"Onu tanıyan herkesin anlatacağı bir dolu hikaye vardır. Tanımayanların asla anlayamayacağı, saçma sapan en azından garip hikayeler. Benim anlatmaktan bıkmadığım bir dolu hikayem var Necdet hakkında ama araya çok söz girerse asıl söylemek istediklerimi söylememiş olmaktan korkarım." (Üç ayı aşkın zamandır Tekirdağ Özel E Tipi Ceza İnfaz Kurumu'nda tutuklu.)
"İçindeki çocuğun büyümesine izin verme!"
Bu cümleyi söylediğim çok sayıda insan vardır. Çünkü içimizdeki çocuk büyüyünce yaşamdaki her şey bir başka oluyor. Yanlışlıklar, çirkinlikler, sahtelikler çoğalıyor. Tabi onlara bağlı olarak düş kırıklıkları, acılar, eziyetler, vicdan muhasebeleri, hesap verememeler de çoğalıyor.
Yaşamın aydınlık bir güneşin altında, doğanın her yönden ben buradayım dediği bir coğrafyadaki, "mordağlar"ın arasında, ilerideki denize doğru giden, iki tarafında uzun ve eski ağaçların arasında uzanan yemyeşil çimlerle kaplı yollarımız, taşlı, çamurlu, engelli hale geliyor.
Bizi paralıyor, bizi parçalıyor.
İçimizdeki çocuk bir daha ger gelmecesine "güzel atlara" binip artık hiç ulaşamayacağımız geçmişimize doğru uzaklaştığında bizim bir yerlerimiz ölüyor, noksanlaşıyor, bizi sakat bırakıyor.
O nedenle görünürde sağlam ama, aslında pek çok yönden sakatlarla dolu bir dünyamız var.
Bu dünyayı, aslında mümkün olan "başka bir dünya"ya çevirmek için gerekli koşullardan bir tanesi de çocuklar ve içimizde o asla bizi terk etmemesi gereken, büyümesine izin vermediğimiz "çocuk yanlarımız".
Yaşam onlarla değişebiliyor, çünkü o çocuk yanlarımız koşulların dayattığı "mümkün olmayanları" anlamayıp, "imkânsız"ı istiyor ve o "imkânsız"a yönelik adımlar, aynı zamanda insanın gelişimini sağlayan ilk adımlar oluyor.
Siz de önce "İçinizdeki çocuğun büyümesine izin vermeyin!"
"Bütün Korkum...
Başlığın hemen altında tırnak içinde yazdığım sözlerin sahibi, kız kardeşinin eşi hakkında yazdığı düşüncelerin belirtirken devamında ona dair sözlerinin sonunu "Onu tanıdığım 15 yıl boyunca hiç büyümedi. İsteyin cebindeki bütün kuruşları size hemen versin. Hep öyleydi Bütün korkum artık büyüyecek olması." diyerek bağlıyor.
Aynı korkuyu paylaşan çok sayıda insanın olduğunu biliyorum. Bunun böyle olduğunu bilen ve bu durumdan da korkan çok sayıda insanın olduğunu bildiğim gibi.
Onun için çocukları, sonunda "ikiye katlama / boyun eğme" belgesi vererek yani çocukluktan çıkartarak büyüttüğümüz okullarda kendi benzerlerini yaratıyor, içinde olduğumuz "sistem".
Ama bu sistem her zaman başarılı olamıyor ve bazıları sahip oldukları o belgeye karşın, onlar "dik durabildikleri" için yaşamın değişmesini, gelişmesini ve "başka bir biçimde gerçekleşmesini" sağlıyorlar.
Aslında "Bacanağım" demem gerekirken ve "ilk damadım" dediğim Necdet de tüm aykırılılıklarına farklılıklarını koruyarak o sistemin içinden çıkabilmeyi başarmış insanlardan birisiydi.
2 Ağustos 1967 tarihinde Beşiktaş'ta doğmuş. Üç kardeşin ortancası. Ailesi o doğmadan iki yıl önce Sivas'ın bir köyünden İstanbul'a gelmişler. Öyle varlıklı falan değiller. Köyden İstanbul'a gelen herkes gibi "yaşam gailesi" onları bu göçe zorlamış. Adaşım Mustafa amca "çakma" torunum Janbek'in "gerçek Mustafa dedesi" çok çalışıp ailesini kimseye muhtaç etmeden büyütmüş, ev bark sahibi etmiş hepsini. Bu güzel insanın yaptığı bir çok iş arasında herkesin "çok güzel" bulduğu ev yemekleri var. Aslında İstanbul'un bir çok köklü ailesinin evlerinde, mutfaklarında onlar için bildiği "Anadolu" yemeklerini yine onlar için yaparak geçimini sağlamış.
Mustafa Amca, eşi, diğer iki kardeşiyle Necdet bu ortam içinde büyümüş. İlkokulu mahallelerindeki Dikilitaş İlkokulunda bitirmiş. Sonra sırasıyla Esentepe Ortaokulunu ve Sarıyer Vehbi Koç Vakfı Lisesi'ni tamamlamış. Ardından gittiği Yüksek Denizcilik Okulu'ndan 21 yaşında bir "Güverte Zabiti" olarak mezun olmuş. İngilizce ve İspanyolca öğrenmiş.
Daha sonra çalışmaya başlamış. Çalıştığı yer ise dünyanın dört bir yanına giden gemiler olmuş. Bir çok denizci gibi kimi zaman çok uzun süreler gemi üzerinde açık denizlerde kalmış. Pek çok şey yaşamış, pek çok insan tanımış, başından pek çok olay geçmiş. Aç kaldığı da olmuş, beş parasız tanımadığı bir ülkenin bir liman kentinde kaldığı da.
Ama yaşamdan hep keyif almış, içinde bulunduğu zor koşulları, gülümsemesiyle, yaşama hep olumlu yönünden bakan tavrıyla, girişkenliği ile, tatlı diliyle, her dili başka dillerden aldığı sözcüklerle konuşup insanlarla anlaşmasıyla zorlukları aşmasını başarmış ve bu sırada bir dolu anı ve macera biriktirmiş bir adamdır Necdet.
"Beni eğlendiriyor..."
Eşinin ablası Nevin Sütlaş ona dair anlattıklarına başlarken "Sevim (Necdet'in eşi) Necdet için derdi ki Bundan bir tane üretilmiş, olacak gibi değil diye seri üretimine geçilememiş.
Sahiden de eşsiz bir adamdır Necdet. 'Benzeri görülmemiş' lafını hak eder cinsten. Onu herkesten farklı kılan nedir diye sorarsanız, benzer kılan hiçbir şeyinin olmadığını söyleyebilirim. O mutlaka tanınması gereken kişilerdendir. Tümüyle, tepeden tırnağa sıra dışıdır. Sıradan olmamak için bir gayreti olduğunu sanmıyorum. Onun bünyesidir onu farklılaştıran" diyordu.
Ben de onu Sevim aracılığıyla tanımıştım. Yüzünün rengi ile tezat 'aydınlığı' ve bunu her zaman bir eğlence ile sunması bana farklı gelmişti. Sonra Sevim'le evlendiklerinde onun Necdet'le ilgili "beni eğlendiriyor" şeklindeki tanımı saptadığım farklılığın belki de en temel nedeniydi.
Bizler "çocukluğunu" geçmişte bırakmış, okumuş yazmış, 'büyük'ler" Berthold Brecht gibi başka büyüklerin "anlatacaklarınızı eğlendirerek anlatırsanız, daha çok soru sordurmayı başarırsınız, çok soru sormak ise çok şey öğrenmenin yolunu açar" sözlerine inanıyor ve kendi sözlerimiz gibi yineliyorduk ama bizleri "eğlendiren" kişilerin bu özelliklerini "özelliğimiz" haline getiremiyorduk. Onu sadece Necdet gibi o çocuğu içinde saklayan ve her fırsatta dışa vuran insanlar yapabiliyordu.
Yaşamın "zor" olduğu doğrudur, ama onu "zor"laştıran unsurlardan birisi de bunu keşfedemememiz, keşfetsek de yapamıyor olmamızdır.
Necdet onu başaran insanlardan birisidir. O nedenle kendisi gibi davrananlarla çok farklı ilişkiler kurabilir. Onun için Ceren'le daha onun gerçek bir çocuk olduğu dönemden başlayarak bizlerden daha fazla arkadaş olmasının, birbirlerinin yalnız ağızlarındaki dillerinden değil "beden dilleri"nden de anlamalarını, birlikte oldukları her anı bir eğlenceli oyuna çevirmeleri de bu yüzdendir.
Bu kadar oyunbaz, eğlenceli insanları birbirlerinden iki yüz kilometre uzakta, betondan dört duvar arasında "yüz günü aşkın" zamandır tutmak da, her halde yaşamın hem bir başka "oyun"u, hem de bu eğlencenin sınırlarının nerelere kadar uzanabildiğini gösteren bilginin bir "kaynağı" olmalı!
Onun şimdi cezaevinde olmasına neden olan olay sürerken, olayın yaşandığı evi kiraladığı emlakçıya attığı cep telefonu mesajı onun bu özelliğini ortaya koyan somut olaylardan birisi.
Medyada yer alan haberlerde bu durum söyle yazıldı: "Emlakçı Selin Hanım, çatışma sürerken Necdet Öztürk'ün cep telefonuna mesaj attığını söyledi. Mesajda şöyle yazıyordu: 'Evde olaylara karışan Orhan Yılmazkaya arkadaşım, ancak benim bu olaylarla alakam yok. Yurtdışındayım, birkaç güne kadar ülkeye dönüp her şeyi anlatacağım. Sizden özür diliyorum.' "
"Ötesinin ne önemi var!"
Yine "Nevin Abla"sının onun için yazdığı yazıdaki "Asıl söylemek istediğim şudur ki, ünlü bir düşünürün deyimiyle 'çoğumuz henüz insanın atasıyken Necdet tanıdığım bildiğim en insan oğlu insan'lardan biridir" sözlerini yineleyip, onun bir anısıyla sürdürelim:
"Bir yılbaşı yada bayram gecesiydi. Yerler karlı, hava buz gibiydi. Necdet'in görkemli jeep'i ile bir yerlere giderken benzin almak için durduğumuzda minik bir oğlan tırmanıp camımızı silmeye başladı.
Ben bu havada bu kadar küçük bir çocuğu önümüze çıkaran insanların duygu sömürgeni olduklarını, küçümencecik şeyi kullandıklarını düşünürken Necdet camdan elini uzatıp çocuğa bahşiş verdi. Çocuk yıldırım gibi koşarak ortadan kayboldu. Anlayamadım. Necdet gülmekten kırılıyordu.
Meğerse o zaman için en büyük para olan '50 bin' lirayı buruşturup sanki yanılmış da '5 lira' sanmış gibi çocuğun eline sıkıştırmıştı. Paranın gerçek değerini anlar da geri alır korkusu ile çocuk saklanmıştı.
Niye böyle yaptığını sordum. Aleni verseymiş para çok olduğu için istese de çocuk kabul etmeyebilirmiş. Böylece onu kırmadan vermenin yolunu bulmuş.
Hiç hak vermemiştim. Bir araba söz söyledim. Birilerine içki/uyuşturucu para temini dahil bir yığın senaryo ürettim.
Yüzüme şaşkın şaşkın bakan Necdet 'abla bir çocuk bir an bile olsa sevindi, ötesinin ne önemi var' dedi. Bu Necdet'ti.
İnsan sever, insan için yüreği çarpan adam.
Paranın sadece insan sevindirmek için gerektiğini düşünen Necdet. Hâlâ öyle..."
Yalnızca bir çocuğu değil pek çok büyüğü de cebindeki paranın en son kuruşunu vererek ya da sahip olduğu olanakları sunarak, kendi yayan gitme pahasına arabasından inip anahtarını teslim ederek "güle güle, yolun açık olsun" diyen bir insandır Necdet.
Bu özveri falan değildir üstelik. Onun doğal bir davranışıdır.
Bir şeye gereksinimi olanın hakkı o gereksindiği şeye ulaşmaktır onun gözünde. Bunun için bir karşılık vermesi gerekmez. Eğer ona Necdet sahipse, o verir. Bu nedenle sık sık düştüğü ekonomik sorunlara karşın, dünyanın tüm malı mülkü onunmuş gibi "bonkör" davranması bu yüzdendir.
Hangi yaşıma girdiğim yaş günümdü anımsamıyorum. Kutlama yapmadığım bir seneydi. Saat yarımı geçmiş, yatmak üzereydik. Kapı çaldı. Necdet herkesi, tüm yakınlarımızı toplamış, iki arabaya doluşmuşlar, ellerinde paketlerle ve bir yaş günü pastasıyla kapıda belirmişlerdi. Yine ekonomik olarak sıkıntılı oldukları bir dönemdi.
Bir anda evin için neşeden, kahkahadan bayram yerine dönmüştü. Yaş günü hediyesi olarak bana aldıkları ve "ilk video kamera"m da o sırada kayıttaydı, benim şaşkınlığımı ve o gecenin neşesini kaydediyordu.
Aynı kamera kendisinin tıpatıp kendisine benzeyen oğlu "Janbek"in doğumundan başlayarak yaşamının ilk yıllarını sürekli kaydetmişti. Belki de onun bugün yaşamını sürdürmesini sağlayan o kameraydı. Çünkü Janbek'in doğumundan hemen sonra, ortaya çıkan, çok zor tanı konulabilen ve erken tedavi edildiği için bugün izi kalmayan hastalığını, teyzesinin fark etmesi de o kamerayla kaydedilen görüntüleri sayesinde ortaya çıkmıştı.
Bir kardeşin sözleri
Nigar Gültekin onun kendisinden küçük kız kardeşi. Bu "portreler" dizisine başlayınca herkesten katkıda bulunmasını istedim. O da kendince bir şeyler yazmış yollamış. Onun sözleriyle sizleri başbaşa bırakıyor ve aradan çekiliyorum. Çünkü bir insanı en iyi kardeşleri tanır ve anlar:
"Annemin anlattıklarını da sizinle paylaşayım:
"Necdet 4 yaşındayken okumayı yazmayı öğrenmiş komşular buna inanamamış ve yere küçük dallarla yazdıkları kelimeleri okutmaya başlamışlar. Okuduğu anlaşılınca da Necdet'le uğraşmaya başlamışlar. İlkokulu da birincilikle bitirmiş o zamanlar. Pek bir çalışkanmış. Herkes çocuğunu onun yanına getirirmiş, dersi anlatması için ve o da sabırla arkadaşlarına anlatırmış. Okulda her zaman başarılı , dürüst ve iyi bir öğrenciydi. Çok hareketli cıvıl cıvıl bir çocuktu. Çok kitap okuyan biriydi. Her şeye anında cevap verirdi annem 'her zaman lafı cebinde taşır' derdi
Dikilitaş'ta otururken küçük bir bahçemiz vardı bir bakardık ki bahçede kedi miyavlamaları yavru köpek havlamaları... Sokaktan bulduğu sahipsiz yavru hayvanları eve getirir onları evden gizlice aldığı sütlerle beslerdi. Annem gördüğü zaman kovalardı, malum hastalık falan bulaşır korkusuyla.
Biraz büyüyüp arkadaş çevresi genişlemeye başlayınca bu sefer arkadaşları evden çıkmazdı, insanları çok seven onlara kıymet veren bir yapısı var ve çocukları delice seven biri. Çok neşeli iyi bir arkadaş çevresi olan, her zaman iyi niyetliydi.
Her zaman dağınık biriydi malına sahip çıkmadığı için her gün bir kırtasiyesini kaybeder gelirdi. Hep kaybeden olurdu kimsenin malına elini uzatamazdı.
Aklıma çok şey geliyor, o an yaşanırken tatlı gelen beni güldüren şeyler, ufak çocuk şakaları, yani herkesin ailesinde olabilecek şeyler, düşündüğümde bana mutluluk veren yüzümde tebessüm yaratan ağabeyimi çok özlediğimi hatırlatan ve bir yandan beni hüzünlendiren. Ama yazmaya değmeyecek şeyler çünkü o anda onu yaşamak gerekir.
Eminim ağabeyime böyle bir is düşseydi roman yazardı benim için ama ben bu kompozisyon konusunda oldukça beceriksiz sayılırım.
Bu kadar sevgi dolu bir insanın başkalarına zarar vermesini düşünemiyorum. Herkesi kendi gibi bilen kimseyi kötü olarak düşünmeyen insanların kötü olabileceğini düşünmeden onları içine alan biriydi. Herkesle dost herkesle arkadaştı. Bir karıncayı bile incitmeyecek yaradılışta birinin bu tür suçlamalarla karşı karsıya kalması çok üzücü." (MS/EÖ)