Sanırım anadili Türkçe olmayan tüm bireylerde olduğu gibi ilkokul, benim hayatımda da bir “kopuş” oldu. Hemen hepsi Tuncelili olan ilkokul öğretmenlerimiz bize bir yandan Türkçe matematik, hayat bilgisi, sosyal bilgiler, vb. dersleri anlatıyor; öte yandan “anadilini unutmanın eğitimdeki yararları” üzerinde konuşuyorlardı. Babalarımız okulda “dayak” ve “para cezası” ile unutmaya zorlanmıştı; bizim dönemimizde ceza yoktu. Çocuk dünyamda “yabancı olmayan öğretmenler” aracılığıyla verilen bu eğitimin bize daha “inandırıcı” geldiğini hatırlıyorum. “Okumuş” bu kişiler bizimle aynı anadilini konuşuyordu; demek ki bildikleri bir şeyler vardı.
Birkaç yıl sonra artık aramızdan çoğu kimsenin Zazaca konuşmadığını; sınıfta kendi aramızda günün bazı aktüel şarkılarını (“sekena, mekena, tora çı, mıra çı feliçita” hâlâ aklımdaki bir örnek!) Zazacaya “uyarlayıp” güldüğümüzü; cinsel esprileri Zazaca yaptığımızı hatırlıyorum.
Evde de unutturma kampanyası
Okuldaki “unutturma” kampanyası şaşmaz şekilde evde de destek buluyordu. “Türkçe'yi düzgün konuşmak için Zazaca'yı unutun”, “hem bizim ana lisanın hiçbir yerde geçerliliği yok” cümleleri evdekilerin dilinden düşmüyordu. Fakat evde Türkçe bilmeyen büyükanne ve büyükbaba gibi yaşlılar henüz sağ olduğu için “Zazaca yasağı” çok güçlü olamıyordu.
Okulda dersler büyük bir tempoyla sürüyor; Türkçe'yi hızla öğreniyorduk. Biz şehirlilerin yanında “köyden gelenler” Türkçe'ye daha geç uyum sağlıyor; alay konusu oluyorlardı. “Takdirnameler”, “Teşekkürnameler” hep Türkçe'ydi. “Zavallı Zazacamız"sa artık yaşlılarla iletişim sağlamada kullandığımız “zorunlu dil” durumundaydı. Artık anadilimiz “ev hapsinde” yaşamaya başlamıştı.
12 Eylül
12 Eylül'ün “Türk ve Müslüman” dışında her şeyi lanetlediği günlerdi. Bizim anadilimiz bir “dil” bile değildi sanki; ev içine sıkışmış “gözaltındaki” dilimiz adı bile yasaklı bir “şeye” dönüşmüştü. Zazaca “geri kalmışlığın işareti” ve “sosyal ilerlemenin engeli”ydi –evet biz tam da böyle görüyorduk- ve onun adı artık “köy dili” olmuştu.
Üniversitenin kısmen özgür ortamında Zazaca'yı bu defa daha farklı tanımaya, okumaya başladım. Türk milliyetçileri “Zazaca özünde bir Türk dilidir”, “Türkçe'nin bozulmuş şeklidir”, “Zazalar Türktür” diyorlardı. Kocaman üniversite hocaları, maaşlı bilim insanları ve eskiden askerlik yapmış sonradan yazarlığa soyunmuş kalemler bıkmadan usanmadan “Zazalar Türk menşelidir” tezini işliyorlardı. Bu çevreler Zazaca Türk menşeli ise neden yasaklanmıştı sorusuna ise yanıt vermiyorlardı.
Bir gün Zazaca bir makale yazdım, hayatım değişti
Aradan uzun bir zaman geçti. “AB uyum yasaları” art arda çıkmaya başladı. Adına “beyaz devrim” veya “yukarıdan devrim” diyorlardı. Gazete çıkarmak, kitap yayınlamak gibi “bireysel” çalışmalar Zazaca'ya da bir parça nefes aldırdı. Ancak anadilinin Türkçe'yle hak eşitliğine kavuşması sağlanamadı. Hatta bu dönemde “Kürtçe eğitim görmek istiyorum” diyerek üniversite rektörlerine dilekçe veren öğrenciler hapishanelere dolduruldu. Devlette ciddi bir değişim yoktu.
Bir gün Zazaca bir makale yazıp, tirajı bir, iki bini geçmeyen küçücük bir mahalli gazetede yayınlayınca başta kendi dilimin konuşucuları olmak üzere polisler, savcılar, kocaman komutanlar ve hatta üyesi bulunduğum parti aynı tepkiyi verdiler!
Ünlü ve büyük yazar gibi “hayatım değişmiş”ti. Savcılar görev aşkıyla hızla soruşturma açarken, kendi insanımız “bu dilden bir şey çıkmaz”, “onurlu ama sonuçsuz bir çaba” diyerek bende gelişen duyarlılığa bilmeden –ve istemeden- engel olmaya çalışıyorlardı.
Doğduğum, büyüdüğüm, Türkçe'yi sevdiğim, Zazaca'yı küçümsediğim ve yüzde sekseni Zazaca konuşan ve hala üzerinde yaşadığım şehrin askeri komutanı savcıya gönderdiği dilekçelerle “memleketi bölmeye çalıştığımı” söylüyordu.
Solda da yasak politikası
Lafın burasında bir zamanlar mensubu olmaktan övündüğüm sol geleneğe de değinmeden olmaz. Erken katıldığım sol ve sosyalist örgütlenme hem Stalinist hem de açık bir şekilde “Türk”tü; orada “ulusların kaderlerini tayin hakkı” ne yazık ki Lenin’in bir kitabının adından başka bir şey değildi. “Ulusların ve dillerin tam hak eşitliği” göz kamaştırıcı bir laf yığınıydı. Ama ana dili Zazaca olan zavallı ben her ne hikmetse o “sol ve sosyalist cemaat”in gazetesinde, dergisinde, partisinde, hatta TV’sinde bir kelime bile Zazaca ya da Kürtçe bulamıyordum.
Zazaca kelime bir tarafa, Türkçe'yi iyi konuşuyor; iyi Türkçe propaganda yapıyor ve çok iyi Türkçe makaleler yazarak kendime ait şeyleri de unutuyordum. Savcıları harekete geçiren o makaleyi yazdığımda mensubu olduğum siyasi örgütün “kırmızı çizgilerini” de şaşkınlıkla fark ediyordum.
Zazaca yazı yazmak “geçerli” değildi; “işçi sınıfının ihtiyacı bu değil”di; “emek hareketinin hizmetinde olmam gerekiyordu”; “iyi bir kadro”ymuşum ve “benden beklenen bu değil”di; “daha yararlı başka işlerle uğraşmam gerekir”di!
Devletin “kamusal alanda” ördüğü Zazaca'ya yasak politikası, benim muhalif sol partideyse daha “ince”, “solcu” ve “görünmeyen” bir hal alıyordu.
Yıllarca üyesi olduğum, aidat ödediğim emekten yana parti hem “insanlar anlamıyor” diyor; hem de insanların anlaması için hiçbir şey yapmıyordu. Tarihi kırk yıla yaklaşan bu “sol parti”nin yaşamında ilk kez bir üyesi Zazaca makale yazmıştı! Benden sonra da yazan sanırım olmadı. Partide de değişen bir şey yoktu!
Zazaca'nın yükselişi -herhalde diğer diller gibi- birkaç etkene bağlı olarak 1990’ların başında gerçekleşecekti. Sosyalizm çözülünce “Pandoranın Kutusu” açıldı. Herkes kendine dönüp bakmaya başladı. “Ortak sorunlar” bir köşeye itildi; artık “özel sorunlar” konuşulmaya başlanmıştı. -Diller açısından doğrusu bu durum iyi de oldu- PKK’nın uzun yıllar -ve hâlâ- etkili olan varlığı dahi “kimlikler sorunu”nu gündemleştiren bir role sahip oldu. Son olarak İnternet, özel TV, kablolu vericiler, vb. alanlarda iletişimdeki gelişmeler Zazaca'yı gündemleştirdi.
Zazaca artık çocuklar tarafından öğrenilemeyen bir dil
Herhangi bir dilin yok oluşu insanlık için telafisi imkansız bir kayıptır. Bir kültür ise dilini kaybettiğinde kalp krizine yakın bir krizle karşı karşıya demektir. Dünyadaki dillerin yarısı ölümle burun buruna ve artık nesilden nesile aktarılamıyor. Eğer bir gün dünyada tek bir dil kalırsa –sözgelimi İngilizce- bu dünya için, David Crystal’ın deyişiyle “entelektüel bir felaket” olur. Dünyadaki “ölüm döşeğindeki diller” arasında benim dilim olan Zazaca da var. Zazaca artık çocuklar tarafından öğrenilemeyen bir dildir.
Yukarıda izah edildiği gibi “dilin ölüm raporu”na tek bir neden yazmak zor. Başta devlet politikaları gözden geçirilmek zorunda. Sonra da -anadili ne olursa olsun- her birey beynini özgürleştirmek durumunda. (HA/TK)