Sağlık alanı ve hastalıklarla uğraşmak öğreticidir. Yalnızca sağlıkçılar için söylemiyorum bunu, herkes için öyle olduğunu vurgulamak istiyorum. Çünkü sağlık ve hastalıkla ilgili olaylara yaklaşım, yaşamsallığı, sıklıkla acilen çözümlenmesinin gerekmesi, çok nedenli, çok etkenli, çok yönlülüğü ve hemen her zaman "görünür"lüğü nedeniyle, başka alanlardaki sorunları çözümlerken de sonuca yönelik bir bakış ve yaklaşım sağlar.
Diğer yandan "sağlık ve hastalık olgusuna" bakış tarzı da, yine aynı nedenlerle bakan kişilerin başka alanlardaki başka olaylara bakışlarına dair de önemli ipuçları verir.
Şunu bir genelleme olarak söyleyebiliriz: Bir hükümet sağlığa nasıl yaklaşıyorsa, diğer toplumsal sorun ve işlere, yapması gerekenlere de öyle yaklaşır, çözümleri benzer olur.
Sorun çözme göreviyle yükümlü olanların genel olarak iki temel bakışı ve yaklaşımı vardır: Bunlardan birincisi sadece o sorunu çözmeye yönelik yaklaşımdır. İkincisi ise, biraz daha geniş bakıp, sorunu değil, onun ortaya çıkmaması için yapılacakları düşünmek ve onları belki daha uzun bir süreçte, ama o sorunu kimsenin hiçbir şekilde yaşamamasını sağlayacak şekilde bazı işleri tanımlamak ve bunları gerçekleştirmeye çalışmaktır.
İkincisi zordur, üstelik gündelik, kişisel ve grupsal çıkarları değil, o sorunla bir şekilde karşılaşacak tüm toplumu öncelemeyi gerektirir, dolayısıyla "eşitçi bir tutum"a yol açar.
Darbeciliğin özü!
Sorunun çözümünün muhatabı "hükümetler" olursa, bu ikinci yaklaşım genel olarak benimsenmez. Çünkü hükümetler "geçici"dir. Onların temel öncelikleri bir sonraki dönemde seçilmelerini sağlayacak işleri yapma doğrultusundadır.
Sorunların çözümünde sıklıkla karşılaşılan "kısa yoldan, kestirmeden gitme, toptancı tutum" yaklaşımı da aynı nedenle yeğlenen bir tutumdur.
Aslında bu da bir tür "darbecilik"tir ve çözümle görevli hemen her sorumlunun sıklıkla yeğlediği tutumlardan birisidir.
"Darbeciler"in temel tutumu "yasak ve yasaklama" temellidir. Bunu yapmak için kullandıkları yöntemler arasında "sınırlamak", "kısıtlamak", "engellemek", "sıkıştırmak", "zorunlu kılmak", "şiddet ve zor kullanmak", "baskı altına almak", "süreçleri daraltmak", "tek hedefe yöneltmek", "çatışmayı öncelemek" bulunur.
Bu yaklaşımda ele alınan sorunun unsurlarını, onu yaratan koşullar, etkileyen dinamikler, daha önceki deneyimleri de göz önüne alarak, aklın öncülüğünde irdeleyerek çözümlemek yerine; yalnızca son noktayı, bunu yapan son etkeni ya da dinamiği görüp yalnızca ona yönelik bir çözüm söylemek sıklıkla benimsenir.
Bu yaklaşım sorunları gerçek anlamda çözmez, ama kararlar o kadar keskindir ki hemen herkeste çözüleceği zannını uyandırır (bazen bunun için ek/yan yollar da kullanıldığı olur; 12 Eylül 1980'de bir günde sona erdirilen şiddeti anımsayın ???), aslında sorunu öteler, böylelikle de derinleştirir ve büyütür.
Daha da kötü bir şey yapar; böyle bir yaklaşımın sorunu çözmeyeceğini söyleyenleri de öteleyerek "kutuplaştırır" ve "iki karşıt taraf" yaratarak çatışma dilini ve kültürünü benimser.
Bu tutum aslında böyle davrananların kişisel ve grupsal gelişim süreçlerinde onlara öğretilen ve dayanak haline getirilen değerlerle, inançlarla ve bu sırada onlara verilen ve öğretilen bilgilerle beslenir.
Hepsi de aynı!
"İttihatçı", "Statükocu", "Liberal" ve "İslamcı" daha doğrudan söylersek özü itibariyle demokrat olmayan ve asla demokrat olmayacak tüm kesimlerin yaptıkları ve yapmadıklarıyla, söylemleri savunmaları irdelendiğinde, yukarıda söz ettiğim unsurların aslında nasıl da örtüştüğü gözlemlenecektir.
Çünkü aslında tümünün birleştiği temeller de, uygulamalarında temel aldıkları yöntemler de hem özünde, hem de görünür uygulamalarında birbirine benzerdir.
Cumhuriyetin 88 yıllık geçmişine de, bugüne de, dünyada başka örneklerde yaşanılanlara bakıldığında da bu saptamayı doğrulayan kanıtları görmek olasıdır.
Şu anda yaşadığımız çatışma dönemince önerilen ve benimsenen çözüm ve tutumlara dikkâtle bakılırsa aynı durumu gözlemlemek olasıdır.
Kendi alanıma dönerek, sağlık alanında yapılanlara baktığımda da neredeyse "mot a mot" bu nitelendirmeleri destekleyen örnekleri görüyorum.
Türk Dişhekimleri Birliği'nin önceki dönemde genel başkanlığını yapan bir arkadaşım "diş teknisyenleri" için Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir düzenlemeden söz edip, yakınmalarını ve eleştirilerini duyunca bu söylediklerim bir kez daha gözümün önünde somutlaştı. Aslında Sağlık Bakanlığı'nın pek çok "çözüm"ünde daha baştan beri aynı şeyleri görüyor, yaşıyorduk.
Çünkü bu çözümlerin kararları, yabancı dil bilen ama anadilde sağlık hizmetinin anlamını bilmeyen; idarecilik konusunda eğitilmiş, ama sağlık hizmetinin nasıl yönetileceğini öğrenmemiş; uluslararası ticari anlaşmaları benimseyen ama, insan haklarının anlamını ve hak temelli bakışın kenarından bile geçmeyen; sağlık hizmetinin yerine getirildiği alana hiç çıkmamış, dolayısıyla uygulamada neler olup bittiğinden habersiz, sadece masa başında ve yukarıda tanımladığım dinamiklerle beslenen; ve nihayet artık resmi olarak da devletin "memuru" olmaktan çıkmış, "hükümetin adamı ve taraftarı" haline getirilmiş; emir kulu olmaktan başka bir hakkı ve ödevi olmayan "uzman ve bürokrat"ların hazırladığı, daha üstlerinde bulunanların imzalamasıyla uygulamaya giren, yüksek mahkemelerden sadece hukuka değil, aynı zamanda daha önce yapılmış yasalara da ve normlar hiyerarşisine bile uymadığı ortaya konulan düzenlemeleri hepimiz gördük, yaşadık ve yaşıyoruz!
Bu nedenle yaşanan, maruz kalınan olumsuzlukları görüp söylememenin, dolayısıyla muhalefet etmemenin bu ortam ve koşullarda olanağı yok!
Düşünmeye ve eylemeye çağrı!
İşte bu nedenlerle özellikle hekimlere yönelik son dönemde gerçekleştirilen düzenlemelerin de böyle olduğunu bir kere daha görmek ve anlamak gereklidir. Bunun için hekim ve sağlıkçıların, emek kesimlerinin hatta sağlığa hak temelli bakanların yazdıklarına, söylediklerine bakmak yeterlidir.
Bunun için ülkenin dört yanında, bu ülkenin insanlarının sağlık sorunlarının çözümü için uğraşan hekimlerin ve sağlıkçıların, 17 Eylül cumartesi günü TTB öncülüğünde, Ankara'da Sağlık Bakanlığı'nın önünde toplanıp, yalnız haklarını savunmalarını değil, ama eleştiri ve önerilerini de anlamak, "yalnızca hükümete muhalefet eden bir grup hekim" olmadıklarının farkına varmak gereklidir. Ama "anlamak" da yetmez bence, çünkü onlara yapılanların son kertede onlar aracılığıyla topluma da yansıyacağını fark etmek gerekir. Dolayısıyla sağlık hizmetine ulaşacak ve bilimin gereklerine göre hizmete ulaşma hakkı da ortadan kalkacak olan tüm toplumun, sağlığı ve sağlıklılığı yaşamsal bir sorun olarak gören herkes onları desteklemelidir.
Unutulmamalıdır ki yukarıda açımlamaya çalıştığım bu "darbeci zihniyet" bir tek şeyden çekinir: "Korku ve baskı" dahil her türlü yolu kullanarak elde ettikleri toplumsal desteğin arkalarından kaybolması!
Yapılan yanlışların yaşanmamasını sağlamak, yanlışları gören, anlayan, ardındaki dinamikleri fark edenlerin toplumun çoğunluğunu oluşturmasıyla mümkündür.
Ergenekon Davası'ndaki toplumsal desteğin, tüm çabalara karşın "Ahmet Şık ve Nedim Şener" için sağlanamamış olması da, her türlü etki çabalarına ve yönlendirmeye karşın "Deniz Feneri Davası"nın sürmesine dair talepler, bunun en somut ve yakın iki örneğidir.
Sözümüzü bağlayalım:
Herkesi, hem "sağlık için medya", hem de "medya için sağlık" için 17 Eylül Cumartesi saat 12.30'da Ankara'da Sağlık Bakanlığı'nın önünde, 18 Eylül Pazar günü saat 13.30'da Galatasaray Meydanı'nda olmaya çağırıyorum.
Bugünün 15 Eylül olması nedeniyle bir selamım ve bir çağrım daha var:
Sevgili Hrant Dink'e 57. doğum günü nedeniyle "iyi ki doğdun, iyi ki vardın ve hep varolacaksın" diyor ve onu aramızdan alanların kim ya da kimler olduğunu dört yıldır ortaya koymayanlardan hesap sormak için de, hukuktan, insan haklarından, barıştan ve demokrasiden yana olanları da onunla ilgili yargılamanın yeni bir duruşmasının öncesinde 19 Eylül'de saat 10:00'da Beşiktaş Barbaros Meydanı'nda "Hrant İçin Adalet İçin" buluşmaya çağırıyorum.(MS/EKN)