Kadının oluşturulmuş kimliğinin sınırlarını esnetme, onu akışkan bir boyuta taşıma, verili rollerden kurtarma çabası içerisinde olsak da kurulmuş kadın kimliği ve onun getirdiği rolleri aşındırmak coğrafyamız koşullarında epey zor görünüyor. Elbette bu verili duruma direnen kadınlar da var. Ancak bir şeyler değişmiş gibi görünse de “Anıtsayaç”a her gün bir kadın ismi eklemenin önüne geçemiyoruz. Birhan Keskin ve Aslı Serin’in “Anıtsayaç” adlı şiirlerinde sordukları sorular hâlâ geçerli bu nedenle de. Ne diyorlardı?
“Giydiğimiz etek boyuna, doğuracağımız çocuğa karar verenler kim
Kadınlar ilk sevişmesinde neden babasının yüzünü gördü
Küçücük kızlar dedesi yaşındaki adamlarla neden
Neden genelevler var neden hep bir kadın otobanda
Ütü reklamında bir kadın çıplak
Otomobil fuarında bir kadın öyle arabalar üstünde, neden
Doğum günlerimizde bize mutfak robotu hediye edenler kimlerdi
Şakağımıza silahı dayayanlar kimler, kimlerdi Birhan?”
Bu dizelerin aklıma gelme sebebi ise Ayşegül Kocabıcak’ın “Ben Söylemem Sen Anla” adlı öykü kitabı. Kocabıçak’ın öyküleri, her gün karşılaştığımız, aynı duraktan otobüse bindiğimiz, kederi yüzünde, halının kirini yazgısını çıkarırcasına fırçalayan, evindeki eşyanın yerini değiştirerek varlığını fark ettirmeye çalışan, hayatın getirdiğini verili rollerle sırtında yük edinmek zorunda kalan kadınları anlatıyor. Yazar okur ile sohbet edercesine, süslemeye gerek duymadan, olanı, hayatın tam ortasında duranı, içimize sızı gibi oturanı anlatısının içerisine yerleştirmiş.
Kadın diliyle örülü bir kitap
“Ben Söylemem Sen Anla” kitabı kadın diliyle örülmüş bir metin. Kocabıçak, kadınlığın verili sınırlarına dair içeriden gözlemlerini öyküleştirerek, anlatısını okurda duygusu kalacak bir şekilde oluşturmuş. Onun öykülerinin karakterleri, şen şakrak evlerde geçen yaşamların değil, çocukların babalarının annelerine şiddet uyguladığı evlerde yaşayan kadınlar ve çocuklar, her özel günde kadına rondo, ekmek kızartma makinesi hediye ederek onun varlığını evdeki hizmetçi konumuna taşıyan erkekler, bir otobüste kocasından durduk yere azar işitip, yüzü pembeleşen suçsuzluğunu suçmuş gibi o pembe rengin altına gizleyenler, “konsomatris kızlar”, fönü bozulmasın diye kadınlığını şemsiyenin altında tutan, görünmek, sevilmek isteyen Fatma Girik gibi göz kırpıştıran, Hülya Koçyiğit gibi masumca gülen, bedenlerini yok etmiş, arzularını düğümlemiş bir şarkıda söylendiği gibi; “filmlerden tanır aşkı” cümlesinin karşılığı olmuş insanlar.
Gündelik yaşamın içerisinden
Ayşegül Kocabıçak ilk öykü kitabı “Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları”nda olduğu gibi bu kitabında da gündelik yaşamın içerisinden sesleniyor okura. Göze sokmuyor, usulca sezdiriyor. Anlatılanı biliyoruz evet. Her gün karşılaşıyoruz yaşamın içerisinde, sıradan hale gelmiş, adı anılmayan, dile yerleşmiş, o kadar yerleşmiş ki artık farkında bile olunmayan; bir mimik, bir bakış, bir söz inciteceğinin farkında olunmayan. Bu anlamda yazarın öyküleri inceliğini sıradan olandan almış, ona yaslanmış. Bu anlatıda metafora çok gerek yok, yaşanmışlıkların çağrışımı var. Okura şöyle sesleniyor belki de sen yaşamın içerisinde seyre dalmışken, gözden kaçırdığın bir şeyler var bir bak, bir düşün. Bunu derken onu suçlamıyor, hesap sormuyor yazar tüm bu anlatılanın verili olduğunu ve belki de artık yüzleşmek gerektiğini hissettiriyor.
Kırılgan ama dirençli kadınlar
Kocabıçak’ın öykülerinde kadınlar kırılgan karakterler olarak çıkıyor karşımıza ancak varlık çabaları, her şeye rağmen neşeleri, direngenlikleri de yansıtılıyor. Sınıfsal eşitsizliğin en derin hissedildiği evlerde yaşayanlardan seçilmişler genellikle. Hüzünlerini bir kahve falıyla umuda çevirebilen, kırgınlıkları gizli, hayatları hayallerini karşılamasa bile bir yolunu bulan kadınlar. Bir Didem Madak şiirinde de söylediği gibi; “bir mutluluk şiiri yazamam bu saatten sonra” demenin anlamını bilerek, hapsedildikleri yaşamı anlamlı kılmaya çalışan kadınlar. Veyahut Aslı Erdoğan’ın “Zar” öyküsünde bahsettiği; “Gülüşen, konuşan, boyun eğişlerini ojeli pençeleriyle gizleyen… “Artık birisi beni görsün!” diyorlardı, bedenleri ve duruşlarıyla, annelerinden miras utançla var güçleriyle savaşarak…” Diye anlattığı kadınlar.
Kadın “oluş”a dair çabamız arttıkça kadınların hikâyeleri de değişecektir diye düşünüyorum. Bize verileni aşındırmaya, yüklenen rolleri sırtımızdan atmaya, bedenimize dair kararlarımızı kendimiz almaya devam ederek, bir gün daha neşeli kadın öyküleri yazılabileceğini umarak sonlandıralım, ummanın umuda dönüşmesini dileyelim. (EE/EA)
* Alıntılar İçin Bakınız; Birhan Keskin “Fakir Kene ‘AnıtSayaç’”, (s.36). Aslı Erdoğan, “Bir Delinin Güncesi, ‘Zar’”, (s.27). Didem Madak, “Ahlar Ağacı, ‘Müsvetteler’”, (s.53).