İcatları yok sayılan bilim insanları, yazdıkları öyküleri başkalarına mal edilen öykücüler, çalışmaları yok sayılan akademisyenler, “bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı” denilen şairler, “yemek yandı ile çocuğun bezi arasında koşarken" yazan edebiyatçılar, tiyatro yazarları…
Hepsi kadın. Ortak noktaları, eril tarih yazımında, hayatlarının değersizleştirilmesi, üretimlerinin yok sayılması.
Daha açıkcası, yaşadıkları çağda hayatlarına, üretimlerine kıymet verilmeyen, tarihsel akış içinde “yokmuş” gibi davranılan kadınlar…
Kim bu kadınlar?
Mesela Türkiye’de Suat Derviş, Neriman Hikmet, Meliha Esenel, Sabiha Sertel, Sevgi Soysal, Leyla Erbil…
Hayatı değersizleştirilen bu kadınlara bugün hakları olan değeri vermeye yani hayatlarını iade etmeye yine kadınlar çaba sarf ediyor. Feminist akademisyenler, feminist araştırmacılar, feminist gazeteciler…
Dün (21 Ekim Cumartesi), tam olarak böylesi bir konferanstaydım. Bugünün kadın akademisyenlerinin, araştırmacılarının bir elinde kürek bir elinde kazma taşırcasına tarihi, arşivleri feminist bakış açısıyla kaza kaza çıkardıkları kadınların hayatlarını dinledik.
Özyeğin Üniversitesi’nde düzenlenen “Cumhuriyet’in 100. Yılında Kadın Hareketi Tarini Yenden Düşünmek” başlıklı konferanstan söz ediyorum.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli Doç. Dr. İnci Özkan Kerestecioğlu’nun açılış konuşmasıyla başlayan konferansa deyim yerindeyse tam olarak konunun meraklıları katıldı.
Peki, Kerestecioğlu ne söyledi? “Feminizm nedir?” diye sordu önce sonra bu sorunun yanlış bir soru olduğunu söyledi ve asıl “nasıl feminist olunur?” diye sormak gerektiğini anlattı. “Çünkü” dedi, “feminizm canlı yaşayama ait bir soru”.
Ayrıca, şunu da ekledi: “Feminist olmak demek herşeyi sorgulamak demektir.”
Yani, bir çoğumuzun da ortaklaştığı üzre “feminist olmak öyle nokta konulacak bir süreç değil”. Ben oldum demekle olunmuyor…
Sonrasında “Soğuk Savaş’ın İlk Yıllarında Kadın Hareketi (1945-1960)” başlıklı oturum başladı.
Soğuk Savaş
Oturumun yöneticiliğini Özyeğin Üniversitesi’nden Murat Narcı yaptığı bu bölümde, Akademisyen Cangül Örnek, Rusya ve ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki çatışmasının rekabetinin bir boyutunun da kadınlar üzerinden olduğunu hatırlattı.
Anlayacağınız gibi ABD, kadını toplumsal hayatta nereye koyuyorsa, Rusya tam tersi bir yere koyuyor.
Ne zamanki Rusya’dan çiftçi kadın Valentina Tereşkova uzaya giden ilk kadın oluyor, ABD’nin bakışı da biraz değişiyor.
Sonrasında Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Senem Timuroğlu konuştu, özetle şöyle dedi:
“Suat Derviş çok yüklü bir külliyat bıraktı. Halen daha keşfediliyor. Gazeteciliği de var. Neden solun tarihinde yer bulanadı? Edebiyat tarihinde ve Türkiye’nin düşün entellektüel tarihinde yer bulamadı? Biz neden 1990’lar sonası 2000’lerde keşfetmek durumunda kaldık sorusu var…”
Aslında tam olarak bu sorunun yanıtından gidiliyor, tüm konferans boyunca. Timuroğlu’nun ardından konuşan bianet çalışanlarından projeler koordinatörü Ege Öztokat da gazeteciliği yok sayılan tarih sayfalarında çok az yer bulan gazeteci Neriman Hikmet’i anlattı.
Gün boyu süren konferansta Mimar Sinan Üniversiteleri’nden akademisyenlerinden Seval Şahin de şu noktaya dikkat çekiyor:
“Bugünün kadınları akademisyenleri, erkeklerce yok sayılmış, kabul görmemiş kadınların hayatlarını yeniden canlandırıyor, varlıklandırıyor, haberdar ediyor, hatırlatıyor. Bu dahi başlı başına bir eylem değil mi?”
Leyla Erbil
Konferans’ta en dikkat çeken sunumlarından biri yazar ve gazeteci Gönül Kıvılcım’a aitti.
Kıvılcım, Leyla Erbil’i anlattı. Ayrıca, Özlem Dilber’in Yardım Sevenler Derneği ve Emel Akal’ın İlerici Kadınları anlattığı sunumları da çok kıymetli araştırmalar ve tanıklıklar arasındaydı.
Ayrıca Akal, "O zamanın kadınlarının çocukları bugün Gezi'deydi" dedi.
Bunca emek, bunca çaba akademik hayata etki ediyor mu? Ortaya çıkarılan hayatlar ve ürünleri, eğitim müfredatıyla öğrencilere yansıyor mu? İşte bu konuda da eleştiriler yoğundu.
Seval Şahin’in söylediği gibi:
“Feminist müfredatın eğitim hayatına dahil edilmesi gerek. Hayatı yok sayılan kadınların ortaya çıkarılması gerek. Öğrenciler bu konuda cesaretlendirilmeli. Araştırmacıların bu konuda teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Konferans’taki detaylı sunumlar önümüzdeki aylarda bir dergide yayınlanacak ve ilgililerine ulaştırılacak…
Yazıyı bitirmeye çalıştığım dakikalarda 21 Ekim’in Ursula K. Le Guin doğum günü olduğunu hatırladım. İyi ki doğdun! Söylediğin gibi:
“Eğer kişisel isteklerimizden kamu yararına vazgeçmezsek, hiçbir şey, bu çorak dünyadaki hiçbir şey bizi kurtaramaz…”
Eşit, cesaretli ve özgür yeni bir hafta olsun!
(EMK)