Diyarbakır… Üniversiteye hazırlık yılları. Dershaneye gidecek paramız olmadığı için bir grup arkadaşla Bağlar’dan sabah erken yola düşüp Ofis’teki halk kütüphanesine gider, ders çalışırdık. Sabah girerdik içeri, akşam oldu mu da çıkardık. Bir mesaimiz vardı velhasıl kelam.
Bir başka mesaimiz daha vardı o günlerimizde. Pazartesi akşamlarıydı sanırım, TRT’de Yedi Numara adlı dizi vardı (Bir de Yeditepe İstanbul dizisi vardı, Nazan Özcan’ın Radikal gazetesindeki diziyle ilgili haberi hala evde saklıdır). İşte o akşamı bir şenlikmişçesine beklerdik.
Sonra üniversiteyi kazandık. Her birimiz başka kentlere gider olduk. Olan olmuştu, olması gerektiği gibi belki de. Başka kentlere gittikse de oralarda da kaldığımız yerden mesaimize devam eder olduk.
Zaman aktıkça, orada burada şurada olsak da mesaimiz de akıyordu onunla birlikte…“Aç hele bir Yedi Numara izleyelim” sesi ile bilmem kaçıncı kez izlediğimiz bir bölümün seyrine verirdik kendimizi, bir başlangıcı yokmuşçasına… Ne bileyim işte, keyfımız gelidi.
Keyfımız gelidi, dediğimiz bir an
Altta ve üstte otururlar. Üstte kadınlar (Ayten, Rüya, Armağan ve Cansu), altta ise erkekler (Haydar, Satılmış ve Recep ). Kadınlar kentli, erkekler ise köylü.
Üniversite okumaya gelmişler doğdukları yerden. Hayat onları kapı numarası yedi olan evde buluşturur. Aynı çatının altında kalsalar da kent yaşamı ile köy yaşamı amansızca çatışır… Lakin zamanla kent köy, köy de kent oluverecektir kapı numarası yedi olan bu evde.
Alttakiler ile üsttekilerin çatışmasının şiddetlendiği an, her şeyi olmasa da bir şeyi başlatan an olacaktır biraz da… Çatışma, eve dair ortak kullanım olan telefon, elektrik ve su faturalarının ödenmesine dairdir.
Ödemenin yarı yarıya olmasını ister kadınlar, erkekler ise bunu kabul etmez. Recep’e göre, üçün dörde eşitliği nerde görülmüştür! Eşitlik sağlanamayınca önce sular, sonra elektrik ve çok sonra da telefon kesilir.
Ve derken bir gün, eşitliğin sağlanamadığı kapı numarası yedi olan bu eve hırsız girer. Hiçbir şey bulamayan hırsız kapı önündeki horoz ve tavuğu çalarak gider. “Benim tek arkadaşlarım Paskal ve Ferit’ti, artık arkadaşlarım yok” diyen Haydar’ın tavuğu ile horozunun adıydı, ve arkadaşıydı onlar.
Arkadaşlarının çalınmasına üzülen Haydar’a Armağan, “Onların yeri dolmasa da yeni arkadaşlara yer aç, belki de onlar kadar seveceğin birileri gelir, kendine bir şans tanı, başka arkadaşlara da…” der, yarına seveceğinin kendisinin olacağını bilmeden sevgisinin ilk tohumlarını armağan eder.
Eşitliğe formül olarak faturaların yediye bölünmesi üzerinde birbirleriyle çatışa çatışa varırlar, ancak kendi paylarına düşen parayı sağlayamaz Armağan ve arkadaşları. Bulunamayınca para, elektrik, su ve telefon da uğrayamaz kapı numarası yedi olan eve.
Armağan mutsuzdur bu durumdan dolayı, Haydar ise mutludur. Çünkü çalınan arkadaşları Paskal ve Ferit dönmüştür… O an, kapı numarası yedi olan evin merdivenlerinin aşağısında mutsuzluk, yukarısında ise mutluluk vardır. Oysa mutluluk sevdiklerinin de mutlu olmasındaydı, demiş birçok bilen.
Geldi zaman gitti o zaman, ve derken yine bir gün, okul dönüşü eve gelen kadınlar elektriğin, suyun ve telefonun geldiğini görünce “hopdirik hop hopp” diye mutlu olurlar.
Peki, olan bu mutluğun olmuşluğu nasıl olmuştu bianet’in güzel okuyucuları.
Haydar’a varır Armağan. Sorar bu olanın olmuşluğunu. Der ona Haydar, “iki eski arkadaş” diye. Olan olmuşluğa böyle varır işte. Kelamın velhasılı, Haydar, “seveceğin yeni arkadaşlara yer aç” diyen Armağan için satar Paskal ve Ferit’ini.
Bir şeyler eksilse de, bir şeyler de çoğalır Haydar’da. Armağan’a mutluluk armağan eder, bir de sevgisinin ilk tohumlarını.
Bütün zamanlar için olmasa da o andan sonra, kapısı numarası yedi olan evin merdivenlerinin aşağısında da yukarısında da yepyeni, içinde sevginin olduğu eşit bir mutluluk yeşermeye başlar. (KT/ÇT)