Fotoğraftaki daire içindeki soluk nokta gezegenimiz Dünya.
Bir karayolu ile sadece bir yerden bir yere gidilir. Oysa yürüyüş her şeyden önce rastgeledir. Hızı ya da ritmi sadece bizim elimizde değil. Bazen sadece önümüzde bir yol olmadığı için yürürüz; bazen de önümüzde bir yol uzanır, yürümekten vazgeçeriz.
“Soluk Mavi Nokta” olarak adlandırılan bu fotoğraf hakkındaki en güzel yazıyı Carl Sagan yazmıştı: “Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her âşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her yüce önder, her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.”
Yol ya da insan niye yürür?
Voyager1 uzay aracının fırlatıldıktan 13 yıl sonra 6.4 milyar kilometre ötedeki Satürn gezegenine ulaştığında çekip gönderdiği bu fotoğraf hiçbir şeyin kalıcı olmadığını, sınırlarımız olduğunu, zamana hükmedemeyeceğimizi hissettiriyor. Her yere uzanamayacağımızı, gidemeyeceğimizi de. Carl Sagan’ın şairane bir şekilde söylediği gibi herkes burada ve her şey de burada olup bitiyor. Tüketince ya da bitirince gidilebilecek başka bir yer yok.
Uzayda mesafeler çok büyük. Bir menzil de yok. İnsanı yola düşürecek ya da yoldan alıkoyacak herhangi bir iz de. Yol ya aşılması gereken bir engel ya da çözümlenmesi gereken bir problem uzayda.
Oruç Aruoba’nın bambaşka bir bağlamda söylediği “yol, çünkü yok-tur” sözü, belki de o uçsuz bucaksız uzayda en somut anlamına bürünüyor. Ne geçmişten gelen ve ne de geleceğe uzanan herhangi bir şey bulunabilir orada. Yol, yolculuk, yürümek ve maneviyat arasındaki kurulan bütün bağlar, bağlantılar da yine o soluk mavi nokta içinde yer alır ve anlam kazanır. Yitirmemeliyiz.
Gelenek
Bazı insanlar yıldızlı bir göğe bakmadan uyuyamaz. Yola düşmeden duramaz. Tıpkı Sarıkeçililer gibi. Son on yıl içinde Toros dağlarında yer alan yürüyüş yolları üzerindeki araziler parsel parsel satıldığı için sürülerini gütmekte büyük sıkıntılar çekip, türlü engellerle karşılaşsalar da yine de yılın altı ayı hayvanlarının peşinde yollara düşmekten vazgeçmiyorlar.
Bu insanların yürüme üzerine kurulu hayatlarını sürdürme konusundaki bunca ısrarlı olmalarında korunmaya değer bir şey hiç mi yok? Maneviyat ve geleneklerimiz hakkında sabahtan akşama iştahla konuşanlar bir kez olsun böyle somut meseleler üzerinden görüş bildirse ya.
Mahvolan sadece doğa mı?
Temel meselenin şirketleri devlet eliyle zengin etmek olduğunu biliyoruz. Karadeniz yaylalarına yapılacak karayollarının çevreyi kirleteceğini, açığa çıkacak karbonmonoksit, kükürt ve azot oksit bileşikleri ile kurşun gibi pek çok zararlı kimyasal maddenin zamanla bitki örtüsünü nasıl mahvedeceğini de biliyoruz. Ama böyle bir yere karayolu yapıldığında talan edilip yok olacak olan sadece bitki örtüsü ya da doğal ortam ile sınırlı kalmıyor.
Rize yaylalarını birleştirecek Yeşilyol’a karşı çıkan Rabia Özcan “devlet de biziz, halk da biziz” diye özetlenen çarpıcı konuşmasının sonunda çok daha güzel bir şey söyledi: “Yaylalar birbirine birleşmeyecek, torunlarımız yol yürüyecek, ‘yaylaların’ taşına toprağına kurban olacak.”Doğanın taşına, toprağına yürüyerek vâkıf oluruz. Tanırız. Severiz. Geçimimizi sağlarız. Her türlü geçimlik faaliyet yürümekle yakından ilişkilidir.
Maneviyat
Yapılacak yolların nasıl bir yıkım getireceğinin farkında olan ve hayatını yaylalarda geçirdiğini ifade eden bu kadının yürümekle hissetmek arasında kurduğu bu derin bağ o yaylalara yol yapılmaması için en sağlam gerekçeyi oluşturuyor. Yürüyüş doğaya nüfuz etme yollarımızdan biri. David Le Breton, ‘Yürümeye Övgü’ (Sel Yayıncılık, Çeviren İsmail Yerguz) isimli kitabında “Otomobil sürücüsünün tersine dünya karşısında çırılçıplak olan yürüyüşçü kendini eylemlerinden sorumlu hisseder ve en basit insani değerlerini bile unutması zordur”diyor.
Yeşilyol projesine karşı çıktığımız her türlü sosyal veya ekolojik gerekçeye bir de şu soruyu ekleyelim: Bir karayolu insanda yürüyüş arzusu uyandırır mı?
Bir karayolu ile sadece bir yerden bir yere gidilir. Oysa yürüyüş her şeyden önce rastgeledir. Hızı ya da ritmi sadece bizim elimizde değil. Bazen sadece önümüzde bir yol olmadığı için yürürüz; bazen de önümüzde bir yol uzanır, yürümekten vazgeçeriz. Ağırdan almak, adımları yavaşlatmak ya da hızlandırmak, mola vermek, durmak, yoldan çıkmak, kalakalmak, geriye dönmek… Yürürüz ve ne çok şey yaparız. En çok da yaptıklarımız hakkında düşünürüz. Yapmadıklarımız ve yapamadıklarımız hakkında da.
Düşünmeye fırsat buluruz. (BŞ/EKN)