Bir Anayasa metninin ruhu, ortak tasavvurumuz nedir, ne olmalıdır sorusuna verilen cevaba bağlıdır! Yeni Anayasa metni, eğer demokratik bir Anayasa metni olacaksa, bu soruya nasıl cevap vereceğiz?
İlkin, önceki Anayasalarda bulunan ortak tasavvur anlayışlarını (daha doğrusu dayatmalarını) kaldırıp atmadan, demokratik bir Anayasa yapılması mümkün değildir. Eskiyi kaldırıp atarken, yeni bir ortak tasavvur üretmek zorundayız.
Bunun için;
Türklük diyemeyiz!
Çünkü Türklük hem bir milli/etnik aidiyeti ifade ediyor hem de ülkede yaşayan tüm insanları kapsamıyor. Her ne kadar resmi ideolojinin dayatması ve Kemalistlerin yutturmacısı olan Türklük bir üst kimliktir, etnik değil kültürel kimliktir vs. denilse de, bütün bunların böyle olmadığını 100 yıldır yaşayarak gördük. Türklük, bu toplumun ortak bir tasavvuru olamadı, olamaz da!
İslam diyemeyiz!
Çünkü bu toplumun tümü Müslüman değil. Ayrıca tarihsel ve toplumsal pratikler açısından da biliyoruz ki, tek bir Müslümanlık da yok! Böylesi de doğal.
Kurucu unsur, asli unsur, tali unsur, falan unsur, filan unsur gibi, toplumun renklerinden bir veya birkaçını öne çıkararak ortak bir toplum tasavvuru oluşturulamaz; nitekim oluşturulamadığını da gördük. Türk, Kürt, Müslüman, milliyetçi, Atatürkçü vs; hiçbir kimliğe vurgu yapılmamalı, bunlar üzerinden hukuki metinler oluşturulmamalı. Bütün bunlar çatışmacı bir anlayışa yataklık yapan 'mağaralardır'! Mağara metaforunu, Amin Maalouf'un "Ölümcül Kimlikler" adlı denemesinde, günümüz devletlerinin çok büyük bir bölümünü "Kabile devletler" olarak nitelendirmesinin çağrıştırmasıyla, 'ilkelliği' ifade için kullandım.
Kaldı ki, bir toplum yüzde yüz bir etnik veya dini kimliğe ait olsa da, o toplumun ortak tasavvurunu bir kimlik üzerine inşa etmek, her daim sorunlu bir bünye oluşturmak demektir. Milli kardeşlik, din kardeşliği, mezhep kardeşliği vs; bütün bunlar otoriter/totaliter iktidarların egemenlik aracı için uydurduğu kavramlardır. Kimlik temelli bütün önermeler, hegemonik ve dolayısıyla eşitsiz bir ilişkiyi gerekli kılar.
Ortak tasavvur oluşturmanın yolu, farklı kimliklerimizle bir arada yaşamanın yolunu bulmaktan geçiyor. Kimlikler önemlidir ve insanlar kendilerini kimlikleri yoluyla da ifade ederler.
O halde şunu söylemeliyiz: Mesele farklı kimliklerimizde değil, mesele, farklılıklarımızla birlikte bir arada yaşama hukukunu oluşturabilmekte.
Peki, nasıl?
Bunun için (pek sevmesem de, söylemek zorundayım) Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Önümüzde onlarca örnek var: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Kopenhag Kriterleri, Avrupa ülkelerindeki Anayasa metinleri vb. Yeni Anayasanın ruhu, insan hakları temelli bir toplumsal sözleşmeye dayanmalı. Tamamen insan hakları hukukuna dayalı bu temel üzerinde oluşacak toplum tasavvuru yoluyla ancak ayırımsız, eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, kimlikçiliğe saplanmadan kimlik haklarını güvenceye alan, kültürel çeşitliliğin önünü açan demokratik bir toplum yapısına kavuşuruz.
Elbette demokratik bir Anayasa'yı yapmak büyük başarıdır. Ancak o Anayasa'nın ruhunu uygulamayı sağlamak, daha büyük ve bir o kadar da zor bir başarıdır!
Anayasayı, örneğin 1 yılda hazırlayıp 1 günde oylayarak yürürlüğe sokmak mümkündür.
Ya devletin kurumlarını? Askerini, polisini, yargısını vb. bir yığın yapıyı demokratik pratiklere uyarlamak, ciddi bir süreç işidir. Çünkü devasa bir yapıyı, yani devleti dönüştürmek epeyi çaba ister. Bu demokratik dönüşüm süreci, toplumun zihniyetiyle de doğrudan ilgilidir. Bunun için bir zihniyet değişimi de gereklidir.
Kolay değil, ama mümkün! (hş/hk)