Evrim Alataş, insan gibi insandı. İnsan güzeli, üretken, durmaksızın insani değerler yaratan birisiydi. Yarattığı değerleri insan toplumuna mal eden bir kişiliğe sahipti. İnsanı hep en başa koyan, ürettiği değerler bütününün bir öğesi olarak, mütevazılığı hiç elden bırakmayan bir kişiydi.
Evrim, benim yakın akrabamdı. Halamın, yani Eme bibimin (hala) torunuydu. Eme bibim, tarifi zor bir akraba ve insan, cana yakındı. Bizlere yönelik öylesine bir sevgi birikimine sahipti ki bitmek tükenmek bilmeyen bir hazineydi bu. Babamın kız kardeşiydi ama sanki hem kardeşi hem de annesiydi. Hâlbuki onun daha küçüğüydü. Ama onun sevgisi herkesin boyunu da yaşını da aşıyordu. Hepimizi, bütün yakınlarını sevgiye boğuyordu. Kişiliğimiz, karakterimiz sanki Eme bibimin sevgi gölünde yeşerip boy attı.
Tersi de öyleydi. Allah onu kimseye düşman etmesindi. Geri adım atması, boyun eğmesi, pes etmesi söz konusu bile olamazdı. O sevgi dolu insan, zor ve zorba karşısında kaskatı ama merhamet dolu, direngen bir kişiliğe bürünürdü. Bibim, Karaterzi Köyü'nden Alo dayı (Ali Bozkurt) ile evliydi. Alo dayı bazen bibime, düşmanın görünce geri çekildiğini ifade eden anlamında "Düşman değneği" diyordu.
Zor ve zorbalık karşısında bitmez tükenmez bir direngenlik gösterirken de sevdiği insanları, sevgi gölünde yüzdürürken de çok ince bir espri ve alaycı üslubunu asla terk etmezdi. Okul tatillerinde, gelip beni götürürdü; çoğunlukla Eme bibimin yanında kalırdım. Eme bibimin o sevgi ve zorbalık karşısındaki direnci ona yakın olan herkesin iliklerine kadar işledi, kişiliklerinin biçimlenmesinde çok etkili oldu.
Babam da Eme bibime çok düşkündü. Bibimin kızı İsaf'ı, yani Evrim'in annesini "Bana yakın olsun" diyerek Evrim'in babası ile evlenmesine yardımcı oldu. İki aile arasında öyle bir ilişki oluşmuştu ki çocuklar ayrı gayrı bilmiyorlardı. Herkes o sevgi yumağının bir yerlerinde birer iplik gibiydi. İsafsevecenlik konusunda bibimden yani annesinden hiç geri değildi. Çocukları ile bizim çocuklar arasına hiç mesafe koymadı. O yakınlık, o içtenlik içinde büyüdüler. Belirtmek gerekir ki İsaf da Eme bibim gibi, bütün içten yaklaşım ve paylaşımların odağında yer alıyordu.
Evrim hep direndi
Evrim, ben kaçak duruma düştükten altı sene sonra 1976'da doğdu. Evrim'i ben ilk kez yakalanıp, cezaevine düştükten sonra ziyaretimize gelince gördüm. Bayrampaşa Cezaevi savcısı Necati Bey gazetecileri cezaevine alınca Evrim'e de ilk kez orda sarıldım doyasıya. Anneannesi Eme bibime çok benzetmiştim onu. Daha sonra esprili konuşmaları, ince alaylarını gördükçe bana Eme bibimi daha çok anımsatmıştı.
Eme bibimin, sevdiklerine bir sevgi yumağı, zor ve zorbalara karşı duruşu ve direngenliğini, Evrim de zalim kansere karşıtam 13 yıl direnerek göstermişti. Ölümüne yakın telefonla aradım, nasıl olduğunu sordum. İyileştiğini, ama iyileşmesinin yavaş yürüdüğünü fakat, kesin direndiğini söylemişti. Eşi ve ailesi gerçek durumunu biliyor ama ondan gizliyorlardı.
Bütün gençliğini, kansere, anti demokratik yasalara, şovenizme, faşizme karşı mücadele ve direnişle geçirdi. Üretkenlik ve direngenliği ile genlerinden gelen bütün değerleri aşarak, bilgi ve birikimleriyle kendine özgü üslup, değerler bütünü ve bir gelecek perspektifi yaratmıştı.
Yeğen olmaktan öte yoldaşımdı
Süreç içerisinde Evrim'le aramızdaki değer paydası, akrabalık bağlarını çok aştı, benim için çok daha önemli bir konumda yer aldı. Yoldaş gibi,bir dava arkadaşı gibi, zora zorbalığa, sömürüye, zoraki asimilasyona karşı mücadelede, Kürt halkının kendi kaderini tayin etmek haklı davasına destek olmada omuzdaş olduk. Ona olan sevgim, vermiş olduğum değer, akrabalık değerlerinin çok ötesine geçti.
O bana hep "dayı" diyordu ama ben ona bir dayının yeğenine verdiği değerin çok ilerisinde bir değer veriyor, benim yaptığımdan daha fazlasını hatta benim yapamayacağımı yaptığını görerek onunla hep gururduyuyordum..
Bu duygu ve düşüncelerimi ona da söylemiş, "Her Dağın Gölgesi Denize Düşer"adlı kitabını yayınlamadan önce bana gönderip, Denizlerle ilgili yazdıklarını, tarihlerinin doğru olup olmadığını ve de görüşlerimi sorduğu zaman "Benim yapmadığımı ve yapamayacağımı yapmışsın eline aklına sağlık" diyerek kutlamıştım.
Kürt sorunu konusunda da ben hala kullarıyla uğraşıp dururken o Kürt sorununu tanrının katına kadar çıkartmış, Tanrı'ya "Haklısın Kürtlere haksızlık ettim"dedirtmişti. Birçok sorunu çeşitli boyutlarda ele alırken, bazılarını da tanrı katına ulaştırabilmişti. O zaten "Her ne arar isen kendinde ara Mekke'de Kabe'de Hac'da değildir"diyen bir felsefenin sahibiydi. Ondan dolayı her şeyi insanlık katına çıkartıyor, orada çözüm arıyordu.
İnsanlar kendilerini tatmin etmek için,"İnsanlar her canlı gibi doğarlar, yaşarlar, ölürler" diyerek hem bir diyalektik yasayı dile getirirler hem de ölümün kaçınılmazlığı karşısında kendilerini teselli ederler. Evrim Alataş da her insan gibi doğdu, yaşadı ve öldü. Ama Evrim, sadece yaşamadı. Doğdu, üreterek yaşadı ve öldü. Sadece doğup, yaşayıp ölmedi. Zalimin zulmüne karşı durdu, mücadele etti, insanlığa önemli katkı yaptı, insani değerleri büyüttü, yaşından büyük şeyler üretti ve öldü. Aslında geride bıraktıkları ile ölümsüzleşti.
Eserleri onu yaşatacaktır. Çünkü ürettiği hiçbir şey kendi çıkarı için değil, tümü insanlık için.İnsan olan herkese bir miras bıraktı. İnsan olan herkesin örnek alacağı şeyler üretti. Deniz'i yazdı, Hüseyin'i yazdı, Yusuf'u yazdı Mahir'i yazdı, Kızıldere'nin ölümsüzlerini yazdı.
Yanlış bir şey yazmamak için ne kadar titizlendi. Çünkü o anılara çok saygılıydı. İlgili herkese sordu, tekrar, tekrar sordu. En doğru olanı yazmaya çalıştı. Yanlış bir şey olsun istemedi. Belki yine de eksik bir şeyler olmuştur. Ama eğer varsa da o bilmeden olan bir yanlıştır. Bilerek yapılan bir şey değildir.
Evrim hep kendisi oldu, hiç "kimseci" olmadı.Mücadelenin içinde doğdu, içinde büyüdü, her türden acıyı gördü ama hiçbir koşulda geri çekilmeyi düşünmedi. Mütevazı oldu, keskinlik yapmadı, kimseye kuru devrimcilik numarası çekmedi, ama mücadeleye çok önemli katkılarda bulundu.
Aramızdan erken ayrıldı
Evrim, üretmiş olduğu değerlerle akraba ilişkilerini, ideolojik darlık ve taraftarlığı çoktan aştı. İnsanlığın bir değeri, onun önemli bir üyesi haline geldi. İnsana insan gibi, olmayana olduğu gibi davranmasını bildi. Hiçbir siyasi mirasa tenezzül etmedi.
Kağnının gölgesinde yürüyüp kendi gölgesi sananların ve kendi gölgesiymiş gibi gösterenlerin durumuna hiç düşmedi. O nedenle miras yedi olmadı; kendisi üretti.Ürettiklerini insanlığa kendi mirası olarak bıraktı. Kendi değerlerini üretirken, eleştiri adına değersiz, gereksizlikleri yapanları fazla kaale almadı; işine baktı. En verimli yaşına henüz gelmeden aramızdan ayrıldı. Aramızdan erken ayrılışı beni ve bütün yakınlarını, sevenlerini çok üzdü.
Ama tek tesellimiz; güzel, akıllı, yetenekli, yetkin, kimimizin kardeşi, kimimizin yeğeni, kimimizin kuzeni, kimimizin dostu, kimimizin değerli insanı, kimimizin gelini, kendi deyimiyle "Fiko"nun (Fikri Kutlay) sevgili eşi, bütün sevenlerinin sevgili insanı insan toplumunun değerlerine değer katan bir üyesi düzlemine gelmiş olmasıdır. Amansız hastalık onu aramızda zamansız aldığı için üzgünüz ama öyle sevgili bir insanımız olduğu için de gururluyuz.
Yattığın yerde rahat uyu güzel insan, yapman gerekenlerin hepsini yapmana zaman müsaade etmedi ama yapabileceğin her şeyi yaptın.(SP/EÖ)