aşağıda yazdıklarımın yanlış anlaşılmaması için, bireysel olarak "ölüm ve ölmekle" ilgili doğru kabul ettiğim ve inandığım noktaları en baştan ortaya koymam gerektiğini düşünüyorum:
herkesin bildiğini yineleyerek; matematiksel ifadeyle söylersek ölüm "limit='0' yani '¥' "dur.
ölüm sadece onu yaşayan için bir gerçekliktir ve ancak bir değişim anıdır.
başka bir deyişle "ölüm" doğaldır, her şeyin sonu değildir!
yaşam, "ölümü yaşayan beden" dışında ve ondan kalanlarla başka biçimlerde ve yollarla sonsuza kadar sürer gider.
bir bireyin kendisiyle ilgili nedenler, durumlar, olgular ve kendi erk ve yaşam alanı sınırları içinde "ölmeyi istemesi", "ölümü seçmesi" ve bunu gerçekleştirmek, yani "ölümü sağlayacak tutum ve davranışlarda bulunması" da en azından "yaşama hakkı" kadar temel bir hakkıdır.
bir birey bu noktaya gelip de ve bunu uyguladığında bu artık bir olasılık değil, somut bir gerçekliktir. kimse istese de buna müdahale edemez! asıl önemli olan ise etmemesidir, bana göre.
çünkü bir "hak"kın gerçekten varolması için, ona dokunulmaması ve dokundurulmaması gerekir.
ancak böyle bir karar ve eylemin nedenleri, karar ve uygulama süreci gerçekten "bireysel ve kişisel" olmalıdır. asla başkaları tarafından etkilenmemeli, teşvik edilmemeli, bu sonuca gidilecek şekilde yönlendirilmemelidir. ikinci bir kişinin varlığı somut durumun herkese hiçbir zaman açık olmayacak unsurları bakımından "başkasının yaşama hakkına" dokunmak anlamına gelecektir.
diğer yandan böyle bir ölüme, tümüyle kendi özgür irade ve kararıyla verecek kişilerin de bu eylemin sonuçları bakımından da başkalarını olumlu ya da olumsuz anlamda etkilememesini de göz önüne almaları, aşka bir deyişle bu sonuçtan "kimsenin yarar sağlamayacağı" aynı biçimde "zarar görmeyeceği" bir durumu oluşturmaları da gereklidir.
tüm bunlar yerine geldiğinde ancak ölümden "bireysel bir olgu" olarak söz edebiliriz. bunun dışındaki tüm ölümlerde doğanın kedi kuralları geçerli olsa da ölen insanın yaşadığı toplumun bütününün etkisi, katkısı ve rolü vardır. başka bir deyişle toplumun tümünün ya da içinden bazılarının yaptıkları ya da yapmadıkları "ölüm"e yol açar!
dolayısıyla "ölüm" özü itibariyle birer "toplumsal olgu"dur ve böyle sayıldığı için de hem hukuksal kurallarla, hem de bilimin tüm olanakları ile "yaşam ve ömür uzatılmaya" çalışılır.
ölümle ilgili soru(n)lar...
vatanı, ülkesi, milleti, insanı ya da en üstte saydığı değerleri için ölen insanlara ne denir!
bunun için doğrudan ya da dolaylı teşvikte bulunanlar, ölme emri verenler, ölümü kolaylaştıracak etki, katkı ve destekte bulunanlar nasıl değerlendirilir, nereye konumlandırılır!
uğrunda ölecek kadar büyük ve önemli bir ideali olan insanlar, bunları övenler, özendirenler, teşvik ve taltif edenler toplumca nasıl görülür!
bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir. ama dikkât ederseniz hiç birisinin sonunda bir "soru işareti" yok.
çünkü bunlar birer soru olarak tasarlanmadı.
yalnızca o işaretin yokluğundan giderek daha önce bu sorulara ezberlenmiş yanıtları olanlar bir kez daha düşünelim istiyorum!
asıl soruyu ise şimdi soruyorum.
"görevi yaşatmak olan hekimler böyle bir karar ve seçimle ölümün kıyısına gelen insanlar için ne yapmalılar ya da ne yapabilirler?"
hekimler, tıp mesleği yaşam ve ölüm
işte bu sorunun "doğru" yanıtından yola çıkarak, hekimlerin tümü ölüm le yaşam arasındaki ikilemde "yaşam"dan yana tavır koyarlar ve bunu etik bir değer, mesleki bir kural olarak tarif ederler.
ama hiçbir hekimin hizmet verdiği kişiye yönelik bir baskıda bulunmaya, ona zorla bir şey yapmaya hakkı yoktur. yasalar, yasaları koyanlar ve uygulayanlar bu konuda ne derlerse desinler, ne emir verirlerse versinler, hekimliğin evrensel mesleki ve etik kuralları bu hakkı hekimlere vermez, veremez, eğer bunlara uyarlarsa da görevlerinin dışında davranmış olurlar.
bu tartışmalar bu ülkede "insan(lar)ın canına tak diyen" her türlü yanlışlıkta genellikle anlık tepkilerle ve çoğunda da açık bir "dışsal etkiyle" (mahalle baskısı???) kolayca ölümü yeğleyenlerin olduğu dönemlerde ve durumlarda, sanki konunun tek çözümü hekimlermiş gibi onlara dönülünce gündeme getirilir ve sıklıkla da "bir şeyler" yapmadıkları için sorumluluk hekimlere atılır!
oysa hekimler her zaman dile getirdikleri doğruları, kabul edilmediğini hatta çoğunda, özellikle de yöneticiler tarafından kabul edilmeyeceğini bile bile söylemeye devam ederler. tıpkı cezaevlerinde süren açlık grevi ve ölüm oruçlarıyla ilgili hekimlerin meslek örgütü tarafından yapıldığı gibi!
söylediklerinde yeni ve bilinmeyen şeyler yok. hepsi de "doğru" ve hekimlik mesleğinin evrensel kuralları ve etik değerleri çerçevesinde söylenen şeyler. hepsi de hekimin öncelikli görevinin "yaşatmak" olduğunu vurgulayan, kendi özgür iradesiyle verilmiş rızası olmadan iç kimseye müdahale edemeyeceklerini bir kez daha ve açıkça ortaya koyan ifadeler.
orada yer alan ifadeler, bu konunun muhatabı olanlar tarafından da biliniyor bence.
amaç ve araçsallık
ama "politika" her zaman olduğu gibi ne yazık ki insan "yaşamının" önünde ve öncesinde yer alıyor, "politik yarar ve çıkarlar" yine her zaman olduğu gibi ölümden daha ağır basıyor.
şunlar hiç kimse tarafından asla unutulmamalıdır:
- yaşam her zaman ölüme üstündür!
- ölüm, yaşarken varolan ve karşı karşıya olunan sorunları asla ortadan kalkmaz!
- ölüm yalnızca o sorunların muhataplarını değiştirir!
- yine böylesi ölümler sorunların muhataplarını ve çözümünü gerçekleştirecek olanlara "çözüm"ü dayatmaz, onların sorunu çözmelerini sağlamaz!
- birileri ölünce geride kalan insanların sorunları çözme güçleri çoğalmaz.
ölmek hiçbir işe yaramaz mı peki?
ölümler belirli koşullar söz konusu olunca bir tek kamuoyunun içinde duyarlılığı yüksek olanları o sorunun çözümü için bir şeyler yapmaya yeltenmelerine yol açar.
ama bunda da böyle davrananların sayısının, konuyla ilgili etkilerinin ve durumu değiştirme güçlerini etkileyen başka unsurların payı oldukça fazladır.
yaşamın ve çözümün tarafında buluşmak
sorunları çözmek için her şeyden önce "yaşamak" ve sorunları çözenlerin tarafında çoğalmak gerekir.
"toplumsal" sorunlar akılla, bilgiyle, bilinçle, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü temel alan evrensel doğruları görerek, bilerek, ve bunun gereklerini tam olarak yerine getirerek çözülür. dayatmayla, zorlamayla, baskıyla, şiddetle, zulümle, acıyla sorunlar çözülmez, tersine yeni "toplumsal sorunlar" yaratır.
işte o yüzden bunu bilen ve her zaman ifade eden "türk tabipleri birliği" ve onun insan hakları kolu"nun son yaptığı basın açıklamasındaki şu çağrıya yanıt vermek, duyarlı ve sorumlu olmak, yaşanan bu sorunun tüm boyutları göz önüne alınarak "yaşamın ve çözümün" tarafında buluşmak, elden gelen her şeyi de sonuna kadar yapmak gerekir:
"araya girecek olan uzun bayram tatili ve kritik eşiğe yaklaşan mahkum sayısının giderek artacağı göz önüne alındığında, telafisi mümkün olmayan kayıpların yaşanmaması için ivedi adımlar atmak gerekliliği hepimizin malumudur. önüne geçilebilir nedenlerle kimsenin kalıcı olarak zarar görmemesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi benzer süreçlerde ortaya çıkan can kayıplarının bir daha yaşanmaması umuduyla herkesi duyarlı ve sorumlu olmaya davet ediyoruz."
unutmayalım; eğer politika yaşam için yapılıyorsa, ölüm asla politik "bir amaç ve araç" olamaz, olmamalıdır. çünkü ölmek çare değildir!
dahası sonunda ölümü mutlak ve kaçınılmaz kılacak kararları alanlar, hiçbir zaman bundan bir "yaşam" var edemezler! (ms/hk)