Kadın örgütleri, 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü'ne hazırlanırken; dün (18 Kasım) bir kadın cinayeti davası daha sonuçlandı.
Münevver Karabulut'un katili Cem Garipoğlu ve aile fertlerinin yargılandığı davada, Karabulut ailesinin avukatı Rezan Epözdemir verilebilecek en üst sınırdan ceza verildiğini açıkladı.
Daha önce "iyi hal" indirimiyle sonuçlanan kadın cinayeti davaları ile Münevver Karabulut'un katili Cem Garipoğlu'nun yargılandığı bu dava arasındaki en önemli fark (üstelik ailenin sahip olduğu ilişkilerin/ paranın gücünün karşı etkisine rağmen) şudur;
Bütün duruşmalara Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun katılmış olmasıdır!
Yani Münevver Karabulut'un katledilmesi davasında faillere verilebilecek en üst sınırdan ceza verilmesindeki başarının altında kadın dayanışması var!
Bu başarıda, davayı istikrarlı bir şekilde izleyen, kamuoyu oluşturmaya çalışan bir avuç öncü kadının, kadın örgütlerinin emeği olduğunu kim inkar edebilir ki?
Günde üç kadının katledildiği... Gerçekte ise, bu rakamın intihar süsü verilmiş cinayetler nedeni ile çok daha fazla olduğunu düşünürsek!
Kadın cinayetleri başta olmak üzere, kadına yönelik şiddetin her biçiminde karşı daha sistematik ve yaygın, uzun soluklu bir mücadelenin örgütlenmesi gerektiği ihtiyacı kadın örgütlerinin çok daha yakın ilgisini sahiplenilmeyi bekliyor.
Çünkü, kadına yönelik erkek/devlet şiddetinin her biçimine karşı mücadelenin özel zamanlara, anlara sıkıştırılması!
Ya bir kadın cinayetinde ya da 25 Kasım'dan 25 Kasım'a kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin hatırlanmasıyla; kadın cinayetlerine de, kadına yönelik şiddete de dur denilemeyeceğinin anlaşılması, bilince çıkarılması şart oldu artık.
İşte böyle bir süreçte Sosyalist Kadın Meclisi'nin (SKM) aylardan beri "Ses Ver Şiddet Son Bulsun!" şiarıyla, yürüttükleri kampanya çok daha fazla ilgiyi, emeği ilişkilenmeyi ve ortaklaşmayı hakediyor.
Sosyalist kadınlar 27 Kasım'da erkek siyasetin merkezi Ankara'da yapacakları miting ve ertesinde aylardır topladıkları imzaları Meclis'e teslim edecekler.
İçeriden takip edebildiğim kadarıyla, bu kampanyayla ve mitingle diğer kadın örgütleri pek ilgili olmadılar.
Herhalde, kendilerince haklı gerekçeleri vardır!
Ancak Ankara'da, erkek siyasetin merkezinde, erkek devleti, erkek egemen sistemin sürdürücülerinde erkek ve devlet şiddetine karşı güçlü bir kadın sesi çıkması, bütün kadın örgütlerini, kadın bilincine sahip tüm kadınları ilgilendirmelidir.
27 Kasım'da Ankara'da buluşacak kadınlara başarı dileklerimi gönderiyorum...
Ve bir kez daha sahiplenmenin, kadın dayanışmasının, ortaklaşmanın önemine dikkat adına... Sözü 1987 yılında "Dayağa Karşı Yürüyüş" düzenleyen kadınlardan Tertip Komitesi Başkanı Avukat Filiz Kerestecioğlu'na bırakıyorum;
"Ertesi sabah, Yoğurtçu Parkı'na geldiğimizde, parkın içerisi hınca hınç polis doluydu. Polislerle konuşup ikna etmeye çalıştık; "Burada durursanız kadınlar buraya gelmez ve girmez. Hiç olmazsa, kadın polisler dursun bir kenarda" dedik. Parkın dışına çıktılar; ama gerçekten çok büyük bir ekip olarak gelmişlerdi. Sonra yavaş yavaş kadınlar gelmeye başladı. Bu konuda da rivayetler muhtelif; bin diyen var, 2 bin diyen var, ama 2 bini aştığını sanmıyorum ben. Ama bin de olsa, 500 de olsa çok önemli bir rakamdı...
"Çok farklı kesimlerden kadınlar vardı; gördüğüm, yaşadığım en heyecanlı, en coşkulu, en farklı yürüyüşlerden biriydi. (...) Megafondan 'yürüyüşe geçelim' sözünü söylediğim anı çok iyi hatırlıyorum; 'herhalde ben bunu söyleyemeyeceğim ve düşeceğim' demiştim! Heyecanımı dışa vurmuyormuşum ama bacaklarım tir tir titremişti... Sonunda çıktık yürüdük ve yürüyüş bu şekilde sonlandı..." (Özgürlüğü Anarken Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri, Amargi Yayınları, Sf.262) (FE/KU)
* Füsun Erdoğan, 2 Nolu T Tipi Cezaevi, Kandıra, 19 Kasım 2011