“Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur.” (Yaşar Kemal / Tek Kanatlı Bir Kuş )
Yağmurlu bir İstanbul sabahı telefonum üst üste iki defa çaldı. Açmadım! Mevsimlerin eskisi kadar belirgin olmadığından yakınıyor yaşı benden büyük olanlar. Ben de öyle küçük sayılmam. Yakında otuz beşe merhaba diyeceğim. Konu yaş olunca otuz beşi yolun yarısı gören şiir, yetmişi devirdi. Şairi de kırk altısında gitmişti. “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler” demiş ya usta hani…
Şimdi annem okusa bu dediklerimi ağlar. Annem okuma yazma bilmiyor ki!
Olsun!
Bir çaresi bulunur.
Dizlerine vurmaz öyle içerden usul usul ağlar. Zaten annemin ne sevmeleri ne de ağlayışları hiç gürültülü olmadı.
İki oda, bir salon evimizde; tarlada çalışan, evde yemek yapan, ders çalışmam gerektiğini söyleyen hep oydu. Tek kabiliyeti sınıftaki bütün arkadaşlarından çok önce okumayı sökmüş olan ben, ne evde ne de tarlada annemin yükünün ucundan tutmadım. Elimdeki kitaplar oyuncak bebeklerim, arkadaşlarım oldular.
Hem o zamanlar hem de şimdi, kitaplardaki insanları, sokaktaki insanlardan daha gerçek buldum. Eğer bu yargımın altı kazılırsa içinden en çok güneyin ova insanları çıkar.
Hiç yabancılamadığım Çukurova’nın Homeros'u evimize misafirliğe gelmişti. Dilindeki kıvraklık, destansı anlatım; bahçemizdeki incir ağacına, komşularımıza, babamın bekçiliğini yaptığı karpuz bostanına daha nelere uzanmıyordu ki!
Kimi zaman zeytin ağaçlarının gölgesinde kimi zaman da damda, tütün tarlasında henüz onlu yaşlarda olmamla ilgili de olabilir, çoğu anlattığı benim için birer masaldı.
Bir kitaplığım, kitaplığa konulacak öyle sayıyla fazla olacak kitaplar, almış değildim. Her şeyin az olduğu zamanlar. Benim yaşım az, satın aldığım kitaplar az, bildiğim Türkçe az. Bazen sınıfta dersin ortasında öğretmen bir şeyler anlatırken o an bildiğim halde söylemekten çok vazgeçtiğim olmuştu. Söyleyeceğim şeyin Türkçe mi yoksa Kürtçe mi olduğunu düşünürdüm. Sınıf arkadaşlarıma, öğretmene rezil olmaktan korkardım.
Çocukluk işte!
Bütün arkadaşlarımın benimle aynı durumda olduğunu unutuyordum. O çok az olan her şey de uluorta yerlerde durmazdı. Ya bir örtünün altında ya bir büfenin içinde bekletilenler bir eve girince eşyaya insanın varlığına dair hem paha da hem de duyguda kıymeti olanlar yani...
Benim kıymetli eşyalarım salondaki büfenin, büfe dediğim şey, bugün için camekanlı kapalı olan dolaplarla aynı işlevi gören ahşap dolaptı. Annemin çeyizleri olan porselen fincanlar büfenin üst gözlerinde, yana yatırılmış şekilde, evimize gelecek değerli bir misafirin içeceği kahveye kadar öylece dururlardı. Yapılan sütlü Türk kahvesinin kokusu hala burnumda. Büfenin alt gözleri kilitli olurdu. İçinde önemli eşyalarımızın olduğu bu kilitli dolap gözlerinden biri de bana aitti. Daha doğduğum ilk günden beri annemin büyük biri olacağına inandığı, babamın da erkek gibi yetiştirdiği asi kızıydım.
Sözünü esirgemeyen, erkek çocuklarla oynayan yaramaz çocukluğun bir de yalnız zamanları vardı. Bunlar hep daha çoktu. Bir yerlere saklanmış kitap okuyan, çok yavaş okurdum. Bu yavaşlık bitirmekle ilgili olan zamanı vurgulamak anlamında değil. Çünkü bitirmenin değil de rüyasını kurmanın, anlamlar yüklemenin peşine öyle dalardım ki! Kitap elimde eskirdi. Çizilmiş, yazılar yazılmış o kitaplardan ilk sahip olduklarım kilitli o büfenin gözlerinden birinde hep beni beklediler: “İnce Memed 1”, “Ortadirek”, “Yer Demir Gök Bakır”, “Ölmez Otu”, “İnce Memed 2”.
Çok az oldukları için ne çok yer kapladılar dolapta ne de isimlerini unuttum. Bittiklerinde tekrar okurdum.
Yazları çok sıcak, kışları ılık olan Adıyaman’da büyüdüm. Güneyli bir şehirde yaşıyor olmak o yazarın kitaplarını okurken hep işimi kolaylaştırdı. Yoksa okul çağına kadar tek kelime Türkçe bilmeyen biri için tanıdık olmayan hikayeleri okumak zor olabilirdi. Çünkü anlamadığım yerde etrafıma bakmam yetiyordu.
Yaşar Kemal kitaplarıyla tanışmam ortaokul yıllarına denk gelir. Sınıfta herkesin sınıf başkanı ya da spor kolu başkanı olmayı istediği oylamalarda kimsenin istemediği; bu nedenle üç yıl boyunca hep benim hem de hiç yardımcısız başkanlığını yaptığım kitaplık kolu sayesinde kitaplarla özellikle de Yaşar Kemal’le tanışmış olmam beni yürürken dalgın, konuşurken kafası karışık yaptı.
Şimdi say ve anlat diye sınava tabi tutulursam hiçbir kitabını ezbere anlatamam. Ama doğanın oyunlarını, köy insanlarını masal gibi anlatabilirim. Ben, Yaşar Kemal kitaplarıyla büyüyen çocuk... 28 Şubat 2015 öldü dediler.
Ne saçma!
O kitaplar kitaplığımda hala dururken! (GB/HK)