"Demokrasi, adalet, çağdaşlık..." gibi basmakalıp yanıtlar verilebilir buna. Daha moda bir anlatımla "Avrupa Birliği'ne (AB) gireceğimiz şu günlerde..." diye de söze başlanabilir.
Daha da araçsalcı (biraz da "kandırmacı") bir zihniyete sahipseniz yerel siyasetin zenginleşeceğinden, yumuşayacağından, belediye meclisi toplantılarının böylelikle daha nazik geçeceğinden filan da söz edebilirsiniz...
Kadınların yaşamı aktarılamıyor
Değil!.. Yüzde 98 oranında erkekten oluşmuş meclisler kadınları temsil edemez; çünkü kadınlarla erkeklerin yaşayışları, sorunları ve gereksinimleri farklı!.. Herhangi bir belediye meclisinde çocuk bakımıyla ilgili sorunlar tartışılıyor mu mesela? Tartışılmıyor!
Böyle bir toplumsal sorun olmadığından mı? Hayır; bu toplumsal sorunu kadınlar evlerinde kendileri ya da kadınlar arası dayanışma ağlarıyla çözdüklerinden...
O yüzden, sözgelimi Türkiye'nin başkenti Ankara'da dahi yalnızca 10 belediye kreşi var ve bunlar da en çok personel destek hizmeti sunuyor. Dünya kadar benzeri soru sorulabilir:
Kaç belediyede kadına karşı şiddet sorunu, kadınların sokaklardaki, caddelerdeki, parklardaki, toplu taşım araçlarındaki güvenliği, eğlenme ve dinlenme ihtiyaçları, yoksullukları... konuşuluyor?..
Bu memlekette kent içi ulaşımın otomobillere göre düzenlenmesinin, adım başı yaya üstgeçidi dikilmesinin aynı zamanda basbayağı kadın düşmanlığı olduğunu nasıl böyle kolay unutabiliyor belediyeciler mesela?
Yanıtı basit: Çünkü başka türlü yaşamlar sürüyorlar... Kadınların yaşamlarının bilgisi yerel yönetimlere ve yerel siyasete aktarılamıyor.
Muhtar adaylığında patlama
28 Mart 2004 yerel seçimlerinin hemen ardından Başbakan, televizyonda yaptığı açıklamada kadın adayların örgüt engeline takıldıklarını belirtiyordu. "Örgüt engeli"nden kasıt açıktı: Siyasal partiler. Haklıydı da Başbakan; çünkü, sözkonusu örgüt engelinin olmadığı mahalle muhtarlıklarında kadın aday sayısında yüzde 200'ler civarında bir patlama yaşanmış, bu kadınlar "örgütsel olmayan" (fakat pekala örgütlü olan) türlü engellere karşın yüzde 30-45 arasında oy almışlardı.
Olumlu ayrımcılık reddedildi
Aynı konuşmasında Başbakan, "bu ne perhiz..." dedirtecek biçimde, cinsiyet kotasına karşı çıkıp bunun "kadınlara saygısızlık" olduğunu öne sürüyordu.
Nitekim, kadın örgütlerinin yıllardır dillendirdikleri "kota talebi" 28 Mart seçimlerinden önce de sıcak gündeme getirilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) konuyla ilgili tartışmalar, seçimlerden bir gün önce, 27 Mart 2004'te Anayasa'nın ilgili 10. Maddesine "kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür" ifadesinin eklenmesi, fakat "olumlu ayrımcılık" ibaresini eklemenin reddedilmesiyle sonuçlanmıştı.
Eğer kadın örgütlerinin ortaklaşa hazırlayıp 2002'den beri kabulü için uğraştıkları paket -hayal bu ya- olduğu gibi benimsenseydi, ilgili yasalardaki belli değişikliklerin yanı sıra, Anayasa'nın "Mahalli İdareler" başlıklı 127. maddesinin 1. fıkrasında, yerel yönetimlerin "cinsler arası eşit temsil ve katılımcılık esaslarına uygun olarak" oluşturulması öngörülecekti.
Böyle bir anayasal düzenleme ve koşut yasal düzenlemelerle siyasal partilerin yapacakları iç düzenlemeler "kadınlara saygısızlık" mı olacaktı, bu sorunun yanıtını kadınlara pek saygılı kadın dostlarına bırakıyoruz; ama tartışmasız, kadınlar tarih körü liberal eşitlikçi safsatanın çevrelerine ördüğü duvarları deleceklerdi.
Cinsi adına konuşabilmek
Bir kere, kadınların cinsleri adına konuşma güvenini elde edebildikleri, siyaset sahnesinde nitel bir değişim yaratabilecekleri, bir başka deyişle biçimsel temsilden gerçek temsile geçebilecekleri bir sayısal eşik var
Uluslararası kadın hareketince geliştirilip Brleşmiş Milletler'in (BM) uluslararası hedefleri arasına da girmiş ve resmi kabul görmüş bulunan yüzde 30'luk "asgari temsil eşiği"ne ulaşmadan kadınların kendi cinslerinin sorun ve gereksinimlerini temsil etmeleri olanaklı görülmüyor.
Belçika, Fransa, Hindistan, Brezilya, Arjantin ve Uganda gibi birçok ülkede kota uygulamasına yönelik yasal önlemler alınmış durumda.
Uganda'da üçte bir kadın
Uganda'da 1995 Anayasası'nın iki maddesinde kadınlar lehine düzenlemeler yapılmasını sağlayacak "olumlu eylem" kavramına yer verilmiş, 1997 tarihli Yerel Yönetimler Yasası'yla da bütün yerel yönetim düzeylerinde kadınlar için 1/3 oranında kota uygulaması getirilmiştir.
Bu olumlu ayrımcılık uygulamalarının sonucu olarak, Uganda'da kadınlar yavaş yavaş anahtar karar alma konumlarına gelmeye başlamıştır.
Bu arada şuna da değinmek istiyorum. Sömürgecilikten kurtulma savaşımı, ulusal direniş hareketi yaşanan birçok ülkede politik aktivizmin içinde bulunan kadınların, sonradan yerel siyasette etkin roller üstlenmenin de savaşımını verdikleri gözlemlenmektedir.
Uganda gibi Güney Afrika örneği de buna işaret eder. Örneğin Uganda'da Kadın Sekreterliği birimlerini oluşturan tüzüğü çıkaran, Direniş Meclisleri'dir.
Fransa'da yüzde 47
Fransa'nın 2003 yerel seçimlerinde "6'lı dilim kotası"nın (aday listelerinde sırayla üç erkek üç kadın) uygulanması bile, "fermuar dizgesi"ne (bir erkek-bir kadın) göre daha dezavantajlı olmasına karşın, yüzde 47'lik temsil oranına ulaşmalarında etkili olmuştur.
Bu ülkede 1982 seçimlerinde uygulanan yasal kota Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmişse de 2000 yılında Anayasal kural haline getirilerek sorun çözülmüştür.
Buna göre, ulusal ve yerel seçimlerde her aday listesinde cinsler arasındaki fark birden fazla olamaz ("parite ilkesi"). Bu düzenlemenin yaşama geçmesini güvence altına almak için, siyasal partilerin kamu fonlarından yararlanma kuralları da yeniden düzenlenerek kadın-erkek eşitliği ilkesini yaşama geçirmek üzere alacakları önlemlere bağlanmıştır.
Arjantin, Brezilya, Hindistan
Arjantin'de seçime girecek adayların yüzde 30'u, Brezilya'da yüzde 20'si kadın olmak zorundadır.
Hindistan'da yerel meclislerde yüzde 33 kota uygulaması vardır. Öte yandan, kotayı zorunlu kılan bir yasal düzenlemeye sahip olmayan birçok ülkede bile siyasal partiler iç düzenlemeleriyle (tüzük ve seçim yönetmelikleri) kota uygulamaktadırlar.
Avusturya, Norveç, İsveç ve İngiltere bu ülkeler arasındadır.
Dolayısıyla, kadın siyasetçilerin siyaset sahnesindeki bireysel varlıkları, kadınların nesnel olarak farklı gereksinimlerinin etkili bir biçimde karşılanacağının güvencesi değil.
Kadınların izlediği, denetlediği
Öte yandan, "kadınların temsili" dediğimiz şey, basitçe, seçilmiş kadınların sayısındaki artışla özdeş de değildir. Gerçek anlamda bir temsilden söz edebilmek için, biçimsel temsilin ötesinde kadınların kendi gereksinimlerini formüle edip politikleştirebilecekleri mekanizmaların varlığı gereklidir.
Bu, bir anlamda, kadınlarca izlenebilir ve denetlenebilir yerel politik gündemlerin varlığı demektir.
Çünkü kadın temsilcilerin meşruiyetleri, izlenebilirlikleri ve temsil edilenlerle aralarındaki bağ, başlı başına cinsiyetlerinden kaynaklanmayıp bu politik gündem üzerinden kurulacaktır.
Bu noktada, yukarıda üzerinde durduğumuz kadın hareketinin yerel düzeyde örgütlenme durumu ve etkililik derecesi ya da ulusal kadın örgütlerinin yerel düzeye yönelttikleri ilginin düzeyi büyük önem taşır.
Son olarak da siyasal partilerden başlayarak, yerel yöneticilere değin yayılan bir alanda, kadın-erkek eşitliğini politik gündemin merkezi konuları arasına yerleştirecek 'zihniyet değişikliğini amaçlayan önlemler' öteki politikalarla birlikte uygulanmak durumundadır. (AA/FK)
* Dr. Ayten Alkan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi