“Bugünlerde bahar indi Çukurova’nın düzüne
Donandı ağaçlar
Donandı dünya
Donandı yeşilinden alından
Sarısından
Donandı delicesine” (Yaşar Kemal 2010: 59)
Bu günler de yine bahar gelmişti, badem ağaçları çiçek açmış yağmur çiçeklere damlalarını bırakıyordu. Yaşadığı topraklardaki doğanın silah seslerine, dağlarına akılan kanın durma umudunun olduğu bir günde hep barışın gelme umudunu taşıyan özlemini yaşayan Yaşar Kemal, ne bu yılki baharı ne de barışı görmeden kelimelerini yazmadan bize ve çok sevdiği doğaya veda etti.
Bir Kürt olan Yaşar Kemal Türkçe eserler verdiğinden birçok Kürt yazar, okur ona kırgın olsa da kimse kendini onun eserlerini okumaktan mahrum bırakmadı. Zaten Kemal de Kürtçe düşünüp Türkçe yazan biriydi. Neredeyse bütün eserlerinde size hep kendini yani Kürtleri anlatır farklı bir dilde de olsa.
Osmanlı imparatorluğu parçalandıktan sonra devleti olmayan birçok halkın artık yeni kurulan devletlerin alfabelerini, dillerini kabul edip onlarla yaşamak neredeyse kaderleri olmuştu. Kemal’ in hikayesi ise imparatorluk parçalandıktan sonra birbirinden farklı dört devlet (Türkiye, Irak, İran, Suriye) arasında paylaşılan Kürtlerin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti parçasında başlar. Kemal’in ailesi ve diğer Kürtler’ in göç hikayeleri Kemal doğmadan başlanmıştı. Van Gölüne yakın Ernis (bugünkü adıyla Ünseli) köyünde yaşayan ailesi, 1. Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali nedeniyle göç ederek Osmaniye’ye yerleşmişti. Kemal de Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı kaynaklarda 1923 olarak da geçer. Kemal ‘Kimsecik’ üçlemesinin ilk romanı Yağmurcuk Kuşu‘nda bu uzun ve ıstıraplı göçü anlatır.
Gerçek suçlu kim, Kemal’ in Annesi mi yoksa Annesinin dilini yasaklayan Türkiye Cumhuriyeti mi!
Kemal’in içinde doğacağı dil Kürtçe olsa da oyun oynayacağı büyüyeceği dil Türkçe olacaktır. Çünkü Yaşar Kemal çocuk olduğu zaman Kürtçe sokaklarda da yasaktı ve insanlar büyük cezalara çarptırılıyordu. Onun söylemiyle insanlar Kürtçenin dışında başka bir dil bilmediklerinden yetkililer önünde jest ve mimiklerle anlaşıyorlardı. Bir gün Yaşar Kemal annesiyle Kürtçe konuşurken onun söylemiyle; Anası Yaşar Kemal'in yüzüne sert bir tokat yapıştırıyor ve : 'bir daha Kürtçe konuşursan seni paramparça ederim' diyor. Kemal bu söyleşide anasının onu Kürtçeden uzaklaştırdığı için suçluyor.
Türkçeyi ne zaman öğrendim, Kürtçeyi ne zaman anlamaya başladım anımsamıyorum
Kürtçe yazmadığı konusunda eleştirilere maruz kaldı. Yaşar Kemal, şunları aktarmıştı: "Evde çoğunlukla Kürtçe konuşuluyordu. Evdekiler kırık dökük bir Türkçe öğrenmişlerdi. Biz çocuklara gelince evde de dışarıda da hemen hemen hiç Kürtçe konuşmuyorduk. Evdekiler bize Kürtçe ne söylerse söylesinler biz onlara Türkçe cevap veriyorduk. Bizimkiler de bize hiç kızmıyorlardı. Ben şimdi Kürtçeyi ne konuşulursa konuşulsun anlıyorum. Uzun olmamak koşuluyla da konuşabiliyorum ama bir hikaye anlat derlerse anlatamıyorum. Tabii yazamıyorum da... Yazılanları da öyle pek anlayamıyorum. Türkçeyi ne zaman öğrendim, Kürtçeyi ne zaman anlamaya başladım anımsamıyorum."[1]
"Kürt doğdum ve Kürt olarak öleceğim"
Yaşar kemal her ne kadar Kürtçe yazamasa da Güney Kürdistan’da çıkan 'Gulan' adlı gazeteye verdiği söyleşide 'Kürt doğdum ve Kürt olarak öleceğim' demişti. Yaşamı ve yazarlığı boyunca da hep barışın hep Kürtlerin yanında oldu. Nitekim “Türklerin en Kürdü, Kürtlerin en Türkü” demiş Sait Faik ve hediye ettiği kitabın kapağına böyle yazmış. Sadece yukarıda yazılanlar bile Kemalin neden Türkçe yazdığı eleştirilerini hak etmiyor. Üstelik hep Kürtçe’ ye hasret kalacaktır. Ama o her fırsatta bütün renklerin bütün kokuların yok edilmemesini bunların zenginlik olduğunu tekrarlayacaktır. Kemal: “Bu Bir Çağrıdır” kitabında yazdıklarımı hatırlatmak istiyorum demişti: Kürt diline yetmiş yıldır izin verilseydi, Anadolu özgün kültürlerin vatanı olmaz mıydı! Sorusuyla da onun anadiline izin verilmediği için Türkçe yazmak zorunda olduğunu çıkartabiliriz.
Bizim dilimizi kestiniz. Bir milletin dilini kestiğiniz zaman, onu öldürürsünüz.
1995 yılında Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, Alman Der Spiegel dergisine yazdığı yazı nedeniyle yargılanıyordu. Oral Çalışarlar’ ın Savunmasındaki hatırladığı iki cümle: "Bizim dilimizi kestiniz. Bir milletin dilini kestiğiniz zaman, onu öldürürsünüz. "Yaşar Kemal’le o günlerde yaptığı söyleşide ise, Kemal tepkilerini şöyle dile getirmişti: "Dilini ver adama. Adam kardeşinin dilini keser mi? Ben yalnız Kürtler için demiyorum, örneğin elimde Çerkeslerin Nart destanı var. Kürtlerin büyük bir kültürleri var. 16.yüzyıl Ahmede Xani. (...)Fekiye Teyran var ki en hayran olduğum şairlerden.(...) Kürtlerde de ben bunlara Homerik destan diyorum. Bunlar hala yaşıyor. Türkiye'de ırkçılık hep devlet içinde güçlü oldu."(Cumhuriyet Dergi, 26 Şubat 1995). Ayrıca Çalışarlar Kemal’in Kürt dostlarıyla karşılaştığında, Kürtçe konuşmayı çok sevdiğini Kürtçe türkü, dengbej dinlemeye bayıldığını söylüyor aşağıdaki video da Kemal dengbej dinlerken Kürtçe hadê bibêje : Serê Çiyayê Sîpanê bi duman û bi mij e kî dîtiye nêçîr nêçîrvanê xwe dikuje. (Süphan dağının başı dumanlıdır, sislidir. Kim görmüş ki av avcısını öldürecek.) burada okurları ilk defa belki Kemal’in Kürtçe konuştuğunu duymuş olacaklar.
Hangi dilde yazdığından çok onun yazmaya aşık olduğunu ‘Bir tek şey biliyorsam o da yaşamım boyunca bir tek düşüm olduğu, bundan sonra biraz daha, biraz daha güzel yazabilmek’ dediği sözlerinden çıkartabiliriz. Ayrıca başka bir konuşmasında Kemal ‘ipe çekeceklerini bilsem yine yazmaya devam ederdim dediğine şahit oluyoruz. Böyle bir yazardan hangi dilde olursa olsun lâl olmasını beklemek büyük bir haksızlık olmaz mı!
Manevi Babam Yaşar Kemal
“O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna insanın piçine kaldık”
Musa Anter ile yakın arkadaşlıkları ve birçok Kürt yazarın manevi babası olduğu da neredeyse bütün Kürtler tarafından bilinmektedir. Ama o en çok Kürt edebiyatının temel taşlarından olan Mehmed Uzun’nun manevi babasıdır. Çünkü Uzun, vefat etmeden önce katıldığı bir panelde[2] konuşmasına başlamadan önce Kemal’e manevi babam Yaşar Kemal diye seslenmiştir ve kendi yazarlığının başlama serüvenini Kemal’ in İnce Memed'de ki mecbur insan tanımıyla başladığına değinmiştir. Kendi yazarlığını ise ‘mecbur kalmış bir başkaldırı olduğunu daha fazla aşağılanmamak daha fazla horlanmamak daha fazla kovalanmamak’ için olduğunu söyleyip Manevi babası Kemal gibi bir sonraki romanın da mağlup insanları yazacağını çünkü tarihin mağlup insanlardan söz etmediğini açıklamıştı.
Kemal ise Uzun’a cenazesinde “Ben Kürt asıllıyım ancak Kürt yazarı değilim. Mehmed bir Kürt yazarıdır. İşini her şeyden iyi görmüştür. Kürt romanının dilinin dikenli yolunu açmıştır” diyerek veda etmiştir.
Buradan anlıyoruz ki Kemal Türk edebiyatının babası olarak görülse de onun yüreğinin Kürtlerle olduğu ortaya çıkmakta ve birçok Kürt Edebiyatı yazarlarının ilham kaynağı olmaktadır.
Kürtçede niye çıkmıyor?
Avesta yayınları sahibi Abdullah Keskin’ in Kemal ile anlattığı anısında ‘Bu tarihçiler yanlış yazıyor modern Kürt tarihini, Kürtlerin İlk isyanı Baban isyanıdır.” Dediğini bizimle paylaşan Keskin daha sonra sorduğu araştırdığı farklı kaynaklarda bunun doğru olduğundan söz ediyor. Keskin Yaşar Kemal’i son görüşünde Süleymaniye mirleri, Qelaçolan üzerine konuştuklarını konunun her zamanki gibi kitaplarının Kürtçe çevirisine geldiğinde Kemal’ in ‘Biraz da hiddetli bir şekilde, “Kuro niye çevirmiyorsun kitapları, bu kadar dilde çıktı, en fazla çıkmasını istediğim dilde, Kürtçede niye çıkmıyor?” hesabını sorduğunu aktarmaktadır.
Öcalan ve Yaşar Kemal
Yaşam, umutsuzluktan umut yaratmaktır.
Keskin Yaşar Kemal’in Kürt lideri Abdullah Öcalanl’a bir söz atışmasını da paylaşıyor: Öcalan vakt-ıizamanında “Bazen kendimi edebiyatlaştırsam mı diyorum” dediği bir mülakatta Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ve Ahmed Arif’i çok sert ifadelerle suçlamıştı. Yıllar sonra Öcalan bir gazeteci aracılığıyla Kemal’e bir haber gönderir. Nerde olursa olsun kendisiyle görüşmek istediğini iletir. Cevap gene bir gazeteci aracılığıyla çok kısa ve nettir: “Apo tu kurê kerê yî!” Ama cevap da bir o kadar çarpıcıdır: “Erê kek Yaşar, rast e, ez kurê kerê me.” [3]
Baharın barışın kokusunu yaydığı bu günlerde sanki Öcalan kek Yaşar’ının veda edeceğini hissetmişti belki görüşemediler ama Öcalan kek Yaşar’ının kulağına barışı fısıldadı o kara toprağın altına girmeden…
Onu manevi babam olarak gören bir Kürt yazar adayı olarak arkasından okuyabileceğim en güzel duanın sevdiği şiirinden birinin dörtlüğünü Kürtçe’ye çevirip kelimelerini toprağına serpiştirmektir.
Tu can baya, can
Axa reş tu baya.
Ez ji te bi pijiqem
Wek avik ronahî
Wek daristanik reş*
(Yaşar Kemal 2010) (FBM/HK)
[1] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1048348-iste-muhsin-kizilkayanin-kaleminden-yasar-kemal-yazi-dizisi
[2] Edebiyatçılar Mehmed Uzunu Tartışıyor Bilgi ünv.(17 Şubat 2007)
[3] http://rudaw.net/NewsDetails.aspx?pageid=109414
* “Can olaydın, Can!
Kara toprak sen olaydın.
Senden fışkıraydım,
Aydınlık bir su gibi.
Bir kara orman gibi.”
** Fidan Berfê MİRHANOĞLU Université de Perpignan ( FRANCE)