"Genç Siviller" 24 Mayıs Pazar günü iki yüze yakın insanı "Yassıada"ya götürdü. Ben de onların arasındaydım. Yaşamımda "ilk" defa, adını çocukluğumdan beri bildiğim, "orada" bir yerde, yanı başımızda olduğu halde, 35 yıldır bu kentte yaşayan bir insan olmama karşın, bu kentin pek çok insanı gibi o güne kadar ayak basmadığım bir yerdi "Yassıada". Orada yaşananların "yanlışlığını" çok küçük yaşlardan beri hisseden ve her aklıma geldiğinde bir "burukluğu" yaşadığım bir yerdi.
Sanki gidildiğinde "orada yaşananlara katkım olacağını"düşündüğüm bir yerdi.
Bu adaya ilk kez gittiğim o gün "demokrasi" kavramıyla bir kez daha "yüzleştim."
Demokrasi nedir?
Genç Siviller bu etkinliği düzenlerken "Yassıada 'Demokrasi Adası' Olsun" ve "Bir daha asla" sloganlarını benimsemişlerdi.
Yaptıkları çağrıda ise "Türkiye'nin yaşadığı bu korkunç darbenin 50. yıl dönümüne sadece bir yıl kaldı. Bizler; hiç bir favori darbesi olmayan, vesayetçi bir rejimde yaşamak istemeyen, demokrasiden yana sade vatandaşlar olarak Cumhurbaşkanı'na ve Başbakan'a sesleniyoruz:
Yaşadığımız bu ilk darbenin 50. Yıldönümünde; Yassıada Darbelerle yüzleşeceğimiz bir müze, Demokrasi çıtamızı yükseltecek çalışmaların yürütüleceği bir enstitü, Uluslararası çapta etkinliklerin yapılacağı bir sivil toplum merkezi olsun. Yassıada yeni bir dönemin simgesi olsun.
Yassıada, Demokrasi Adası olsun." diyorlardı.
Bu çağrıyı yaparken de bir yandan da "27 Mayıs"ı, sonrasında bu adada "yaşanan yargılamaları ve sonuçlarını" yani "üç politikacı"nın asılmasını protesto ediyorlardı.
Tıpkı "27 Mayıs'ı demokrasinin ve özgürlüklerin yeniden inşası" gibi gören, benimseyen ve bu "darbe"nin diğerlerinden "farklı" olduğunu belirterek yüceltenler gibi bence onlar da konuya "tek yanlı" bakıyorlardı.
Belleğimde okuduklarımdan daha çok herkesin bildiği bazı resimler vardı. 6-7 Eylül olayları başta olmak üzere dönemin "insana" yönelik "resmi şiddeti"ni ortaya koyan bu resimler, demokrasinin ne olup olmadığını açıkça gözler önüne seriyordu.
Demokrasiyi "çoğulculuk" değil de "salt çoğunluğun egemenliği" yani "çoğunlukçuluk" olarak görmek , şimdi de olduğu gibi belki de "demokrasi"ye en çok karşı olan yaklaşımdı.
Dolayısıyla bu yaklaşımın oluşturduğu bir "demokrasi adası" ya da "müzesi"nin eksikleriyle malûl bir girişim olacak, söylendiği gibi bir "yüzleşme"yi asla sağlamayacaktır.
Aslında "Genç Siviller"le birlikte oraya giden bazıları da bu gerçeğin farkında oldukları için ellerinde parti bayraklarıyla bu günü orayı bir "politik propaganda" alanına çeviren AKP'lilere karşı "tepki"lerini ortaya koydular. Dolayısıyla bu tür "eksik"likleri olan girişimlerin hepsi, en azından toplumun bir kesimi tarafından tepkiyle karşılaşacaktır.
Diğer yandan "Demokrasi"yi ülkenin her yanında ve herkes için, tüm kurum ve unsurlarıyla yerleştirmeden onun adına açılacak bir müzenin anlam ve yararı da bence tartışmalıdır.
"Yüzleşmek"
Adada geçirdiğim iki saat boyunca gördüklerim ve fotoğrafladıklarım benim de kendimle ve kendi bilgilerimle bir kez daha yüzleşmeme yol açtı. İşte bu noktada kafamda oluşan bir "öneri"yi dile getirmek istiyorum:
"Yassıada bir 'yüzleşme' adası ya da 'mekanı' olsun."
Bu coğrafyanın son yüzyılında yaşanan ve başka bir dünya kurmak için bir çıkış noktası, bir baz, bir temel oluşturacak olan pek çok olay yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Başta devlet olmak üzere, onu oluşturan kurumlar, toplumun değişik kesim ve sınıfları, tek tek insanlar, bizler yaşayan herkes ve oluşturduklarımız, başta doğa, çevre ve canlılar olmak üzere, içimizde olan değişik kesimlere, çeşitli gruplara, kadınlara, çocuklara, yaşlılara, sakatlara, cüzzam, AIDS gibi çeşitli hastalıkları yaşayan hastalara, eşcinsellere, mültecilere, göçmenlere, yoksullara, yalnızlara, kısacası şöyle ya da böyle "ötekileştirdiğimiz" insanlara yönelik olarak geçmişte ve şimdi pek çok yanlış, kötülük ve olumsuz sonuçlar doğuran tutum ve davranışlarda bulunduk.
Bazen bunlara yapmadıklarımız, dolayısıyla eksik bıraktıklarımız yol açtı. Bazen tek başımıza ve çeşitli kişilerle birlikte bireysel, toplumsal ve kurumsal suçlar işledik. İşlenen suçları görmezden geldik ya da ses çıkarmadık ve mağdurların yanında yer almadık.
Bunların arasında cinayetler vardı, toplu kıyımlar, yok etmeler ya da evinden yerinden yurdundan etmeler, sahip olduklarına haksız bir şekilde el koymalar, takmalar, yıkmalar, sürgünler, işkenceler, kötü ve onur kırıcı davranışlar, insanlık dışı muameleler vardı.
Hepsi aslında insanların gözleri önünde oldu. Hepsinin bir yerlerde ama en çok da belleklerde kaydı kuydu vardı. Doğrudur; geçen zaman ve unutmak sağaltır gibi görünür. Ama pek çok "yara" dışarından görünmeden derinlerde işler gider. Onun için her yaranın tedavisi gereklidir. Tedavi yollarından birisi de onlarla "yüzleşmek"tir.
İşte onun için bence bu ada bu ülkede tek başına ya da toplu olarak işlenmiş her türlü suçun ortaya konulduğu, dolayısıyla "yüzleşildiği" sonrasında da "arınıldığı" bir ortam ve mekan olsun.
Her türlü "ötekileştirme" ve bunun olumsuz sonuçları ile bunları yapanların kim oldukları orada ortaya konulsun.
Bu güne kadar herhangi bir nedenle yaşadığı her hangi bir olay ya da maruz kaldığı herhangi bir olumsuzluk yüzünden "ben 'mağdur' oldum ve hâlâ mağduriyetim giderilmedi" diyen herkesin, her grubun, varsa verilen ya da verilecek yanıtlarının da ortaya koyulduğu her şey orada sergilensin.
Adanın şimdi "metruk" haldeki her binasında, her odasında, her duvarında bunların ayrıntıları, tanıklıkları, belgeleri bulunsun.
Bunlara dair ulaşılabilecek her türlü kaynak, veri, doküman ve belge söylendiği gibi orada oluşturulacak bir "belgelikte" herkese açık olarak bulundurulsun.
Dahası orası "sürekli yaşayan" bir "yüzleşme mekanı" olsun ve şimdi olanları sergilemeye yönelik yerler de bulunsun.
Her yurttaşın yaşamında en az bir kere, kamu görevlilerinin beş yılda bir, politikayla uğraşanların ise her yıl mutlaka oraya gitmesi sağlansın, bunun için gereken destek ve özendirmeler yapılsın.
Orası herkesin "vicdanına ayna tutan ve onu görünür hale getiren" bir yer olsun.
Herkes "kendisiyle yüzleşsin" ya da bunu sağlayacak "ip uç"larını orada görüp öğrensin.
Orası bir "insanlık okulu" olsun.
Sahibi "siviller" olsun!
Bu "mekan" asla devletin, bir kurumun, ya da özel bir yapının olmasın.
Bu "mekan"da asla kimse "egemenlik kuramasın" ve "dayatmada, sınırlamada, engellemede" bulunamasın.
Bu "mekan" ayrımsız bir şekilde, yalnızca "sivil toplumun", tüm "yurttaşların" yani tüm toplumun sahip olduğu bir "coğrafya parçası" ve "mekan" olsun.
Orayı "tüm toplum ve onu oluşturan bireyler" kendiliklerinden ve gönüllü katkılarıyla yaşatsınlar, açık tutsunlar.
Orası tümüyle gönüllü olarak korunsun ve dünyanın sonuna kadar varlığını sürdürsün.
Adalar ütopyalarla özdeş ya da kardeştir; tıpkı bizlerle birlikte orada olan "graffiti sanatçıları"nın duvarlara çizerek bizlerle paylaştığı o çok renkli resimler gibi renkli ve aslında hepimize ait "gerçekleşmiş bir ütopyası" olsun.
Biz durdukça, insanlık varoldukça ve dünya varlığını sürdürdükçe dursun.(MS/EÜ)