Rüzgarı eksik olmayan bir Eylül gününde akşam vakti evime geliyorum. Dairemin önünde her zamanki alışkanlığımla anahtarımı önce kapının üst kilidine yerleştirmeye çalışıyorum. Bir gariplik var. Evvela anlamıyorum. Kilidin vidalarından birinin olmadığını fark ediyorum. Anahtarım kilidin içinde dönmüyor. Acaba üst kilidi kilitlemedim mi diye düşünüyorum. Kilitlediğimi anımsıyorum.
Bu kez alt kilide yöneliyorum. Anahtarımı uzatıyorum. Anahtarı yerleştireceğim kilit yok. Birden her şeyi anlayıveriyorum. Ellerim titriyor. Israrla kilit arıyorum. Yok. Vücudumu ürperti sarıyor. Sarsılıyorum. Eğilip kilide bakmak o zaman aklıma geliyor. Kilidin yarısı yok. Kalan yarısı ise zorla kırılmış metal parçasından ibaret.
"Hayır, kilidi açamamış, içeri girememiş" diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Ama nafile. Evimin kapısındayım. Kilidim kırılmış, evime girilmiş. Başkalarının girdiği evime ben giremiyorum. Kapıda çaresizce kalakalıyorum.
Hızla düşünmeye çalışıyorum, ne yapmalıyım diye. O zaman akıl ediyorum birilerini aramayı. Sonrası bildiğiniz gibi. Polis, çilingir... Çilingirin açtığı kapıdan polisler eşliğinde eve giriyorum, "Bir yerlere dokunmadan evi kontrol edin" uyarısı eşliğinde.
Sevdiklerimin fotoğrafları rastgele ortalığa saçılmış, içim acıyor öyle görünce. Çekmeceler açık, çamaşırlar yerlere atılmış, dolaplardan dökülen kıyafetler, cepleri karıştırılmış ceketler, maddi değeri olmadığı için hırsızdan paçayı yırtmış, hınçla etrafa saçılmış emektar takılarım...
Kitaplarım, karalamalarım, Kasım ayında çıkması planlanan kitabıma dair yazılarım, çalışmalarım masanın üzerine savrulmuş haldeler.
Güvensizlik hissi
Evine hırsız girdiğinde insanın onuru çok inciniyor, gururu kırılıyor. Ama ondan da önemlisi yaşadığı güvensizlik hissi... Kendi eviniz, onca zorlukla çalışıp aldığınız eşyalar, size ait her şey, mahrem alanınız ayaklar altında. İnsan acayip tedirgin oluyor. "Bu nasıl olur?" sorusunu kafandan atamıyorsun. Bu nasıl olur?
"Çalınan bir şey var mı?" sorusunu duyuyorum. Bilgisayarın yerinde koskoca bir boşluk. İlk anda konuşamıyorum. Doğrusu konuşuyorum da sesim çıkmıyor. Sesimi bir ben duyuyorum. Bir daha soruyor, bilgisayarım diyorum. Der demez o ana dek boğazımda düğümleyerek tutmaya çalıştığım her şey gözlerimden boşalıyor.
Sorulara cevap veremiyorum. Başım dönüyor. "Arkadaşınıza bir su verin" diyen sesle kendimi toparlamaya çalışıyorum. Herkes suskun... Biraz böyle devam ediyor. Sonra yeniden evi kontrol etmemi söyleyen sese itaat edip yerlere saçılmış eşyalarıma basmamaya özen göstererek yerçekimsiz mekanda yürümeye çalışıyorum.
Sadece bilgisayarım değil
"Sadece bilgisayarınız mı çalınmış" diyor arkamdan gelen ses. Kaskatı kesiliyorum.
Çalınan sadece bilgisayarım değil, hayatımın parçacıkları, işim, yüksek lisans tezim ve edebi çalışmalarım diyorum içimden. Dışarıya konuşamıyorum.
O bilgisayarda kasım ayı sonuna dek kitap olarak basılması planlanan, kadınlar üzerine yaptığım araştırmam var. Bir vakıfla bu konuda sözleşme yapmışım.
O bilgisayarda, kadınların yaptıkları paralı günleri konu almış, bir yıl boyunca o günlere katılıp gözlemlerini not etmiş, katılımcı gözlemci yöntemle yazılmış, son birkaç düzeltmeyle tamamlanacak duruma gelmiş yüksek lisans tezim var.
Abartılı bir cümle olarak algılansın istemem ama ben yazan biriyim.
O bilgisayarda edebi çalışmalarım var. Kaç yıldan bu yana yazdığım şiirlerim var. Öykülerim var. Roman denemelerim var. Bilen bilir, bir daha aynı şiiri yazamazsın, aynı öyküyü kaleme alamazsın. O bilgisayarda benim için manevi açıdan paha biçilemeyen "ziynet eşyalarım", ürünlerim var.
Basit bir hırsızlık değil
O yüzden içim yanıyor, avaz avaz bağırmak istiyorum, yazan birinin bilgisayarını çalmak "basit" bir hırsızlık değildir diye. O bilgisayarın benim için maddi hiçbir değeri yok. Peşinde olduğum bilgisayar değil, hoş o da olabilir. Bunda da sorun yok ancak bu hırsızlık hikayesinde payıma düşen sadece bilgisayarımın çalınmış olması değil.
Yazan birinin şiirleri, öyküleri, romanları, tezi ve kitabıdır çalınan. Bu telafi edilebilir mi? Bilezik, yüzük, küpe değil ki yerine aynısından alasın. Bunlar alınıp satılan şeyler değil.
Ayrıca bu hırsızlık olayında çalınanlar arasında olup beni derinden etkileyen bir diğer şey, artık hayatta olmayan annem ve babamdan geriye kalan fotoğraflar. Bu fotoğrafları bir daha göremeyeceğim fikrini aklımdan geçirmeye bile cesaret edemiyorum. Zaman zaman o fotoğraflara bakmaya ihtiyacım var.
Bu yüzden polisin, "Sadece bilgisayarınız mı çalındı?" sorusuna bunlara benzer cevaplar vererek derdimi doğru anlatmak için her şeye rağmen bir kez daha kendimi zorluyorum.
Kendini güvende hissetmemekle, en değerli varlıklarını yitirmiş halde iki gündür evde ve karakolda ifade veriyorum, gerekli evrakları edinip dosyaya eklettiriyorum. O bilgisayarı 300-400 lira karşılığında satmayı planlayan bir hırsızdan, hayatımın çalınan parçalarını bulmaya çalışıyorum.
Karma karışık duygular içindeyim. Ya bulunamazsa diye içim yanıyor. Çünkü polisler genellikle bulunmadığını söylüyorlar.
Bunları yazıyorum çünkü böylece ilgili kurumların ilgisini çekeceğimi umuyorum ve hepinizin huzurunda muhatap aradığımı söylemek istiyorum. İçişleri Bakanlığı mı, onun altındaki birimler mi bilmiyorum ama birileri bu talebime cevap versin istiyorum. Buradayım, bekliyorum.
Hırsızdan canı yanmış biri olarak, bildiğiniz bir şeyi bir de ben size "nasihat" edeyim. Siz siz olun bilgisayarınızda bulunan her şeyi yedekleyin. (GA/AS)