Bu sabah çatışma seslerinden yarım- yamalak uykunun ardından uyanıp, işe gitmek için evden çıkıyorum. Bir baktım ki ne göreyim, kapının önünde başkalarının kanlarının bulaştığı, toz toprak içindeki üstü başı perperişan, ama güçlü olduğu her halinden belli bir adam oturmuş. Meraklı bakışlarımı görünce “Adım Savaş!” diyor ama benimkini öğrenmek istemiyor, adımı söyleyip, elimi uzatıyorum. Yüzünü çevirip, sol taraftan yere tükürüp, koluyla ağzını siliyor. Kin ve nefret dolu gözleriyle gözümün ta içine bakıyor. Ürküyorum. Gerçi kimseyi dış görünüşüyle yargılamam ama fesuphanallah bu ne kadar çirkin ve korkutucu, onu gördüğünüzde merhamet dilemek durumunda kalıyorsunuz. Ceberut ve lanetli cümleler dökülen ağzından bu dünyaya kazık çakmaya çalıştığını duyabiliyor insan. Meğer Savaş bizim mahalleye gelmiş. Elinden tutup çarşıya götürmek istiyorum. Üzerine yeni kıyafetler alayım, üstünü, başını temizleyeyim, yeni sloganlar dikeyim diye. Ama, kirli, kanlı, çamurlu elleriyle itiyor beni. Üstelik uzamış ve içi kan ve kir dolu tırnaklarıyla kolumu çiziyor ve üzerimi de kirletiyor. Yetemiyorum ona, işe geç kalıyorum, “Burada bekle, akşam mesai bitiminde seninle ilgileneceğim” diyorum. Omzunu silkerek umursamaz bakışlarını fırlatıyor. Çok da umurundaydı ya onunla ilgilenmem. Zaten hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu.
Sur’dan gelmiş, çok aşağılanmış, horlanmış, üşümüş, acıkmış. Ama yine de dövmüş oradaki bütün çocukları, güçlerini birleştirip üzerine gelmelerine rağmen hepsini. Elinden kurtulan kimse olmamış. Onu öldürmek istiyorlarmış ama o yaşamalı ve her yerde kendini yaşatmalıymış. Sur’dan çıkıp bu kez şehrin bu tarafında tutunmaya çalışıyormuş.
Dün gece bizim sokaktaki Barış’la fena halde kavgaya tutuşmuşlar. O bizi uyutmayan sesler ondanmış meğer. Ona kalsa Barış suçlu, peşinden gelmiş, tahrik etmiş. Gözünün yaşına bakmamış Savaş. Acımasızca dövmüş. Öyle ki Barış yoğun bakımda, ağır yaralıymış. Oldum olası naif bir çocuktu zaten bu Barış. Uğradığı tüm haksızlıklara rağmen sevginin, aşkın, iyiliğin, dostluğun kazanacağına inanan “Bizim Aile” filmindeki Münir Özkul’un canlandırdığı Yaşar Usta’yı andırırdı. Ama bütün suç bizim. Niye böyle yetiştirdik ki onu? Hakkını aramayı bilmeliydi. Kabul etmemeliydi onca yapılanları. Bu kadar sabırlı ve iyimser olmaya gerek var mıydı? Her şeyi konuşarak, masa başında halletmeye çalışmak sonuç vermemişti işte.
Oysa hayatın gerçeği öyle miydi? Artık kötülerin kazandığı bir dünyadaydık. Savaş bizim sokakta kaldı, yerinde duramaz lanet adam. Ben dönene kadar ortalığı dağıtmaz umarım. Gerçi pek gideceğe de benzemiyor. Geldiğini duyan komşuların birçoğu evlerini terk etmeye başlamış. Gelip onlara da bulaşmasın, evlerini talan edip, yeni badana yaptıkları duvarlarına yazılar yazıp kirletmesin diye.
Barış’ı mı sordunuz? Hastaneden kötü haber var maalesef. Yaşasa bile bundan sonraki hayatını felçli olarak geçirecekmiş. Biz yine de çok seviyoruz ‘Yaşar Usta’yı’. O konuşamasa da dili olacağız, hareket etmese de kolu, bacağı. Yeter ki o nefes alsın. Aşkın, iyiliğin, sevginin, dostluğun kazanacağına olan inancını yitirmesin. Çıkmadık candan ümit kesilmezmiş. Biz belki iyileştiririz onu demek istiyorum ama mucize mi bekliyorum ne? Bu söylediklerime inanıyor muyum? Ona bakacak gücüm var mı? Sanırım iyi değilim. Yine depresif, bol çatışmalı, gürültülü, uykusuz geceler bizi bekliyor.
Yerin dibine batsın savaşınız.
Bu mesai de bitmedi bir türlü. (BD/HK)
* Fotoğraf: Abdullah Coşkun - Diyarbakır/AA