*Fotoğrafta, bir kadın sırt üstü yere uzanmış durumda. Kadın, açık tenli ve koyu renk saçlı. Gözleri kapalı, sanki uyuyormuş veya dinleniyormuş gibi görünüyor. Üzerinde açık renk bir trençkot var. Kadının yattığı yer, yeşil yapraklar ve kurumuş yapraklarla kaplı bir zemin.
Gürcistan - Fransa ortak yapımı ( 2020) olan "Başlangıç" filmi, Tiflis’e yakın bir kasabada, muhtemelen 90’lı yıllarda geçiyor; Gürcistan 1991’de bağımsızlığını ilan ettiğine göre böyle düşünebiliriz. Filmin yönetmeni genç bir kadın, Dea Kulumbegashivili.
"Başlangıç", Cannes Film Festivali kapsamında yer alan San Sebastian Film Festivali’inde biri, ‘en iyi film’ dalında olmak üzere 4 ödüle layık görülmüş. Filmin bir özelliği var; büyük bir bölümü “sabit uzun plan çekim”lerden oluşuyor.
Örneğin, baş kadın karakterin koruda kurumuş yapraklar üzerinde sırtüstü yatarak tefekküre daldığı sahne 7 dakika sürüyor. İzleyici uzatılmış sahnelerden sıkılabilir ama yönetmenin özgün ve son derece başarılı sinemasal dili buna pek fırsat bırakmıyor. Filmin tanıtımında ( + 18) uyarısı bulunuyor, bunu da unutmayalım.
Açılış sahnesinde, boş bir toplantı salonunda “ merhameti bol olan tanrıya şükredin” yazısı belirir.
Gündüz vaktidir; Yehova Şahitleri mensubu bir topluluk, dini lider David ve eşi Yena’nın düzenledikleri etkinlikte David’in kürsüde, İncil’deki baba İbrahim’in oğlu İshak’ı Tanrı’ya kurban etmek üzereyken Tanrı’nın onu durdurduğu bölümü anlatmaktadır. Ansızın radikal dinci bir grup salona Molotof kokteyli atarak yangın çıkarır.
Neyse ki yangında herkes kaçışır, can kaybı olmaz. Karı-koca durum değerlendirmesi yaparlar. Kadın “Buradan gidelim, tayinini iste” der. Erkek, hırslıdır, terfi peşindedir; işlerini yürütebilmesi için karısının desteğine ihtiyacı vardır.
Kadınsa onun hırslarına alet olmaktan bıkmıştır. “Sanki içinde ben yokmuşum gibi, hayat gelip geçiyor gözlerimin önünden” diyerek duygularını içtenlikle dile getirir. Erkek oralı olmaz; yangın görüntülerini silmesi, göze batmamaya çalışması için “büyüklerin” yaptığı baskıdan yakınır; öfkelidir; kadını işleri aksatmaması konusunda sıkıştırır; dahası psikiyatrik tedavi alması için bile zorlar.
Yena bir yandan da günlük rutinini sürdürmektedir. Eşiyle birlikte ilkokul çağındaki çocuklar için açtıkları din dersi kursunda öğretmenlik yapmaktadır. Ders sırasında baskıcı değildir. Çocuklar, cennet- cehennem kavramlarına gerçek dünyadan referanslarla rasyonel açıklamalar getirirler.
Örneğin bir erkek öğrenci “cehennem, ateşin yandığı yerdir” der; bir kız öğrenci cennetin “bir tabut” olduğunu savunur. Yena dini bilgilere ters düşecek yanıtları yargılamadan, onları sessizce dinler. Oğlu Grigori’ye karşı da anlayışlıdır. Onun iyi bir eğitim almasını ister.
Bu nedenle deyim yerindeyse su katılmamış bir maço olan kocası David’in , “ böyle yaparsan bu çocuk nasıl erkek olacak?” türü babalanmalarına katlanır. Grigori biraz da babanın etkisiyle futbol oynama, arkadaşlarıyla köpekleri kovalama hayalleri kurmaktadır. Ama ortam bozuktur, Yena’nın içi rahat değildir, oğlunu dışarıya çıkarmamakta kararlıdır.
Bir gece, Yena evde yalnızken Aleksi isminde bir erkek çıkagelir. Kendini tanıtır; detektif olduğunu, yangını soruşturma göreviyle Tiflis’ten gönderildiğini söyler. Yeni bir ibadethanenin yapımında çalışan David işinin başındadır. Yena’nın “eşimle konuşun” demesine karşın Aleks ısrarcıdır, olayı ondan dinlemek ister.
“Sana dilediğimi yaparım” yollu tehditi; hali tavrıyla siyasi dokunulmazlığı olduğunu ima etmesi Yena’yı ürkütür, çarnaçar bildiklerini anlatır.
Yerel polis failleri biliyordur ama kimseyi tutuklamamıştır; ayrıca bu olay da ilk değildir. Yena erkeğin kalkıp gideceğini beklerken erkek ansızın açık saçık laflarla ve elle tacizde bulunur kadına; namuslu kadın numarası yapmaya kalkışmaması için uyarır. Kadın korkudan sesini çıkaramaz; belli ki emir büyük yerden, diye düşünmüştür. Ertesi gün karakola gidip erkeği araştırır. Ondan kuşkulanmakta haklıdır, Aleks bir sahtekârdır; ama şikâyetçi olmaz.
Aleks Yena’yı bu kez gece vakti, şırıl şırıl akan suların aralarından geçtiği taş adacıkların üzerinde yakalar. Kadın çırpınırken gözü dönmüş erkek şiddet uygulayarak ona cinsel saldırıda bulunur.
Sonra da çekip gider. Uzakta kaldıklarından olayın ayrıntılarını net bir biçimde göremeyiz. Derken Yena annesini arar, derdini paylaşmak için. Kadıncağız da dertlidir. Yena’nın kız kardeşi kötü bir birliktelik yüzünden bebeğiyle birlikte annesinin evine sığınmıştır.
Anne, Yena’ya olayı kocasından saklamasını salık verir. Kendisi de evliliğinde mutlu olmamıştır. Boşanmak istemiş ama “Boşansaydım benim gibi çocuklu, ikinci el bir kadını kim alırdı” diyerek vazgeçmiştir. Çocuk uğruna katlanılan evlilik fikriyse Yena’nın bilmediği bir şey değildir.
Kocası tesadüfen olayı öğrenince Aleks’i değil, Yena’yı suçlar ve yılların birikimini kusar: “Tanıştığımızda nasıl biriydin? Seni ben yarattım, yaşadığın sefil hayattan çekip çıkarttım.
Artist bozuntusu! Bana böyle mi teşekkür ediyorsun? “Yena varlığını borçlu olduğu kocasına “cezalandır beni” der, tıpkı yaratıcı Tanrı’ya hitap eder gibi.
David öfkelenir: “Ya ‘büyüklerin’ kulağına giderse?” Statü peşinde koşan David’i asıl telaşlandıran budur. Sivil kıyafetiyle de dini liderden çok iş insanını andırır.
Bu işlere dinin kitleler üzerindeki yatıştırıcı etkisinin küreselleşme koşullarında revaçta olduğunu fark ettiği için soyunmuştur. Derken işi büyütmek için topluluğa çadırda yemek verir. Yena yanındadır, David onsuz yapamaz. Uzaktan bir erkekle, İngilizce konuştuğunu görürüz, ne konuştukları duyulmaz ama erkeğin yabancı bir sponsor olabileceğini getirir akla.
İşler tıkırında gider. David terfi almıştır. Tiflis’e taşınmayı önerir karısına. “Seni affetmek istiyorum” der. Ama Yena’nın bu sözlere karnı toktur, “affedemezsin” diye yanıt verir.
David, “ne yapacaksın o zaman?” diyerek çıkar kokan "sensiz yaşamın anlamı yok” tarzı klişeleri yineler durur. O güne kadar Yena, kendi halinde oğlu ve kocasıyla sürdürdüğü sıradan yaşama, manevi değerlerine olan bağlılığından ötürü katlanmış, yazgısını kabullenmiştir. Ama kendini sorguladıkça yaşamının boşunalığını fark eder. Peki bir başlangıç? Mümkün müdür?
Gürcistan geleneksel bir toplumdur. Öte yandan yozlaşmış bürokrasi, küresel güçlerin ekonomik ve siyasal iktidarlarını kalıcılaştırma projeleri kapsamında tüm ülkelerde dini araçsallaştırma girişimlerinden Gürcistanı’ın da payını alması, ülkede eril egemenliğin gücünü artırması v.b. nedenlere bakılırsa, kendi yolunda ilerlemek isteyen Yena’nın önünde pek çok engel vardır ve bir kadın olarak bunları aşmak daha zordur.
Evde, masada yüzü duvara dönük tek başına otururken görürüz Yena’yı. Giorgi’nin neden erkenden yattığını soran kocasına soğukkanlılıkla “öldürdüm onu” diye yanıt verir.
Çocuk küvette yıkanırken Yena’nın ilaçlı sütü içirip onu zehirlediğine izleyici de tanık olmuş, içlerinden bazıları muhtemelen Yena için “keşke bu kadar sert olmasaydı” diye düşünmüşdür.
Georgi’nin geleceği elinden alınıyor çünkü. Euripides’in Medea tragedyasını hatırlayan izliyiciyse belki de bu sahneyi daha farklı değerlendirecektir.
Bu ve bunun gibi sahneler, "Dönüşüm" yapıtındaki Samsa için Kafka’nın “abartıyorum, anlaşılmak istiyorum” mealindeki sözünü hatırlatıyor.
Yönetmenin filmiyle izleyiciye bir ileti sunma arzusu da çok belirgin. Filmin bitimindeki söyleşisinde de değindiği gibi, aktif hale getirmeye çalışıyor izleyiciyi; öyle ki, kurgu üzerine ekleme yapmasını bile amaçlıyor olabiliyor. Sözgelimi Yena’nın koruda kurumuş yaprakların üzerine sırtüstü uzanışı.
Sahnenin 7 dakika sürmesi boşuna değil) Güneş ışıklarından, ışığın değişiminden, gölgelerden zamanın geçtiğini anlarız. Bu süre içerisinde Yena ne düşünür? Neler kurar? Oğlunun defalarca “anne” diye seslenmesini neden yanıt vermez? Yönetmenin isteğini yerine getirerek hayal gücümüzü çalıştırabiliriz: Aleks, sistemin karanlık yüzüdür. Hıristiyan ahlâkı da dahil, hiçbir değer tanımaz.
Yena’ya yaptığı beklenmedik ziyarette hayata olan tüm nefretini zayıf olana, günah keçisi olarak seçtiği kadına yöneltmiş; ayrılırken bir de özür dilemiştir. ( Ne alâka ? ) Keza cinsel saldırıdan sonra pişmanmış gibi her yana çekilebilecek, kös kös önüne bakarak yürümesi?
Geride kalan Yena ne hissediyordu acaba? İzleyicilerden ortaya kim bilir ne yanıtlar çıkar? ( Olaydan haz aldı, bile diyen olabilir) Yönetmenin metaforik (eğretilemeli) anlatısıysa finalde doruğa erişiyor.
Bir av sahnesi. Avlanan erkekler, av köpekleri. Aleks dönüşte geride kalıyor, elinde tüfeği, her zamanki doyumsuzluğuyla suratı asık. (Çağımızda avlanma barbarlıktır.
Doğa ve doğallık sevdalısı Yena verecektir onun cezasını. )Bize televizyondan tanıdık gelen çorak, kuraklıktan taşlaşmış toprak; Aleks tüfeğiyle yere uzanır. Bedeni metamorfoz geçirir ve taş kesilerek emsallerine eklenir.
Durmayan hayal gücümüzle Yena için de; artık onun yaşamında dinin yer almayacağını, işinde yükselmek için her daim kendisini kullanan kocasını terk etmek suretiyle cezalandırdığını ve oğlunu öldürmekle yönetmenin ustalıkla kullandığı metaforik anlatıya dayanarak yeni Yena’nın toplumsal cinsiyet rollerinden arınmış olduğunu söyleyebiliriz.
(TT/EMK)