Avrupa Birliği Komisyonu İçişleri Bakanlığına "Kara Para Aklamayla Mücadele" projesi için 9 milyon 250 bin Euro hibe ediyor; Türkiye Genelkurmayı'na "Mehmetçik'e Yurttaşlık Eğitimi" projesi için 15 milyon 300 bin Euro, Adalet Bakanlığına "Yargının Modernizasyonu ve Ceza reformu Programı Projesi" için 10 milyon 700 bin Euro. Çocuklara Yönelik Adalet Sisteminin İyileştirilmesi Projesi için 750 bin Euro.
Şimdi ben bu durumu beğenmezsem Adalet Bakanlığı'nı, Yargı'yı ve Genelkurmay'ı "eleştiri" babında şunları yazabilir miyim?
"Evet efendim, çağ değişti, küreselleşme dünyamıza egemen oldu. Bu durumda Türk toplumu da hızlı bir değişim süreci yaşıyor.
"En hızlı solcular, en hızlı bölücüler, en hızlı şeriatçılar, şimdi Amerika ve Avrupa'dan besleniyor.
"Türkiye'de artık sağ-sol, dinci-laik gibi ayırımlar ortadan kalkıyor.
"Temel ayırım namuslularla namussuzlar, onurlularla onursuzlar arasında.
"Milyonlarca namuslu ve onurlu insanımız ekmek parası peşinde. İşsiz kalıyor, ayın sonunu getiremiyor, binbir çile çekiyor ama vatan sevgisini yine de yüreğinde taşıyor.
"Aramızdaki namussuz ve onursuz takımını sağcı, solcu, dinci, laik, her kesimde görüyoruz. Malı hep birlikte götürüyorlar, her konuda zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmayı biliyorlar. Türkiye'nin kanını emiyorlar. Tam kadro işbirliği ve ortaklık içindeler."
Ya da şöyle diyebilir miyim?
"Amerika ve Avrupa'nın komiserleri Türkiye'ye gelir, nasihat verir. Türkiye'nin nasıl horlanacağı, ülkemize nasıl zarar verileceği konusu, Avrupa Birliği salonlarında karara bağlanır. Türkiye içinden vurulmak istenir ki, onların kucağından kalkamasın.
"İçimizdeki ihanet şebekeleriyle ve medyada çöreklenmiş hain takımıyla ilişki kurulur, onlar paraca semirtilir.
"Yabancı parası çok iyi, çok çekici, çok büyük.
"Zaman değişiyor ama oyunun kuralları hep aynı:
"'Bastır parayı, içeriden çökert.'''
Bugüne kadar tereddüt edebilirdim ama artık hiçbir kuşkum kalmadı. Yazabilirim. Elimde kapı gibi bir içtihat var. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu lafların "tenkit boyutunda" kaldığına hükmetti.
Emin Çölaşan henüz Hürriyet yazarıyken köşesinden 10 gün boyunca durmaksızın Nadire Mater'e ve bana bu laflarla saldırmıştı. Niçin? Nadire'ye, "Mehmedin Kitabı"nı hazırlama çalışmaları için MacArthur Vakfı'ndan, ikimize birden yöneticisi olduğumuz IPS İletişim Vakfı'nın Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) ortaklığıyla giriştiği Bağımsız İletişim Ağı projesi adına AB'nin insan hakları ve demokrasi fonundan destek aldığımız için...
Nadire, yayınlardan hemen sonra 2001'de İstanbul mahkemelerinde hakaret davası açtı; dava tam yedi yıl yerel mahkemeyle yargıtay arasında gidip geldikten, yerel mahkemenin Çölaşan'ı haklı bulan kararı 4. Hukuk Dairesi'nde iki kere bozulduktan sonra yerel mahkemenin direnmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na gitti. Dünkü gazete haberlerine göre Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Çarşamba günü 41-2 oy çokluğuyla yerel mahkemenin kararını onadı.
Meğer yüksek yargıya göre de bu laflar "incitici olmakla beraber tenkit boyutlarında"ymış.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu üyelerinin çoğunluğunun vicdanında "tenkit boyutu"nun ölçüsünün ne olduğuna bakar mısınız?
Hrant Dink'in tam tersi anlamda, bir ironi olarak anlaşılsın ve savunulamaz olduğu görülsün diye kurduğu "zehirli kan" mecazını kılı kırkbir yararak "Türklüğe hakaret" olarak cezalandıran aynı Yargıtay, bize karşı edilen bu lafları "tenkit" olarak görüyor öyle mi?
O 41 yargıca diyeceğim başka hiçbir şey yok. Güneydoğu'daki savaşı, o savaşta ellerinde tüfekle çarpışıp sağ kalanlara sordu ve aldığı yanıtları halkın bilgisine sundu diye Emin Çölaşan'ın Nadire'ye ettiği şu ağza alınmaz lafları "tenkit boyutunda" gördüklerine göre, artık kaderlerine de razılar demektir.
"Tenkit boyutu"nda kendilerine aynen iade ediyorum Emin Çölaşan içtihatlarını. Kutlu olsun! (EK/GG)