"Gerektiğinde akıllı olabilirim ama bu erkeklerin hoşuna gitmez".
"Erkekler Sarışın Sever" filminden bir Marlyn Monroe repliği. Hani "Diamonds are a girl's best friend" isimli şarkıyı söylediği film.
"Sarışın aptal"ın formunun kadın olmasının ve bizzat "sarışın aptal"ın hayatımızda var olmasının başı nereye gider, bu başka bir yazının konusu ama "kadın aptaldır"la ve bu yargının yeniden üretilmesiyle baş etmek geçmişte de günümüzde de hiç kolay olmadı.
Şimdi tekrar bir "sarışın aptal" furyasıdır gidiyor.
Önce sarışın ikiz ünlüler Esra-Ceyda Ersoy televizyon ekranlarında boy göstermeye başladı. Erkekler onlara Cumhuriyetin kuruluş tarihini ya da Hitler'i sordular. "Bilmiyoruz" cevabı olay oldu. Sarışın aptal imgesi tekrar moda oldu. "Mehmet Ali Erbil'le 50 sarışın" diye bir yarışma programındaysa kadınlar alenen aşağılandılar.
Programın formatına göre bir erkek sırayla kadınlara soru soruyor ve cevabı bilip bilmediklerini tahmin ediyor ve eğer tahminleri doğru çıkarsa yarışmayı kazanıyordu.
Şimdilerde bu yarışmanın bir türevi olarak "Ah be güzelim"le televizyoncular bu işten ekmek yemeye devam ediyorlar.
Buraya kadar herşey çok sıkıcı. Yani bu türlü cinsiyetçi, kadın düşmanı programların neden hayatımızda olduğunu anlatmak için kapitalizm, "eğlence" sektörü ve ataerkillik üzerine yüzlerce klişe cümle kurabiliriz.
Fakat diğer yandan asıl mevzu bahis olan feminist kadın çevrelerinin de ötesinde nüfusun yarısını oluşturan kadınların açığa çıkaramadıkları tepkileri.
İstisnasız televizyonun girmediği bir ev yok ve televizyon asla kapıyı çalarak "ben geldim" demiyor.
Özetle bu türlü cinsiyetçi yayınlardan, uzaktan kumandanın tek tuşu ile kurtulmak her haneye mahsus bir irade gösterisi değil.
Hal böyle olunca evden eve dolaşan sinsi cinsiyetçilikle nasıl mücadele edileceği karmaşık bir konu haline geliyor.
Bir toplumun dilini çocukların ezber etmesinin önüne geçilemez araçlarından biri de medya.
Yollardan biri yayını yapan kurumun kendisine "Bu yaptığınız kadın düşmanlığı ve yayın etiğiyle bağdaşmıyor" mesajını ulaştırmak olabilir.
Zira her yayının okur, izler temsilcisi ya da buna benzer bir iç denetim mekanizması var. Fakat bu aşamada mekanizmanın kendisinin ne derece iyi çalıştığını denetleyebilecek gücümüzün olmaması yolu tıkayan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Kurumun kendisinin protestosunun şiddetine dair de bir tartışma açılabilir, yol yöntem ne olmalı diye.
Bir diğer yol olarak herkesin aklına gelen Radyo Televizyon Üst Kurulu çok daha tartışmalı. Zira aynı RTÜK bir dizide geçen sevişme sahnesinin uzun olduğu yönünde kanaat bildiriyor.
Süre beş dakika. "Kime göre uzun?" sorusunu sorunca RTÜK'ü düzenleyici kurum olarak yapılandıranların erkek egemen zihniyeti sembolize ettiğini söylemek yanlış değil.
Yayını durdurmak, karartmak, yayından kaldırmak, yasaklamak... Bütün bunlar hepimizin özgürlüğünün çevresindeki sınırın tehdit altında olması anlamına geliyor.
Sansürün yarın bizim aleyhimize işlemeyeceğini kestiremeyiz ki youtube'a girmesi yasak olan bir toplum olarak yasaklarda ipin ucunun ne derece kaçabileceğini tecrübe ediyoruz.
Bilen var mı RTÜK'ün dokuz üyesinin kaçı kadın kaçı erkek? Biri kadın sekizi erkek.
Medya gruplarının kaçının başında kadınlar var? Ya da kadın düşmanı programların yayınlandığı kurumlarda karar alma mekanizmalarında kadın sayısından haberi olan var mı? Elimizde net bir bilgi olmasa da elimizle tek tek gösterebilecek kadar az olduğunu biliyoruz.
Ya da medyada üst düzey konumda olmanın yolunun erkeksileşmekten geçtiğini söyleyebiliriz.
Erkek dünya kadının zekasını sınarken kendisini en çok taklit edeni en akıllı ilan ediyor.
Yani bugün 50 Sarışın'ın yayından kalkması başka bir kanalda "Ah be güzelim"in gelmesini engellemediyse yarın da "Sarışının adı esmerin tadı" isminde bir programın karşımıza çıkmayacağının garantisi olamaz.
Eğer kadın yönelik ayrımcılığı önleyebilecek düzenlemeler hayata geçseydi, mecliste, yerel yönetimde ya da medya organlarında kota olsaydı hangi kadın yapımcı "aptal kadın" formatlı program önerisini içine sindirirdi.
Belki böylece erkeklerin neyden hoşlandığının değil kadınların neyden hoşlanmadığının önemi olabilir.
Velhasıl medyaya "men etmek"ten öteye adım atıp daha fazlasını talep etmedikçe medyadan daha az cinsiyetçilik beklemek hayal oluyor. (EZÖ)