Şükrü Argın'ın 2003'te yayımlanan ilk kitabı "Nostalji ile Ütopya Arasında"da derlenen yazıları "söz"ün ve "yazı"nın hallerini kovalayan yazılardı. Kendilerini bu yazıların muhatabı hissedenler müptelası olmuşlardı Şükrü Argın'ın yazılarının. Agora Kitaplığı'ndan 2009 Mart'ında çıkan söyleşi kitabı Krizden Önce, Krizden Sonra: Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm "nihayet ve tam zamanında"(1) geldi. Okunup bitirildiğinde de, geriye bazı "fakat"lar bırakarak iptilayı derinleştirdi her iyi kitap gibi.
Kitabı sunuş yazısında Osman Akınhay, kitap fikrinin "Mesele" dergisinin Eylül 2007 tarihli 9. sayısı için yapılan "Edebiyat, 12 Eylül'ü Kalben Destekledi!" başlıklı söyleşiye dayandığını anlatıyor. Krizden Önce, Krizden Sonra: Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm kitabı, o yakıcı yazının da odağında duran pan-kapitalizm tespitinin etrafında örülmüş.
Pan-kapitalizm dönemi ve döneme damgasını vuran bungunluk, şimdi ve burada olup biten şeylere bambaşka bir açıdan bakabileceğimiz bir noktaya yerleşememek, hatta öyle bir noktanın varlığını idrak yollarını tıkayan beyhudelik hissi kitabın ilk bölümünde irdeleniyor. Sadece muhalif radikal hareketleri değil, hayata dair her şeyi mecalsiz bırakan kapitalizmin küresel düzeydeki zaferi döneminde, "pan-kapitalizm" çağında siyasetin buharlaşması üzerinde duruluyor kitapta. Siyasete dair bunca konuşuluyormuş gibi yapılan günümüzde neden sözün siyasallaşamadığı, siyasal olan sözün neden bir türlü mecrasını bulamadığı, pan-kapitalizm tanımlaması üzerinden tartışılıyor.
Osman Akınhay'ın sorularındaki umut ışığı arayışına cevaben Şükrü Argın, umudun şimdilik olmayışından hareketle 'sonraya' dair umut besleme zorunluluğunu tartışıyor. Kitabın kavramları arasında en çarpıcı olanlarından biri, 'karanlığa diklenme'. Karanlığa diklenebilmek için, karanlığı görünebilir kılmak, karanlığı görmeyi göze almak belki de siyasetin, sözün, yazının, kapitalizmin görünmez hale geldiği bu çağda "şimdilik" tek umut ışığı. Kapitalizmin mecazileştirdiği ne varsa sahici adıyla telaffuz etmek, mecazı bozmaya çalışmak gerek. Söyleşi bu kurgusu ile en karanlık metinlerinde bile umudu saklı tutmaya çalışan Adorno ile umutsuzluğu inançla öteleme gayretindeki Marcuse arasındaki köklü ruh kardeşliğini çağrıştırıyor zaman zaman adeta.(2)
Kitabın reel sosyalizmin çöküşüyle ilgili bölümünü okurken ABD'nin büyük şirket dergilerinden Newsweek'in 16 Şubat sayısının kapak konusu geldi aklıma: "Şimdi Hepimiz Sosyalistiz"!
Newsweek'in kapağı, sosyalizmin buharlaşmadan nasibini almış olması ve mecaza dönüşmesi üzerine iyi bir örnek. Kapitalistler, Obama'nın politikalarına atfen, artık U.S.S.A.'da (United States of Socialist America - Sosyalist Amerika Birleşik Devletleri) yaşamakta olduklarını yarı şikayet, yarı kabullenme ve fakat mutlak bir söz buharlaşmasıyla işte böyle ifade ediyorlar artık. Sözcüklerin şeyleri temsil ettiği fikrinin krize girmiş olması, sosyalizmin, en ağır krizlerinden birindeki kapitalizmi temsiliyle sonuçlanıyor!
Kitabın "Reel Sosyalizmin Çöküşü ve Anarşizmin Önündeki Açık Yol" bölümünde, gelecek odaklı tarih fikrinin çöküşüne dair önemli saptamalarda bulunuyor Şükrü Argın.
Hayati bir"zaruret"
Reel tecrübenin ideali aşındırmış olduğu gerçeğini kabulün gerekliliği üzerine tartışıyor, güzel günler uğruna devrim ile felaketlere karşı devrim tahayyülü arasındaki farkı vurgulayarak: "'Güzel günler'i hedefleyen bir devrim, adı üstünde 'yapılması gereken' bir şeydir. 'Felaketler'e karşı devrim ise, başka türlü yapamayacağımız için 'yapmak zorunda olduğumuz' bir şeydir. Dolayısıyla bugün devrim, yani 'başka bir dünya tahayyülü' ve inşası, etik bir tercih meselesi olarak da görülemez. Hayati bir 'zarurettir' söz konusu olan. Şüphesiz eskiden ve hâlâ bazıları tarafından algılandığı gibi, devrimin 'kaçınılmaz' bir şey olduğu anlamına gelmez bu. Zira kaçınılmaz olsaydı, asla zaruri olmazdı" diyor.
Buharlaşmaya inat, katı bir gerçeklik olarak hepimizin ruhunu yıkayan Yunanistan isyanını, Osman Akınhay'ın sözleriyle "bize hâlâ -ve ne iyi ki- isyan etmenin mümkün olduğunu gösteren" bu yakın isyanı, iyi okuma gereği var. Kökleri geçmişte değil gelecekte olan(3) bu olayların önemini kavramak ve belki "geçmişi fazla yormayarak" kendi sadakatimizi de gelecekte köklendirmek için yapılabilecek olanları işaret ediyor Yunanistan'daki isyan. İsyan bitti ama sanki nihayete ermedi hâlâ, bir kıvılcım yeter gibi bir duygu var çoğumuzda.
'68'in bitişi
Bitişten anlaşılanlar farklı olsa da, herkesin bir bitişi anlayıverdiği keskin aydınlanma anları vardır. Kitabın '68'in niçin ve ne zaman bittiğine dair bölümünde aktarılan anı, çok düşündürücü ve sayfalarca yazıdan fazla şey anlatıyor birkaç paragrafta.
O bölümü okurken bitişi fark ettiğim anlardan birini, Ankara'da Siyasal'ın bahçesinin etrafının demir parmaklıklarla çevrildiğini algıladığım -gördüğüm diyemiyorum, çünkü görmüştüm elbette ama algının sonradan geldiğini söylemek yanlış olmaz- ve yaşananın ricat değil, hezimet olduğunu fark ediverdiğim anı hatırladım. Bilmiyor değildim zaten, gidenlerden çok kalanların ardından ağlanıyordu ne zamandır, biten bitmişti. Ama bu, başka bir "şey"di. Yönetim sadece geleceği değil, geçmişi de denetim altına almıştı. Bahçenin hatırlatabilecekleri, ileride yaşanabileceklerden daha tehditkârdı yönetim için. O demir parmaklıklar, geçmiş için "Asla böyle bir şey olmadı!" diyordu. Orwell'in korktuğu bir kez daha başımıza gelmişti işte!(4)
"Göçebe muhalefet"
Sözü tebahhur etmekten koruma sorumluluğu duyanlar, söyleşinin "'Militan'dan 'Aktivist'e: Soldaki Sinizm" bölümünü ve "'Çatı Partisi' Girişimi Vesilesiyle Solda/Siyasette Temsil Krizi" bölümlerini defalarca okuyacaklar belki de. Bu bölümlerde "sinizm" denen belanın oluşturduğu tehdide dikkat çekiyor Şükrü Argın.
Neoliberal hegemonyayı sarsmaya çabalarken mecalsiz orta sınıf sinizminden kaçınmak ve sözdeki yarılmayı gidermek için ihtiyaç duyulan şeyleri doğru tanımlamak gerek: "bütünlük", "tamlık", "doğruluk", "dürüstlük".
Solun ortak referans değerlerine sahip bağımsız mecraların ısrarla zorlanması tartışılırken, bir kişi ya da grubun özne olmasını imkansız kılan bu koşullarda sözü yeni baştan kurma yollarının bulunması için muhalefetin göçebe olması gereği üzerinde durulmuş. Göçebe muhalefet, kitabın önemli kavramlarından biri ve üzerinde düşünmeye çağırıyor okuru.
"Katılımcı Siyaset: Sol Kendi Adına Konuşmalı" başlığı altında Hrant Dink'in katlinin yarattığı infial halinin, solun özneleşme geçmişinden arınması için yapılması gerekenlere dair ipuçlarını içinde barındırdığına değinilerek 'olmayarak olma' önerisi irdeleniyor. Başkaları adına değil kendi adına konuşan ve davranan bir sol inşası bu önermenin gereği. Bu inşanın temellerinin eşit ve özgür katılım temelinde, hiyerarşik değil yatay bir örgütlenmeyi esas alarak, kendisi adına sahnede yer almaya talip olarak ve sözüyle karanlığa diklenerek atılabileceği tartışılıyor. Haklı bir önermeyle Şükrü Argın, vaadi değil itirazı dillendirmeye davet ediyor solu.
"Yelkenleri gözden geçirme"
Başka bir dünya tasavvurunu, başka bir dünyanın mümkün olduğu tahayyülünden caymaksızın, nasıl kurgulamak gerektiği üzerine düşünmeli. Günümüzün "ortak payda"ya işaret etmede güçlük çeken solunun paydaya işaret ederken, paydada ortak olmayabileceklerin sesini kısmaktan vazgeçmesi, kaçınması gerekli.
Bu kitabın önemli katkıda bulunacağı "yelkenleri gözden geçirme" uğraşısını derinleştirmeye çalışmalı. Solun kendine muhatap olarak "herkes"i alması, eğer muhataplardan ses gelmiyorsa da, kendi adına konuşmaya devam etmesi gerekliliği de tefekkürü hak eden bir başka önermesi kitabın.
'80lerde başlayan berdevam boğucu kasveti, kesif karanlığı aralamaya, az biraz yardımcı olan "Hey, sen! Dışarıda kimse var mı?" sorusunun ve "birlikteysek ayaktayız/düşeriz parçalanırsak"(5) çığlığını anımsatıyor bu önerme. Rüzgar beklemek yerine, yelkenleri gözden geçirmek önerisine katılmamak mümkün değilse de Şükrü Argın'ın, Yunanistan'da esen rüzgarın buralara da yönelmesi hayalinin ferahlığından da vazgeçmemeli elbette.
"Saf devlet"
Karanlığın kesafeti nedir peki? Kitabın "Neo-Liberal İdeolojik Hegemonya: 'Piyasa'nın ardına Gizlenen Kapitalizm" ve "Şiddetin Özelleştirilmesi ve 'Saf Devlet': Faşizmden Daha Farklı, Çok Daha Tehlikeli" bölümlerinde bu kesafete dair konuşuluyor.
"Saf devlet"in kendini, faşist devlette olduğu gibi, siyasetin üstünde değil ötesinde konumlandırışına bağlı olarak sözün kaybı, muhalefetin zemininin kayganlaşması bölümündeki "Hitler: Kitlenin Timsali" fotoğrafı izdüşümünü günümüzde de buluyor. Fotoğraftaki kitlenin arasında Hitler'i bulan ve o parçayı büyüten fotoğrafçı Hoffman'ı bu çaba içinde düşünürken başka bir Alman'ın, Haffner'in hikayesi çağrışım yaptı.
Sebastian Haffner "Bir Alman'ın Hikayesi" adıyla kitaplaştırdığı özgeçmişinde, sıradan bir insanın yaptıklarından çok yapmadıklarıyla faşizmi nasıl makulleştirebildiği naklederken şöyle der:
"Sanki Almanya'da bir şeyler yapılıyordu da, yapanlar ortada yoktu... Almanlara boyun eğdirildiği söyleniyor şimdi. Bu, gerçeğin ancak bir kısmını ifade ediyor. Başka bir şeydi yaşanan, daha kötü, ifadesi güç bir şey: insanlar ülküdaş haline getirilmişlerdi, korkunç olan buydu aslında. Büyülenmiş gibiydi Alman halkı. Afyonlanmış halde bir rüya aleminde yaşıyorlardı. Çok mutluydular ama aynı zamanda korkunç derecede aşağılanıyorlardı; kendilerinden çok emindiler ama gururları yerlerde sürünüyordu; çok vakurdular ama öyle alçaktılar ki aynı zamanda. Zirvelere tırmandıklarını zannederken bir tümseğin tepesine doğru sürünüyorlardı aslında. Büyü bozulmadığı sürece bu hastalıklı hali iyileştirecek hiçbir ilaç yoktu."
O günlerde Hoffman ve Haffner'in eliyle kuruldu aslında faşizm. Bugünse, kamusal olanı devre dışı bırakan saf devletin "faşizme ihtiyaç duymayan bir toplum biçimi"ni, Nazizmin kuruluş günlerindeki gibi oyun dışı kalmış oyuncular, kendini vakur sanırken alçaklaşan yurttaşlar üzerinden aklileştirmesine tanık oluyoruz. İnsansız bir insanlık ideali, saf devletin de faşist devletin de baş tacı ediliyor. İşte böyle bir karanlık içindeyiz ve 'böyle' derken tam olarak neyi tanımladığımızı da bilmiyoruz doğrusu.
Solun böyle bir karanlıkla yüzleşebilmesi için hangi fiilin öznesi olacağını tartması gerek öncelikle. Şu içinde bulunduğumuz ve içimizde barındırdığımız huzurlu uyuşukluğun, "o çocuğun büyüyüp, rüyanın bittiğini" kabullenmeden ve "içeride kimse var mı?"(6) sorusunu yönelttiğimizde, "içerideki" karanlıktan yankılanan som sessizliği dinlemeye dayanabilecek gücü kendimizde bulmadan asla bitmeyeceği belli. Üstelik bu kez "Hey, sen! Dışarıda kimse var mı?" diye seslendiğimizde bir yankı bulma umuduyla "dışarıya" kulak kabartırken olduğundan daha derin bir dikkati gerektiriyor yankı bulma çabası.
Karanlıkla yüzleşmeden ona diklenebilmek mümkün değil. Birilerini değil, birlikteliği örgütlemenin gereğini hakiki bir kabulle benimsemeden, kamunun ve kamusallığın kaybının vahametini kavramaya çalışmadan, devrimin bir zaruret haline gelmiş olduğunu anlamadan yapılacakların hepsi belki de hep keskin bir cümleyle sonuçlanacak: "Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."(7)
Mesele dergisinin ilk sayısında Osman Akınhay kitaplara, yazarlara ve okurlara dair, "Mutlaka vardır her birimizin gözünün önünden ayırmadığı biricik kitapları, yeryüzünde bir tek kendinin anladığını zannettiği yazarları... Bizim en çok peşine düşüp basmayı dileyeceğimiz de, bu derece aziz tutulan kitaplarla yazarlar için henüz kâğıda dökülememiş yazılar," demişti.
Mecal azalmışken, vaktiyle kendimiz dahi bir ihtimalken ve bu ihtimal haylidir epeyce uzaklaşmış gibiyken, kitabın sonundaki "her şeye rağmen umutlusun yani..." sorusuna da, "insanlığın ömrü her halükarda kapitalizmden uzundur" cevabına da çok ihtiyaç varmış meğer...
Karanlığa diklenme inadında sebat için... Devrimin zaruretinde inat için... Her okumada ve her okuyana göre değişen "fakat"larıyla "nihayet, tam zamanında" gelen "Krizden Önce, Krizden Sonra: Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm" kitabı belli ki göz önünden ayrılmayacak biricik kitaplardan olacak. (FÇ/TK)
Krizden Önce, Krizden Sonra Yaşlanan İnsanlık Gençleşen Kapitalizm
Agora Kitaplığı
Şükrü Argın, Söyleşi: Osman Akınhay
ISBN No : 9786051030319
Sayfa Sayısı : 208
Basım Tarihi : 2009-3
1) Ş. Argın'ın, "Eleştirel Teori'nin Türkiye Mecrası", Toplum ve Bilim, 100. sayı, 2007, yazısının üst başlığıdır, "Nihayet, tam zamanında, fakat..."
2) "Eleştirel Teori'nin Türkiye Mecrası" yazısında Şükrü Argın, kendisinin en uzlaşmaz karşıtlarını bile özümseyip yok eden bir dünyaya karşı ayakta durabilmek adına Marcuse'nin isyanın enerjisini reflekslere, tepkilere dek çekilmeyi önermesi ile entelektüelin bireysel varoluşunu ideolojiye dönüştürmeden, tekinsiz bir eşikte salınımını öneren Adorno'nun isyandan çok boyun eğmemekten bahsedişini derinlemesine irdeler.
3) "Yunanistan'da Gerçekten Ne Oluyor" (bianet)
4) George Orwell "Looking Back on the Spanish Civil War" yazısında, kabus dünyasını böyle tanımlar: "Kabus, bir lider ya da yönetici klik sadece geleceği değil geçmişi de denetlemeye kalkıştığında somutlaşır. Lider bir olayın 'asla gerçekleşmediği'ni söylüyorsa - eh, gerçekleşmemiş demektir... Bu beni bombalardan daha çok korkutur."
5) Pink Floyd'in "The Wall" albümü 1979'da çıkmış ama 'Hey You!' şarkısıyla buluşmak benim için hayli zaman almıştı. Parçanın yazılış öyküsüne dâhil olan bireysel bir çöküş de, öylesi bir çöküşün kalabalıklar içindeyken yankısını bulması da ihtimal dışıydı o yıllarda galiba. Şarkının dile gelmesini beklemek için süre geçmesi gerekmişti. Parçayı ilk dinlediğimde, belki de şarkı sözlerinin yazılış nedeninden bağımsız hayatları olduğundan, tedavülden kalkmış kendi kalabalığımıza hitap eden çok şey bulmuştum o sözlerde. 'İzin verme ışığı gömmelerine/Savaşmadan pes etme' sözlerini, doğrudan buralara yollanmış bir mektup gibi, kederle ama daha çok da inadımızı hatırlayarak dinlemiştim.
6) Pink Floyd, 'Comfortably Numb', "The child is grown, the dream is gone./I have become comfortably numb."
7) Murat Uyurkulak , Tol Bir İntikam Romanı, Metis, Eylül 2002.