bianet’in habertürk’e kaptırdığı acar ve sevimli muhabiri sevgili ışıl b. cinmen’in 30 nisan 2013’de yayınlanan haberi, ilan edilen “içki yasağı”nın uygulamaya başlandığı sırada 9 eylül 2013 pazartesi günü habertürk’ün sitesinde yeniden yayınlandı.
dünyada belli başlı ülkelerdeki “alkol yasak”larıyla ilgili çok güzel bir derlemeydi; emeğine sağlık ışıl’ın. okudum ve bilmediğim bazı bilgileri de ondan öğrendim. sağolsun!
sonra onunla yazıştım; önce kutladım ardından ona bazı önerilerde bulundum.
bu yazıyı aslında daha önce yazmayı düşünmüştüm, ama bir türlü sıra gelmemişti. onunla yazışmamız bu önemli konudaki bazı önemli noktaları “ilgilileri”ne anımsatmam için bir vesile oldu. ona bir kez de bu yüzden teşekkür ediyorum.
alkolün zararı
önce bir doğrunun altını çizeyim:
“alkol insan bedeninde bulunan, ama dışarıdan alındığında zararları olan bir maddedir”.
buna dair somut bir deneyi daha önce yazdığımı anımsıyorum. bir kez daha buraya not edeyim: bir adet beyin alın, onu dilimleyin bir tabağa koyun ve üzerine alkol oranı yüksek bir içki dökün, bir süre bekleyin sonra görün: beyin pişecektir!
yüksek oranlı alkol kanda belirli bir yoğunluğa karıştığı andan başlayarak vücuttaki kimi hücreler üzerine doğrudan öldürücü etkide bulunur. burada iki faktör vardır, kandaki alkol yoğunluğu ve o hücrenin olduğu dokunun kanlanma düzeyi. her ikisi de yükseldikçe ölen hücrelerin sayısı artar.
beyin alkolden en çok zarar güren dokular arasındadır. üstelik de tümü yaşamsal nitelikte olmasa bile insan türü açısından beyin “varlıksal” anlama sahip bir organdır. bu nedenle mümkün olduğu oranda korunması ve geliştirilmesi gereklidir. sık ve fazla alkol alanlar en büyük zararı beyinlerine vermektedirler.
tabii ki herkesin bedeni de, beyni de varlığı da öncelikle kendisine aittir ve dolayısıyla onunla ne yapacağı, hangi tasarrufta bulunacağı da kendisine ait bir konudur. ne yöneticiler, ne doktorlar, ne de yakınlarımız bu hakka müdahale edemezler.
özgürlüğün sınırları
özgürlükler gerçekten de başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter; ama oraya kadar herkesin özgürlük alanının kendisine ait ve bu özgürlüğünü de kullanmasının da en temel ve doğal hakkı olduğu, başta devlet ve onu yönetenler olmak üzere herkesin bilmesi ve ona uygun davranması gereken bir olgudur.
olası sonuçlarını kabul ettiği sürece; bir kişinin herhangi bir “gereksinimini karşılamak”, “merak”, “deneyimlemek”, “haz almak” vb. herhangi bir insani bir nedenle, yalnızca kendisine zararlı bir şeyi, bilerek isteyerek yapması da özgürlük alanı içinde sayılmalıdır. çünkü bu alan kişisel özgürlük alanı içine girer ve sonuçlarına bakılmaksızın tüm özgürlükler gibi aynı değerde değerlendirilmelidir.
inanan bir insanın “yarınki” bir duyumsal hoşluk için ibadet etmesi ne kadar “özel alan” ise, yaşamaktan keyif alan bir insanın “bugünkü” bir fiziksel hoşluğu için akşamları iki kadeh şarap içmesi de o kadar “özel alan”dır.
ibadet nasıl camide, evde ya da yeri geldiğinde taksim meydanı, ya da gezi parkı’nın çimlerinde yapılabiliyorsa, bu da aynı biçimde “cami”, “okul”, “resmi daire” dışında her yerde yapılabilir.
bunu yalnızca “kişinin özel mekânları” ya da bu amaçla düzenlenmiş “özel işletmeler”le sınırlamak özgürlükleri sınırlamak anlamına gelir.
devletin görev ve sorumluluğu
sevgili ışıl’ın haberinde dile getirdiği batılı ülkelerde olan sınırlamalar, o ülkelerin doğru davrandığını göstermediği ya da bu sınırlamaları meşrulaştırmadığı gibi, o ülkeleri hak ve özgürlüklere daha saygılı hale de getirmez.
devlet ya da düzenleyici otoriterler bu konuda suiistimalleri önlemek ve bu tutum ve davranıştan, doğrudan ya da dolaylı olarak, “ikinci-üçüncü” kişilerin zarar görmesini önlemekle yükümlüdür. yoksa hiçbir bireysel özgürlüğü sınırlamak devletin işi olamaz.
içki içenlerle ilgili olarak devletin tek yükümlülüğü, onun bu tutumunun olası zararlarını bilemeyebileceği varsayımıyla, kişinin gereksineceği temel bilgileri erişilebilir bir durumda tutmak ve bundan vazgeçmek isterse de, bunu bir para kazandıracak ticari faaliyete dönüştürmeden ona gereken yardımı yapmaktır.
bununla birlikte görevi insanın yaşamı ve varlığını korumak olan bir organizasyon olarak devletin hem bu özgürlük alanına dair hem de onun olası zararlarını ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için gerekli tedbirleri almak da görevleri arasındadır.
dahası bu tedbirleri alırken, her konuda ve herkese de aynı biçimde ve eşit davranma yükümlülüğündedir. bunu yaparken kişinin özellikleri ya da niyeti bir “ayrımcılık” unsuru olarak temel alınamaz.
“hak temelli yaklaşım”
daha önce sıkça belirttiğim gibi hakkı tanıma, dokunmama, dokundurmama, ve o hakkın gereğini yerine getirmesi için gerekli ortam ve olanakları sağlamak bu bağlamda devletin görevidir. üstelik bu görevlerini devlet en uzak, en yoksul, en çok gereksinen, en zor durumdaki, en az olanağa, vb. sahip olanların da toplumun bütünüyle benzer haklara sahip olduğu ön kabulüyle yapmalıdır.
bu bağlamda çocuklar, hamileler, kendini koruyamayanlar, başkalarının kontrol ve denetimi altında olanları daha fazla gözeterek yapması gerekir.
dolayısıyla devletin “zararlı bir madde” olan alkole dair düzenlemeler yapma görevi de vardır ve bunları da kuşkusuz yerine getirmelidir. ancak bunları nasıl yapacağı, yalnızca yasaklamakla mı yetineceği o devletin niteliğini de ortaya koyacaktır.
düzenleme nedir, neleri içerir?
herhangi bir düzenlemenin olmadığı bir konuda yapılan düzenlemeler getirdiği sınırlamaların kapsamına, biçimine ve özgürlüğü gerçekten ortadan kaldırıp kaldırmadığına göre belirlenir. “düzenleme” sözcüğü, niyeti ve kapsamı bir ülkedeki “demokrasi ve özgürlükler”in düzeyini belirten önemli ölçeklerden birisidir.
demokratik ve özgürlükleri önceleyen devletlerde “düzenleme” yetkisi “yasaklama, engelleme” biçiminde yapılamaz, yapılmaz. hak temelli yaklaşım çerçevesinde, bu düzenlemeler kendisine zarar verse de bu maddeyi kullanma özgürlüğünü kullanmak isteyen kişilerin bu hakkına dokunmayacak ve dokundurmayacak şekilde olmalı ve içenle içmeyeni eşit görerek uygulanabilmelidir.
öncelikle belirtelim ki alkol düzenlemesi adı altında getirilen yasaklar başbakanın değişik biçimlerde dile getirdiği bir niyetin bir yansımasından başka bir şey değildir.
tütün ve alkol piyasası düzenleme kurumu’nun konuyla ilgili yaptığı son düzenleme dikkâtle okunursa bunun ne yapmaya çalıştığı çok iyi anlaşılacaktır. sınırlama ve uygulama bir düzenlemeden daha çok kamuoyunun algısında “bir yasağın getirildiği” düşüncesinin yerleşmesine yöneliktir.
neler yapılıyor, neler yapılmalıydı?
söz konusu düzenleme öncelikle “reklam ve tanıtım” başlığı altında insanların bilgilenme hakkını ortadan kaldıracak biçimde sınırlamaktadır. herhangi bir kişinin bilmediği bir yerde bir dükkana girip alkol satılıp satılmadığını sormasının ne kadar zor olduğunu ancak yaşayanlar bilir. bu düzenlemeden sonra size kötü kötü bakılıp terslenmeyi göze alarak ancak alkol satın alabileceksiniz, ya da yalnızca eğer alkol bulunduğunu daha önceden biliyorsanız, bazı büyük “market”lerden satın alabileceksiniz evinizde içeceğiniz alkollü içkiyi.
bu tüketimi azaltmayacak, tersine gelecekte kullanacağınız alkolü bugünden almanıza neden olacak, ya da alkolün bedeline bir de onun satıldığından emin olduğunuz yere kadar yapacağınız ulaşım maliyetini eklemenize yol açacaktır.
çocuklara alkol satışıyla ve serbest alkol kullanılabilen mekanlara girişleriyle ilgili sınırlama zaten vardır. öte yandan bu tür içki içilebilen mekanların cami, okul vb kurumlardan belirli uzaklıkta olması da daha önceden olan bir uygulamadır. şimdi bu sınırlamaya ek olarak satılan yerlerin de tıpkı içilen yerler gibi belirli uzaklıklarda olmasının karar altına alınmıştır.
buna göre, alkollü içkinin satıldığı mekanların “örgün eğitim kurumu, dershane, öğrenci yurdu veya ibadethane”ye kapıdan kapıya 100 metreden daha yakın olmaması koşuluyla gece 22’den sonra satış “yasağı” getirilmesidir. hürriyet gazetesi bunların sayısının tüm ülke ölçeğinde “200 bin” olduğunu söylüyor.
burada iki önemli nokta vardır. birincisi “alkollü madde satış ruhsatına sahip olup olmamak”, ikincisi bu ruhsata “ne zaman sahip olunduğu”.
başka bir deyişle düzenleme geriye dönük işlemiyor; yani düzenlemenin getirildiği 11 haziran 2013’den önce ruhsat alanlar bu düzenle kapsamı dışında olacaklar. onlar bu düzenlemeden beklenen “devletin yurttaşları için istediği iyi, doğru davranışı” yine devletin kararıyla göstermeme hakkına sahip ayrıcalıklı yerler olacak. bundan durumun “korumaya yönelik” olmadığını öğreniyoruz.
gece 22’den sonra satış yasağının da olası iki sonucu olacaktır: ilki “el altından ve yüksek fiyata satma” olasılığıdır. ikincisi ise içki içilen mekânlarda tıpkı “happy hours” denilen 18:00-19:00 arası indirimli fiyatla içki servisi yapılması gibi, bu kez de 22’den sonra “bindirimli” fiyatla içki servisi yapılması imkânıdır.
her ikisi de bu alandan daha çok kâr etmeye yönelik adil olmayan, çıkarcı yaklaşımlardır.
yasakların çok daha önemli olan üçüncü grubu ise “park, deniz kenarı, piknik alanı, sokaklar vb. kamuya açık her türlü alanla, araçlarda ve açık alanlarda da içki kullanımı yasaklanması”dır.
düzenlemede getirilen olanaklar?
düzenlemede içenlerin nerelerde nasıl içeceklerine dair bir nokta yer almıyor. çünkü baştan beri dediğim gibi bu bir düzenleme değil, yasaklama. yalnızca evlerde, özel alanlarda ve geçerli kurallara göre ruhsat almış içki içilebilen mekanlarda alkollü içki içilebileceği sonucunu çıkarıyoruz.
şimdi “hak temelli yaklaşım” şablonumuzu koyalım ve bu yasakları açımlayacak “yeni sorular” soralım:
* ülkenin kırsal kesiminde örneğin köylerde “içki satma ruhsatı” almış bakkal sayısı ne kadardır?
* bu bakkalların köyün camisi, okulu, kuran kursu vb. yerler arasındaki en çok mesafe ne kadardır ve kaç köyde bu mesafe yüz metreden daha uzundur?
* başka bir soru soralım, camiler ve okullar yerleşim yerlerinin merkezlerinin tam ortalarında mı yapılmaktadır, yoksa merkezlere 100 metre uzaklıktaki yerlere mi?
* meyhanelere, içkili lokantalara gidecek parası olmayan ama en ucuz “öküzöldüren” şarabını içmeyi de bir yaşam biçimi olarak benimsemiş, “yoksul” bir “şarap/içki sever” insan deniz kenarında, ağaçlık bir alanda, bir yolun kenarındaki bir ağaç altında oturarak, yaşamın sorunlarına karşı koymak ya da keyif için kimseye zararı olmadan içemeyecekse o ülkenin insan haklarına saygılı bir özgürlükler ülkesi olduğu söylenebilir mi?
* alkol kullanan insanlar bu düzenlemeden sonra içme özgürlüklerini nerede evleri ve meyhaneler dışında nasıl kullanabilirler?
* devlet en yoksulun bile bu özgürlüğünü kullanmasını sağlayacak şekilde kesesine uygun, deniz kenarında ya da ormanlık alanlarda, mesire yerlerinde “ucuz meyhaneler” açacak, ya da buralarda açılan ucuz meyhanelere ruhsat verecek, kapılarına kilit vurmasınlar diye alkolün vergisinden bir pay ayırarak oraların hep kapılarını açık olsun diye destekleyecek midir?
* bakkalı cami ve okuldan “yüz metre”den daha yakın olan yerleşim yerlerinde tıpkı içme suyu gibi, evlere içki servisi yapan ya da gezici içki satan araçları hizmete sokacak mıdır?
her düzenleme söz ettiğimiz o kurallar çerçevesinde özgürlükleri tanımak ve onlarla ilgili koşul ve olanakları sunduğu oranda uygulanabilirdir. yaşamının tümünü bir “yasaklar alanı”na çeviren düzenlemelerin hem uygulanabilirliği yoktur, hem de uygulandığında o alanlar bir cezaevi ya da daha doğru bir deyişle cehenneme dönüşmüş olur.
yasaklamak önler mi?
toplumun iyiliği adına düzenleme yapacak olanların, bunları “düzenleme” değil de “yasaklama” olarak anlayanların “yasakların önleyiciliğine” dair düşüncelerini bir kere daha gözden geçirmeleri gereklidir.
bu bağlamda şu sorular da yanıtlarını beklemektedir:
* yer yüzünde yalnızca yasaklamakla halledilmiş ya da ortadan kaldırılmış bir olumsuzluk ya da suç/kabahat var mıdır?
* alkolün yasak olduğu ülkelerde çocukların durumu nedir, çocuk suçluluğu ne orandadır?
* yasaklama örneğin alkol içen nüfus sayısını ve alkol tüketimini gerçekten azaltacak mıdır?
* alkol kullananların bu alışkanlıklarının gereğini söz konusu yasaklar yüzünden yerine getiremedikleri için yaşayacakları sorun, sıkıntı, hastalık, kendilerine ve çevrelerine yönelik yaratacakları olumsuzluklar açısından nasıl önlemler düşünülmüş, hangi kaynaklar ayrılmıştır?
* yaşamının sonuna gelmiş, bunun için daha az sıkıntı yaşayacakları küçük köylere göçüp oralarda yaşayan ve camiye gidip ölümünden sonraki yaşam, yerine bugünkü dünyanın nimet ve keyfilerini yaşamak isteyen insanlar da eşit hakları olan yurttaşlar değil midir?
böyle bir “göstermelik” düzenleme, ancak alkol ürünlerinin tüketiminden en çok kazanç elde eden yapı devlet olmasına karşın, bu geliri örneğin alkolizmle mücadele ya da toplumun sağlığı gibi bir alanda değil de genel bütçenin girdi kalemleri arasında gören ve buna uygun davranan bir hükümet tarafından yapılabilir ve olası sonucu da rantı ve kazancı belirli noktalara akıtmaktan başka bir şey değildir.
bugün bu özgürlüğün kısıtlanmasına “ben içmiyorum, beni ilgilendirmez” diyerek itiraz etmeyenlerin, yarın kendilerine getirilecek kısıtlamalarda itiraz hakları da, itiraz ettiklerinde onları destekleyecek kimseleri de olmayacaktır. tüm faşizmler herkesin makul göreceği sınırlamalardan başlayarak özgürlükleri ortadan kaldırırlar; “aşırı”lar bitip de sıra “sıradan”a geldiğinde de iş işten geçmiş olur.
tüm keyfi ve göstermelik yasaklamalara karşın “inadına isyan, inadına özgürlük!” (ms/ekn)