12 Eylül'ün sokağa çıkma yasağı, bir araya gelme yasağı, grev yasağı derken 1984 yılında 'Yasaklar'ı izlemek anlatılmaz bir duyguydu. İzlerken güldüğümüz aslında günlük yaşantımızdı. Ne de olsa yıllarca radyo ve televizyondan yayınlanan MGK bildirileri ve duyurulan yasakların sesi hala kulağımızdaydı.
Kandemir Konduk'un yazdığı, Devekuşu Kabare'nin sergilediği, 'Yasaklar' isimli oyunda, Zeki Alasya "Desene şu yasaklar bir alem" der ve Metin Akpınar'ın yanıtı "sıkıysa sen desene, öyle ulu orta konuşmak yasak" olur. Evine gitmek serbest ama gitmen için geçmen gereken sokağa girmen yasaktır. Gençler muhtemelen pek bilmez ama Youtube'da 'Yasaklar' diye aratınca bir çok bölümünü rahatlıkla izleyebilirler, hatta izlemeliler. İzlerken 'Vay be ne günlermiş" denilmiyor elbette. İstanbul'da 'kent mobilyası' haline gelen polis bariyerleri sayesinde aynı durum sık sık yaşanıyor. Barikattan geçmek istediğinizde polis sizden e-devletinizi açıp ev adresinizi göstermenizi isteyebiliyor. Kaç kez eve ya da işe gidebilmek için basın kartımı gösterip geçmek zorunda kaldım.
Aklınız ermeye başladığı andan itibaren yasaklar da başlar. Saçınızın, sakalınızın şeklinden kıyafetinize kadar herşeye karışılır. Çocuklar için oyunlar da yasaklar listesine dahil olur. Son olarak çocukların çokça oynadığı bir bilgisayar oyunu da memleketin yasaklar listesinde yerini aldı. Sorun sadece yasaklar ile yaşamakla sınırlı kalmıyor bu noktada, bir de başkalarının koyduğu bir yasağı anlatmak size düşüyor.
Bir gün otobüs ile mitinge katılmak üzere yola çıkarsınız, kent girişinde otobüs durdurulur ve polis yola devam edemeyeceğinizi söyler. Çünkü yeterli sayıda ceset torbası ya da tebeşir olmadan yola çıkmak yasaktır.
Saçma demeyin, yürürlükteki kurallara göre tavuğu baş aşağı taşımanız da yasaktır.
Tavuğu Baş Aşağı Taşımak Yasaktır
Askere gidersiniz, anlamsız bir yerde nöbetçi vardır. Yıllar önce orada olan bir kuyuya biri düşmüştür, başına nöbetçi dikilir, kimseyi yaklaştırmaması söylenir. Ardından kuyu kapatılır ama oraya nöbetçi yazılmaya devam eder. Çünkü yasakları sorgulamak da risklidir. Yasağı koyan otoritedir, devlettir. Zaten pek de sorgulanmaz, 1986 yılında Ferhan Şensoy yanındaki tiyatrocular ile birlikte Nazi askeri kıyafeti giyip, yoldan geçenleri 'Kimlik bitte' diyerek durdurmuş ve pek de kimsenin sesi çıkmamıştı.
Mesela şu 'çakar' dedikleri ışıklı ve sesli uyarı sistemlerini izin verilen görev araçları dışında kullanmak yasak. Ama gel gör ki hele ki işe geliş ve dönüş saatlerinde bir anda ortalık o ışıkları yakıp söndüren ve garip sesler çıkaran araçlar ile dolar. Yasal düzenlemeye göre sadece izin verilen araçlar, göreve giderken, evet göreve giderken kullanabilir. Üstelik de 'vatandaşın güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde' kullanabilirler. Ama siz siz olun onları da pek sorgulamayın. Evine giden bir polise, kimi zaman ise bir mafya üyesine denk gelebilirsiniz.
Yasakları koyan devlet size 'gücünü göstermek' için kimi zaman simgelere de yer verir. Tıpkı tarladaki korkuluk gibi yol kenarında maket polis arabaları veya görevli maketi görebilirsiniz. Bir süre için aklınızdan çıksa bile hemen hız yasağını hatırlar ve kendinize gelirsiniz.
Aslında yasakları tekdüzelikten kurtaran tasarımlar da yok değil. Sanırım bazı noktalar daha 'kritik önem' arz ettiği için devlet oralara sadece bir ekip otosu koymakla yetinmemiş. Devletin imkanları ve gücü daha çarpıcı şekilde gözler önüne serilmiş.
Benden de naçizane bir kaç öneri, zaman zaman özellikle öğrenciler nerede olduğunu unutabiliyor. Onlara bir hatırlatma anlamında üniversite önlerine çevik kuvvet maketi konulabilir.
Ve elbette bir de hak aramak için yola dökülen işçiler var. İşçilerin yoğun yaşadığı kentlerde, organize sanayi bölgelerinde, büyük fabrika önlerinde -özellikle sahibi AKP'li olan- ve Ankara'ya giden yollara da mutlaka aşağıdaki maket konulmalı.