Yaz mevsiminin keyfi, güzelliği, güneşi ve taşkalası kendine özgü. Yaz; rutine ara verilip, tatile çıkmak demek.
Yaz; ilk-orta-lise-üniversite mezuniyet törenleri demek. Yaz; sünnet törenleri demek. Yaz; nikah- düğün- dernek demek.
Bu yaz yakın ve uzak çevremde bir nikah-düğün furyası var adeta. Haftada bir-iki nikaha, düğüne ya da düğün yemeğine gider olduk.
Kırklı, ellili yaşlarında olup ikinci evliliğini yapan arkadaşlarımın nikah törenleri genellikle eş adayları da benzer özellikte olduğundan son derece yalın gerçekleşiyor. İlk evlilikleri olsa da ileri yaşta bu işe kalkışanların nikah esnasındaki utangaç heyecanlarını gözlemleye değer oluyor.
Toplam üç dakika süren nikahı izleyip, kuyruğa girerek gelini, damadı ve yakınlarını kutlamak, keyiflerini paylaşmak güzel bir şey.
Bu yıl nikah şekeri modası magnetli. Buzdolabımın kapağı bu sayede yeni magnetlerle donandı.
Çocukken titiz bir kadın olan annem nikah şeker-çikolatasını bize yedirtmezdi.
Nikah şekeri kutularından güzel ve ilginç olanlarını saklamak çocukluktan kalma bir alışkanlık.
Kutlama faslı bitince gerçekleşen toplu fotoğraf çektirme fasıllarını oldum olası hiç sevmem.
Nikah akşamına yenen yemeklerde stresi azalan taze evli çiftin keyfine katılmak hoş oluyor.
Bu yemeklere kız-erkek tarafının ailesi ve arkadaşları katılıyor ise, birbirini yeni tanıyan taraflar kaynaşana dek zaten sınırlı olan süre dolduğundan bu yemeğin tadını en iyi çıkartanlar arkadaş grubu oluyor.
Çiftler “ille de düğün” diyorsa, ritüel uzuyor. Evlenen çiftin “evlenme mutluluğumuzu bizimle paylaşın” diyerek düzenledikleri düğün törenleri çiftin –çoğu kez ailelerinin- gelenek, özlem ve maddi imkanlarına göre değişiyor.
Üstelik bu tören öyle bir tören ki; ne denli özenirseniz özenin eksik kalan bir şey olmasa bile, konukların hata bulmaması kaçınılmaz.
Saç, makyaj, ayakkabı, davetiye, menü, düğün pastası, takılar, meşale, havai fişek, ille de tek taş yüzük, damatlık, gelin masası, gelin yolu, araba süslemesi, bahşiş zarfları, bereket prinç ve parası, nikah şekeri, kına gecesi ritüeli...
Say say bitmeyen bu şeyleri ‘kız tarafı’ “şak” diye ister, ‘erkek tarafı’ “tak” diye yapar, Gereksiz sıkıntılar yaşanır, gereksiz laflar dolanır “kız-erkek tarafı” arasında.
Ekonomik yıkıma yol açan bazı düğünlere tanık olduğumda “başkalarını eğlemek için değer mi?” demek geçer aklımdan.
Nikah beraberliğe meşruiyetini kazandırıyor; tamam. Ya düğün? Çok detaylı bir tören olan düğünleri artık organizasyon şirketleri gerçekleştiriyor.
Yaz aylarında ünlü ya da olaylı düğün ve nikah haberlerini okuyup, izlerken o sayılı saatler için harcanan paralarla neler yapılmaz ki düşünürüm hep.
Düğüne katılan genç kızların abartılı giysi ve saç modelleri de şaşırtır beni.
Gelin kadar süslü olan genç kızların bu düğünde beyaz atlı bir prensle tanışmayı umduklarını hayal ederim.
Tören boyunca değişik nedenlerle konuklar tarafından defalarca öpülen gelinle damadın yanaklarının aşındığını düşünürüm hep.
Geçenlerde güneydoğulu bir tanıdığımın kızının düğününe katıldım. Bu güne değin katıldığım en ilginç düğünlerden biriydi.
Girişte elimize ‘peygamber gülü’ olduğu söylenen üzeri buğulu plastik güller ve lavanta torbalı bez çiçekler hediye edildi.
Tül, çiçek ve mumlarla süslenmiş bir koridordan yürüyerek masamıza geçtik. Salondaki her yaştan kadın ışıl ışıldı.
Parlak kumaştan yapılma uzun kısa, kapalı-dekolte elbiseler, altın takılar –hele ki akıtmaları-, stilo ayakkabılar, pırıltılı makyajlar, taşlı tokalarla bezeli topuzlu saçları olan hemcinslerimizin yanında biz çok sönük kaldık.
Siyah takım elbiseli ve beyaz gömlekli davetli erkekler ya masa aralarında dolanıyor, ya da salonun boş olan arka bölümünde sigara içiyorlardı.
Garsonlar masalara sürekli yiyecek taşıyor, bardağınızdaki çay bitmeden yeni bir bardak önümüze konuyordu.
Açık havadaki salonun bir yanında üç usta üç büyük leğende günün pop şarkıları eşliğinde çiğ köfte yoğuruyordu.
Düğün salonunun müdürü olduğunu sonradan anladığımız bir bey telaşla koşuşturuyor, garsonlara müdahale ediyor, olası tıkanıklıkları çözüyordu.
Mikrofonla “Anneler! Küçük hanımları ve beyleri pistten alınız” talimatını veren müdür yerlerine geçmek istemeyen çocukların ağlama seslerini bastırmak istercesine bir duyuru daha yaptı: “Konuklar! Gelinle damadın çocukluk görüntüleri için karşı duvara bakınız.”
Adeta bir kolaylaştırıcı gibi düğünü yöneten müdür gece boyunca bizi sık sık talimatlandırdı.
“Konuklar... Gelinle damat yukarıdaki ‘gelin yolundan’ havai fişekler patlarken on iki kemancı eşliğinde inecek az sonra. Ayağa kalkarak alkışlayınız lütfen.” dediğinde de koşulsuz uyduk söylediklerine.
Yaşları on sekizin altında on iki Roman kardeşimizin çalar gibi yaptığı aslında müzik sisteminden yayılan komparsita öyle hoştu ki...
Acemi danslarıyla müziğe eşlik etmekte zorlanan gelinle damat, havada patlayan rengarenk fişeklerin kendilerinden rol çalmasını engelleyemiyordu.
Fişek gösterisi ve dans müziği bitip, gecenin gözbebeği çift yerine oturacakken meşaleler yanmağa konfetiler atılmağa başlandı.
Ve bir anda salonda cümbüş başladı. Pisti dolduran onlarca kadın bildik figürlerle oynamağa başladı.
Müzik oynayanları, oynayanlar müzik yapanları coşturdu. Siyah takım elbiseli erkekler pisti çevreleyerek havadan Dolar yağdırdı.
Nereden çıktıklarını anlayamadığım boynunda bez torba asılı on kadar çocuk yerlere saçılan dolarları inanılmaz bir çabuklukla toplarken onları izleyerek ‘şunu al, buradakini al’ diye talimat veren birinin ayrımına vardım.
Pist ve orkestranın çevresi ablukaya alınmıştı. Orkestranın ardındaki kasanın başında oturan kişinin davetli erkek konuklara TL karşılığı Dolar bozduğunu, ayaklarının yanındaki kolinin çevresine konuşlanan çocukların da Dolarları düzelterek kasiyere verdiğini, aslında hep aynı paraların ortalıkta gezdiğini sonunda anlayabildim.
İş bölümü ve ekip çalışması örneğiydi bu düğün benim için. Müdür “Şimdi duman yayılacak ardından da takı merasimi yapılacak” dediğinde bir anda salonda oturanlar ayaklandı ve upuzun bir kuyruk oluştu.
Arada “Takı kuyruğundakiler kameraların önünü kapatmayın“, “Kuyruğa dışarıdan kaynak yapmayın” duyurularının yapıldığı takı töreninde müdür kimin ne taktığını elindeki mikrofonla meraklılara ilan etti.
“Gelinin amcasından küçük altın”, “Damadın dayısından yarım altın”, “Kayınpederin ortağından bilezik”, “Gelinin halasından 100 Dolar”
Çiftin boynuna asılan ve davetlilerin üzerine takı iliştirdiği kırmızı kurdelede yer kalmayınca, damadın annesi yeni bir kurdele asıyordu. Gelinin kolları bilezik dolmuştu.
Orkestranın çaldığı halay müziğine zılgıt furyası karıştığında kanları dellenen tüm gençler pistteydi. Dolarlarla birlikte konfetiler yağıyordu; iki metre yükseklikten.
“Bu gecenin güzel pastasını alkışlarla aramıza alıyoruz” duyurusunu yapan müdür pisti dolduranlardan dolayı kaçırdığımız görüntüleri bize naklen anlattı. “Pasta kesildi. Şimdi damat geline yediriyor çatalıyla. Kameraların önünü kapatmayın.”
Düğünün tadını gençler ve çocuklar çıkardı.
Orkestra bu düğünden yüksek miktarda alatura topladı. Gelin-damat çok yoruldu. Kayınpeder çok para harcadı. Ve ben de çok keyif aldım.
Ve bu düğünde de gözlerinde biriken yaşların fark edilmemesi için çaba harcayan kız babasının hüznü etkiledi beni.
Her nikah ve düğün töreninde olduğu gibi içimden sessizce o kız babasına da Sezen Aksu’nun ‘düğün’ şarkısını hediye ettim.
“Parada pulda gözüm yok, inan baba/ Eloğlu kıyar gülünün fidanına. / Olur a dara düşerim, ihtimal,/ Baba kapıyı kapatma./ Olur a dara düşerim, ihtimal/ Gülüne su ver, unutma” diye başlayan ve “Hem ağlarım hem giderim / Bahtıma ne çıkarsa, kabulüm” diye devam eden bu şarkı içimi bir tuhaf eder, nedense.
*Şadiye Dönümcü, [email protected]
Not: 10 Ağustos’ta evlenecek olan bir zamanların minik Revşan’ına ve sevgilisine bianet aracılığıyla güzellikler diliyor, İnci’ye de ‘ağlama sakın kızını everirken’ diye sesleniyorum. (ŞD/EZÖ)