"Pinochet ve öbür köpekler…"
Şili'de, Cementario General'de 1994'de yapılan büyük bir granit anıtta dört binden fazla isim kazılıdır. General Augusto Pinochet'nin 11 Eylül 1973'den 11 Mart 1990'a kadar süren diktatörlüğünde öldürülenlerin isimleridir bunlar.
Duvardaki isimler arasında ölüm tarihi belli olmayan bin 2 kayıp kişinin de isimleri vardır. Bunlar, desaparecidos, yani cenazeleri ailelerine teslim edilmeyenlerdir. Duvarın bir yanı yazısız bırakılmıştır. Boş bırakılan bu yer, hâlâ gizli kalan kayıplar için ayrılmıştır.
Ariel Dorfman, Terör Cininin Kovulması adıyla Türkçeleştirilen kitabında Şili'de diktatörlük yıkılalı yıllar geçtikten sonra bile halkın, askerlerin günün birinde geri dönüp intikam alacakları korkusuyla, diktatörlük sırasında katledilenlerin çoğunu bildirmediğinden bahseder. Kitabını ithaf ettiği sevgili ölülerine seslenirken Dorfman, ithafın aynı anıt duvar gibi asla tamamlanamayacağını yazar ve nedenini şöyle açıklar,
"Şili anıtında 1973 darbesinden sonra işlerini, evlerini, sağlık sigortalarını ve emekli aylıklarını kaybeden tahminen bir milyondan fazla insanın isimleri yoktur. Orada, kaç gece üst üste, devriyeler tarafından yakalanarak dövülen ve eşleri, anneleri ve çocukları onları seyretmeye zorlanırken, bir futbol sahasında parlak ışıkların altında, çırılçıplak vaziyette hazırolda tutulan gecekondu bölgesi sakini erkekler yoktur. Bu duvardaki isimler arasında, neredeyse bir milyon –askeri darbe sırasında Şili nüfusunun onda biri- sürgün ve göçmen de yoktur.(…) Hayır, duvarda işkence görüp de hayatta kalan yüz binlercesinin adı yok. Onların anıları da."
Pinochet, 1998'de, ameliyat için geldiği Londra'da, insanlığa karşı suçlarla ilgili Pinochet'yi yargılamak isteyen İspanyol yargıç Baltazar Garzon'un çıkardığı tutuklama emriyle tutuklanmıştı. Tutuklu olduğu dönemde, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Bekçisi ve İşkence Kurbanları Merkezi'nin diktatörün suçlarına dair bilgi toplama ve kamuoyunu bilgilendirme çabalarının da katkısıyla uluslararası kamuoyu Pinochet'nin çirkin yüzünü tüm açıklığıyla görmüştü.
Piquete de Londres olarak tanımlanan, sayıları bazen binleri bulan Şilili sürgünlerin, gençlerin de katılımı ile düzenledikleri protesto gösterileri sonucu Pinochet, Londra dışında bir eve yerleştirilmiş ve hapis hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Ariel Dorfman, uzun ömürler dilemişti Pinochet'ye 1999'daki bir yazısında. Diktatörün, son nefesini, onun anavatanı olmanın utancıyla dolu ülkesinde vermesi gerektiğini düşünüyordu Dorfman. Ama son nefesini vereceği gün gelene kadar Pinochet'nin adaletten kaçmamasını sağlamak için ne gerekiyorsa yapılmasının, uluslararası toplumun görevi olduğunu da hatırlatıyordu tüm dünyaya.
503 günlük ev hapsinin ardından, Britanya Başbakanı Tony Blair'in sağlık nedenlerini gerekçe göstererek yaptığı "insani jest"le serbest bırakıldı ve ne yazık ki son nefesini vermezden hayli önce döndü Şili'ye Pinochet. Öldüğünde dört insan hakları davasında, iki de yasadışı zenginleşme ve yolsuzluk davasında yargılanıyordu.
30 Ekim 2006'da, Villa Grimaldi Merkezi'ndeki kaçırılma, işkence ve cinayetlerle ilgili olarak hakkında ev hapsi kararı verilmiş ancak kefaletle serbest bırakılmıştı. 27 Kasım 2006'da Allende'nin iki koruma görevlisinin 1973'te kaçırılmasıyla ilgili yeniden ev hapsine karar verilmişse de Aralık ayı başında kalp ameliyatı için hastaneye kaldırılmıştı. 10 Aralık 2006'da, İnsan Hakları Günü'nde ölmüştü General Augusto Pinochet.
Cenazesine katılanlardan biri, Francisco Cuadrado Prats tabuta yaklaşarak tabutun içinde rütbeleri ve nişanlarıyla yatan Pinochet'nin yüzüne tükürmüştü. Prats, 1973 Ağustos'unda Şili Genelkurmay Başkanı olan General Carlos Prats'ın torunuydu. Pinochet, kendisinin göreve getirilmesini öneren General Prats'a, diğer eski arkadaşlarına yaptığı gibi teşekkür etmişti: 1973’de darbesine karşı çıkan emekli genelkurmay başkanı Carlos Prats ve eşi 1974 yılında Buenos Aires'de arabalarının altına konan bir bombanın patlaması sonucu katledilmişti!
"Beni babamdan koparan general"
Pinochet, 13 Eylül 1995'de, darbenin 22. yıldönümünden iki gün sonra verdiği bir demeçte şöyle demişti, "En iyisi sessiz kalmak ve unutmak. Yapılacak tek şey bu: unutmalıyız. Unutmak davalar açarak, insanları hapse tıkarak gerçekleşecek bir şey değildir. U-NUT, doğru kelime budur, bunun gerçekleşmesini sağlamak için her iki taraf da unutmak ve işe devam etmek zorundadır."
Diktatörün bu demecinden sonraki gelişmeleri ve diktatörün yargılanması ihtimalini kınayarak Pinochet'yi destekleyen dönemin Genel Kurmay Başkanı General Ricardo Izurieta'nın 1998'de yaptığı bir konuşmadaki şu sözleri geçmişte olanların neden sürekli irdelenmesi gerektiğini uzak bir coğrafyadan bize öğreten bir ders gibi:
"Geçmişteki ordu yönetimlerini korumak zorundayız… kişisel görüşüm, geri dönüp geçmişte olanlara bakmanın tavsiye edilir bir şey olmadığıdır…geçmişte olanların değerlendirmesi tarih tarafından yapılmalıdır, çünkü ülkede çatışmaları kışkırtacak durumlar yaratılmasından kaçınılması gereklidir."
Oysa, Francisco Letelier'in unutmaya hiç niyeti yoktu. Pinochet'nin ev hapsine alınmasıyla ilgili yazdığı makalede Pinochet'yle davasının, yirmi sekiz yıldır kendisi için asla kapanmadığını söylüyordu Francisco Letelier. Allende'nin eski dışişleri ve savunma bakanı olan babası Orlando Letelier 21 Eylül 1976'da, Washington'da CIA ve Şili gizli servisi DINA işbirliğiyle düzenlenen bir suikasta kurban gittiğinde henüz 17 yaşındaydı.
Geçmişe bakmak konusunda ne Pinochet gibi düşünmesi mümkündü Francisco Letelier'in ne de geçmişteki ordu yönetimlerini korumak gerektiğini beyan eden General Ricardo Izurieta gibi düşünebilirdi. Kendi tarihinin peşinden gitmesi gerektiğini biliyordu Orlando Letelier'in oğlu. Kendi tarihinin aslında ülkesinin bugünü olduğunu da biliyordu.
"Olağanüstü Hal"
Francisco Letelier hesaplaşmanın öneminden bahsettiği yazısında, "Beni babamdan koparan general" derken, Pinochet'nin faşist diktatörlüğünün, hesaplaşılmazsa kural haline geleceğini, geçmişe dair söylenecek her sözün bugünün sözü olduğunu biliyordu. Faşizmin talihinin onu tarihsel bir dönemmiş gibi, geçmiş bir kötülükmüş gibi algılayanlar olduğunu bildiğinden de geçmişe dair her hesabın görülmesi gerektiğini söylüyordu yazısında.
Tarihi olmuş bitmiş bir olaylar silsilesi, bugünün çatışmalarını önlemek adına fazla da kurcalanmaması gereken bir geçmiş hikâyeye indirgemek, eskisiyle yenisiyle, her coğrafyadaki bütün darbeli (!) generallerin işine geliyor elbette.
Türkiye'de de bu indirgenmiş hikâyeden yarar umanlar çok. Üstelik, olup bitmiş, geçmişte kalmış fazlaca kurcalanmaması gereken "arızalar" gibi gösterilmeye çalışılan darbelere dair ses çıkmazken, oldurulamamış darbelerin çözümlenmesinin mümkün olduğu ana fikrine kilitlenmek tuhaflığı yaşanıyor bugünlerde. Adeta geçmişin aklanması pahasına, bugünü temizlemeymiş gibi görünen bir faaliyet sürüyor. Darbe hesaplaşmasını uluslararası platforma taşıyamamak ve toplumsal vicdanda topyekûn bir karalamayı bir türlü gerçekleştirememek ayıplarının üstüne sis iniyor bu gürültüde.
Uluslararası toplumun vicdanında da, adalet önünde de yargılanan, cezasını tam bulamamış olsa bile, Londra'da Piquete de Londres'un fare gibi köşeye sıkıştırdığı yerde huzur da bulamamış olan Pinochet bir yanda, Kenan Evren'in hâlâ ileri geri konuşabilen, soğuk şakaları yaşına verilen biraz kıt bir halk adamı, sevimli bir ihtiyarcık, kasap dükkanı resimleri yaparak oyalanan bir emekli kıvamında kabul görmesi, bazı gençlerden alkış alması diğer yanda!
Şili ve Türkiye darbelerinin hedefleri de yöntemleri de benzeşiyor. Yaşları da benziyor iki ülkedeki darbecilerin, ülkelerini sevme biçimleri de!
Pinochet, 2006 yılında 91. yaşgününde karısı tarafından okunan açıklamada, iktidarındaki olaylarla ilgili "siyasi sorumluluğu" üstlendiğini duyurmuş, şöyle demişti: "Yaşamının sonuna yaklaşırken, kimseye kin beslemediğimi, ülkemi her şeyden çok sevdiğimi açıkça belirtmek istiyorum."
Geçen yıl Muğla Valisinin evsahipliğindeki 90. doğumgününde yaptığı konuşmada, uzun yaşamanın değil, mutlu yaşamanın önemli olduğunu belirterek, “Babam 86, annem ise 99 yaşında öldü. Allah bilir ama, ben 100’ü bulurum” demişti Kenan Evren.
Konuşmasında sevilen bir kişi olduğunu belirtip, “Ülkeye elimden geldiğince hizmet ettim. Bundan sonra yapabileceğim bir şey olursa yine yaparım." diye de eklemişti. 90. yaşgünündeki kutlamaların ardından gökyüzüne lazerle “Evrenin Evren’ine nice mutlu seneler” yazısı yazıldığını, havai fişek gösterisi yapıldığını; konukların, kesilen pastanın ardından Evren’in 100. yaşında aynı yerde buluşmak üzere dağıldıklarını okumuştuk.
Yapacağı şeylere dair umutlanan ve yaptıklarını "yine yapacağını" belirten Evren'in uzun ömür konusundaki dileği gerçekleşsin...
Yaşı Pinochet'ye benzemesin, Kenan Evren uzun yaşasın...(FÇ/EÜ)