Sevgili okur, uzun zamandır bizi pençesine alan Covid -19 sayesinde bir şeylere odaklanmak zorunda kaldık. “Paronayak” olmamak ve “delirmemek” için çeşitli stratejilere başvurduk; bize “iyi” gelen birtakım meşgalelere sarıldık. Hapisteki ruhuma, terapi, meditasyon olsun diye, ben de yazmaya odaklandım.
Yazmak, kendi iç dünyamı anlamamda fantastik bir rehber oldu. Ve aynı zamanda anlıyorum ki, yazmak gizemli bir tutkudur. Bağımlılık yaratan, ağu gibi bir tutku bu; çünkü yazmaya başladıysanız bir kere, bir daha elinizi ondan alamazsınız. Yazmak istemeseniz de, yazılmak istenenler gelir sizi bulur ve beyninizi allak bullak eder. Öyle ki, çoğu zaman günlük yaşantınızı felce uğratır. Bağımlılığın ”rahatsızlığı”, hayatınızın yeni gerçeği gibi, karşınıza dikilir. Bu bakımdan, yazmak ”tehlikeli” dir. Kısacası yazmak, acı veren bir aşktır ve hatta, uzaklarda olduğunu hissettiren bir sevgili oluverir ruhunuzda.
Peki yazma bağımlılığından ve düşünce karmaşasından arınmak mümkün mü? Anladığım kadarıyla bu bir hayli zor: Pirinç değil ki ayıklansın hani. Yoksa diyorum, bir nebze kolay olsun diye, ”Pakt”lara mı ayırmalı düşünceleri! Mesela, iyi, kötü; karanlık, aydınlık; hüman ve vahşi gibi. Ya da, A'dan Z'ye kategorize mi etmeli, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum! Yardım edin; uzanan ellerinize gerçekten muhtacım. Zira ben, ”yazma şarabı”nın tadını seven ve çok çabuk sarhoş olan bir yazarım.
Böyle yüksek sesle düşündüğüm için bağışlayın! Ne var ki, yüksek sesle düşünmek, iyi bir araçtır benim için. Bu yönteme başvurmasam, geceleri uykusuzluğun ıstırabına kapılırım. Uykusuzluk ise bir tür işkencedir, bilirsiniz.
Bir dostum bana, evet, oldukça iyi yazıyorsun; seçtiğin konular da enteresan, ama… çok uzun metinler yazmamanı tavsiye ederim, dedi. Ve devam etti: Biliyorsun, maalesef birçok insan, bir metni başından sonuna kadar okuma zahmetine girmiyor. Çoğu kez, sırf eserin adından yola çıkılarak, o eserin “okunmaya değer” olup olmadığına karar veriliyor ki, bu çok endişe verici bir gelişme, dedi. Dostumun bu ”samimi” izlenimine hiç bir itirazım yok elbette, ama oldukça düşündürücü bir gözlemdi.
Edebi bir eserin iyiliğine, o eserin uzunluğu, ya da kısalığı esas alınarak, değer alıyorsa, yandık! Benim coğrafyam ne hale gelmiş? Bu çok absürt ve gülünç yaklaşım yeni bir trend mi, yoksa, ”arz ve talep” meselesi mi?
Görülen o ki, biz insanlar önyargılarımızı ışık hızıyla devreye sokuyoruz. Ne tuhaf yaratıklarız biz! Bir eserin esas temasını, içeriğini ve vermek istediği mesajı anlamaya çalışmadan, onu ”tu kaka” ilan etmek, bilgi yoksulluğu olmalı. Bu ”basit” kolaycılığın, bizi literatürden, edebiyat ve şiir dünyasından, tümüyle uzaklaştırması demektir kanımca.
Oysa İsveçli yazar Bodil Malmsten der ki, ”kütüphane dünyanın hafızasıdır.” Bilgi dünyasının hafızası olan kütüphaneleri ikinci evimiz olarak görmek fena bir fikir olmaz aslında. Yani ki, biraz sabırlı, meraklı ve azıcık da istekli olursak, yazılanda, efsane dolu ve rengarenk dünyalar keşfetmenin lüksünü yaşayabiliriz. Böylece hem ruhumuz yoksulluktan arınır hem de kalıplaşmış düşünce ve algılarımızın kölesi olmaktan kurtulmuş oluruz; dünyamızın, içi boş bir kafatasına dönüşmesini istemiyorsak tabii.
70’lerde, okumaya çok farklı bakılırdı: Belki çok nostaljik bakıyorum, ama benim kuşağım, tüm dünya klasiklerini okumak için adeta yarışırdı. Okuma, tartışma ve ufkumuzu genişletme hırsını taşırdık. O zamanlar, kendi dar dünyamızdan sıyrılıp, yeni dünyalar ”keşfetmek ve anlamak” anlayışını gerekli görürdük. Ah, o günler! O günleri anmak bile mutsuz ediyor beni…
Ağabeyim yıllardır hikayelerini, bir nakarata başvurur gibi, ”…falan feşmekan... Efendime söyleyeyim..!" ler ile süsler. Anlarız ki, o, daha fazla ayrıntıya girmek istemiyor ve dinleyicisinden, verilen mesajı anlamalarını bekliyor. Ben de, bu ”hikayeyi” daha fazla uzatmayayım, diyorum.
Paradoksal olan, bu yazıyı kaleme alırken, bir öngörüyle yola çıkmıştım. Ancak düşüncelerim beni başka diyarlara sürükledi. Toni Morrison der ki, ”Gerçekten okumak istediğin bir kitap varsa ve henüz yazılmamışsa, onu kendin yazmak zorundasın.” Bu derin ve anlamlı sözler, tüm eli kalem tutanlara kılavuz olsun, dilerim.
”Kısa yazma” sanatına başarayım derken, meramımı anlatabildim mi, bilemiyorum…
Not: metindeki alıntıların İsveç dilinden Türkçe’ye çevirisi bana aittir. (HK/AS)