Meclis'te yemin krizi varmış. Haber başlıklarına bakarken gördüm. Ben Mardin’de yaşıyorum, o yüzden başlığı görür görmez anladım tabii krizin ne olduğunu.
Ben bir yurttaş olarak 7 Haziran'da oy kullanıp kendime vekâlet etmek üzere Meclis'e vekil gönderdim. Gittiler yeminlerini ettiler. Böyle memleket meselelerinde falan bana vekillik edeceklerini sanıyordum, olmadı. Olmadı, saymıyoruz deyince 1 Kasım'da bir daha seçtirdiler bize vekillerimizi. Ben tabii gene seçtim. Tarihte bir şeyi iki kere yapınca sonuç değişmiyor ya, benim oyum da değişmedi.
İnanır mısınız gerçekten sonuç hiç değişmedi ve benim şehrimde seçilen vekiller gene vekillik edemiyor. Niye? Çünkü vekillere yemin ettirmediler. İşte bu bir krizdir!
Ben oy verdim. Herkes gibi. Herkesin vekili yemin etti, benimkiler edemedi. Ben de herkes kadar seçmen değil miyim? Seçtim işte vekilleri Mardin halkları olarak. Herkes kadar oy kullandık biz de. Zaten bir tane zarf atıyoruz sandığa, bin türlü heyecanla. O zarfı atınca, o mührü basınca demokrasinin gelivereceğine dair naif bir arzuyla yanamaz mıyım ben de! İnanasım var belki benim de demokratik hukuk devleti iddiasına. Attım o zarfı gidip sandığa.
Bakın bunu ikinci kere yapıyorum aynı sene içinde hem de. Herkesle aynı kağıt ve aynı mühürü kullanarak hem de. İzmir’deki annemle babama sordum mesela, sizin sandık da şeffaf mıydı diye, evet dediler. Ama onların seçtiği vekiller yemin edebildi. O zaman benimki niye edemedi. Krizdir bence bu!
Mardin’de seçilen iki milletvekiline yemin ettirilmedi. Çünkü benim şehrimin iki vekili "hapis" cezasına çarptırıldı.*
Ben bunca senedir hukukla iş ve güç eylerim. Daha fakültede öğrendim ki en temelinden, “tutuklama kararını ancak hâkim verebilir”. Bir kişinin tutuklanmasına hâkimden başka hiç kimse karar veremiyor. Niye? Çünkü hâkim güvencesi diye bir prensip var. Niye? Çünkü insanlık âleminin bulabildiği en üst hak bu. Bulabildiğim en sağlam güvence. Hâkim, hukuku bilen ve hukuk uygulayıcısı olarak hüküm kesen kişi. Hâkimler de hep doğru söylediğinden değil ama, ne yaparsınız elde bu var. Olsun, var işte bir güvence.
Bir tek kişiyi tutuklamak için hâkim kararı gerekiyorsa koskoca bir ilçeyi tutuklamak için hâkim kararından bile daha fazla bir şeye gerek var diye düşünüyor bu durumda insan. Zaten de öyle. Hâkim kararından daha büyük ne olur? Vali kararı mı? Olmaz ki! Yani en büyük mülki amir o, en büyük hukuk uygulayıcı değil ki. Olmaz o zaman diye düşünüyor insan. Hem zaten böyle bir mevzuat da yok.
Sokağa çıkma yasaklarındaki gerekçeye bakınca görüyoruz ki vali güvenlik maksadıyla tedbir almaya yetkili. Tedbir almaktan kastedilenin tutuklama kararı olmadığı açık.
Niye? Çünkü tutuklama kararı için ancak hâkim karar verebilir. Tutuklama nedir, "tedbir" maksatlı hürriyetin kısıtlanması. Bir kişinin hürriyetini kısıtlamak anlamına geldiği için de çok mühim bir müessese. O yüzden sadece hâkim karar verebiliyor.
Beni evimden alıp cezaevine kapatmakla, evime kapatıp hiçbir yere çıkamazsın demek bence aynıdır. Her ikisinde de ben özgürlüğümden mahrum ediliyorum. Ne özgürlüğümden? Sokağa çıkamadığım için en basit dolaşım özgürlüğümden, okula gidemediğim için eğitim özgürlüğümden, işe gidemediğim için çalışma özgürlüğümden, hastaneye bile gidemediğim için sağlıklı yaşama özgürlüğümden, bakkala gidip ekmek alamadığım için beslenme özgürlüğüme kadar uzanan bütün haklarımdan ve özgürlüklerimden yoksun bırakıldığım anlamına gelir sokağa çıkma yasağı.
Bir tek ben değil bütün ilçe halkı bu durumdaysak pek tabii bunun için hâkim kararından daha fazlası gerekir.
Şimdi benim yaşadığım şehrin ilçesi Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı var. Keskin nişancılar tarafından vurulup öldürülenlere hiç değinmeyeceğim.
Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı var. Şehrin milletvekili olarak seçilmiş iki vekil Nusaybin’de kuşatılmış. Yemin ettirilmedi onlara. Krizdir bu en fenasından.
Sonra bir baktım başlığın altına Leyla Zana’yla ilgili bir şey var. Şaşırdım, Leyla Zana da mı Nusaybin’e gelmiş acaba dedim önce. Benim mi haberim yok? Baktım, "Kürtçe konuşmuş" diye başlıyor haber. E kadın Kürt! Kürtçe konuşması niye haber olmuş ki diye düşündüm. Yeminin sonunda da demiş ki, "Türkiye halkı". Bir de baktım, kriz diye buna diyorlar.
Benim iki milletvekilim hâkim kararı olmadan tutuklanmış, onlara yemin ettirilmemiş, o kriz değil, Türkiye halkı olmak kriz!
Meclis'e de kim başkanlık ediyor? Deniz Baykal... Ben çocuktum Deniz Baykal vardı, böyle şeyler söylerdi. Ben ilk gençlik yıllarıma geldim, Leyla Zana vardı, gene kürsüdeki varlığı olaya dönüştürülmüştü.
“Neredesin aşkım, hep aynı yerdeyiz be kirve”.
Onca sene geçti, Leyla Zana’nın Kürt olduğunu biz hâlâ öğrenemedik mi? Bir Kürt'e niye Türkçe yemin etmesi gerektiğini öğretebilir miyiz? Ben bir Türk olarak algılayamıyorum bunu, bir Kürt niye anlasın! Kadın hepimize birden yemin etmiş. Türkiye halkı demiş. Başka bir şey dememiş. Niye olmuyor. O olmuyor, bir de bu kriz oluyor.
Lütfen, gerçekten lütfen, bizim hakiki krizimizi de yazabilir mi basın! Oy verdik, saylanmıyor iki seferdir. Ciddi kriz yaşıyoruz.
Nusaybin’deki arkadaşlar günü geceyi saati zamanı unuttu. Günlerdir silah sesleri altında zamansız ve kitapsız kalmış halde. Çoluk çocuk bir de suları kesik. Su boruları bile onarılamıyor. Böyle olmuyor. Seçim gelmiş neyime, kriz var benim evimde. (ÖDM/HK)
* Nusaybin'de 13 Kasım 2015 günü ilan edilen sokağa çıkma yasağı nedeniyle ilçede bulunan Mardin milletvekilleri Gülser Yıldırım ile Ali Atalan Meclis yemin törenine katılamadı.