*Bu öykü, bianet’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için projelendirdiği “Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla” yazı dizisi kapsamında Yasemin Çakal’ın hayatından ilhamla yazıldı.
*Fotoğraf: Yasemin Çakal
Yasemin yaşadı. Hiçbir çiçek 32 yıl yaşamaz, o yaşadı. Yasemin Çakal olarak yaşadı. Bacağından söküp atamadığı, yürürken acı veren derin bıçak yarasıyla, sırtındaki çatlakla, kırık dişleriyle yaşadı. Suyunu kendi verdi. Bir çiçek kendi köklerine su verebilir mi? O verdi. Eğildi, defalarca su doldurdu kaba, yaşam kabına. Hatırlamak istemese de hatırladı. Hastaneye yatmıştı, büyük bir kavgadan sağ çıkmıştı, üç ay hafızasının üstü kabuk bağladı. Ama sonunda acı geri döndü. Ortada bir adam, bir kadın ve uzun bir gece vardı. Bir de çocuk.
Üstünden sekiz sene geçtiği halde hâlâ inanamıyor. Sistematik şiddet yaşadı Yasemin Çakal, bir çocuğunu düşürdü dayak yüzünden. Ölmemek için çocuğunun babasını öldürdü. Hapse girdi, kadın dayanışması sayesinde kurtuldu. Sonunda tuttu köklerini kopardı, İsviçre’ye taşındı.
Şok
“Birini öldürmüş olmak çok kötü bir şey, ben ona beddua ediyordum, inşallah bir arabanın altında kalırsın diye. Hiç aklıma gelmezdi bir gün ecelinin benden olacağı. Kendime geldiğimde ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyordum. Nasıl yaptım, delirecek gibi oluyordum. Ben birini nasıl öldürürüm? Hatırladıkça vicdan azabı gitti. Çünkü ben hayatta kaldığım için şanslıydım. Doğrusunu hatırladıkça hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya başladım. Oğlum öleceğine o ölsün, ben öleceğime o bin kere ölsün. Anlatmak zor biraz. O acı çekmeden ölmüş, ben her gün ölüyordum.”
Hikâye hep baştan yazıldı. Hem gazetelerde hem Yasemin’in zihninde.
Bir kemer, boğma teşebbüsü, gece boyunca maruz kaldığı şiddet. Gerisi haberlerin ayrıntılarındaydı. Kocası kapıyı üstlerine kilitlemişti. Şans eseri ikinci bir anahtar daha vardı, her şey tesadüfiydi zaten, kardeşi için yaptırdığı, vazo gibi bir şeyin içine bir miktar parayla koyduğu anahtar. Can havliyle anahtarı çıkardı. Kapı açıldı, asansöre bindi, üstüne başına baktı, deli gibiydi, ne yaptığını bilmiyordu, geri döndü, üstüne başka bir tişört giydi, asansör görüntüleri ortaya çıktığında hâlâ normal olmak, düzgün olmak istediğine inanamadı. Adli tıp 60 küsur sayfalık işkence raporu yazdı Yasemin Çakal’a.
Geri sardı bandı.
Neler mi hatırladı? Onunla 16 yaşında, tezgahtarlık yaptığı mağazada tanıştığını. Kendinden on yaş büyük olduğunu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu. “Evlenmeyi düşünmedim, onu tanımaya çalışıyordum, annem beni bir akrabama vermek istiyordu, her gün evde görücü, ben okumak istiyordum, aklımda evlenmek yoktu, hoşlandığın biri var, onu tanımaya çalışıyorsun, âşık değildim, 32 yaşındayım hâlâ bile aşkın ne olduğunu bilmiyorum. O müşteri olarak gelmişti mağazaya.”
Hoşlanıyordu. Yavaş yavaş Yasemin diye bir şey kalmayacağını bilmiyordu. Reşit olmadan hoşlanmadığı adamlarla evlendirmek isteyen ailesindense ona sığındı. Beylikdüzü’nden, evlenince Bahçeşehir’e taşındı. Ama daha nişanlıyken, huyunu suyunu anlayınca boku yedik diye düşündü. Ve evlendiği gece boku hakikaten yediğini anladı. Evlendiği gece başladı şiddet. Kocası evlendiği gece altınlar yüzünden darp etti. Birine borcu mu varmış ne. Hatırlamıyor. Vermeyecek biri değilim aslında. Onu da tam hatırlamıyor. Şimdiki aklım olsaydı onda birini yapamazdı bunların, diyor. Ama hikâye hep aynı yerden yeniden yazılıyor. Ta ki...
Hapisten çıktığında İstanbul’daki evinin terasına yasemin çiçeği ekene, bir işe girip orada horlanana, yeni iş aramaya başlayana, kardeşiyle bir ev düzene, önce bir battaniye, elektrikli bir soba alana, evi bayağı baştan yaratana, sonra bir gün gitmeye karar verene, reddedilme riskine rağmen sınırı geçene kadar.
Yasemin Çakal yaşadıkları nedeniyle İsviçre’de politik oturum alıyor. Ve sıfırdan yeni bir hayat kurarken İsviçre’de saçlarını kesiyor, vücudundaki çeşitli yaralardan birini, kolundaki bıçak darbesini yasemin çiçeği dövmesiyle kapatıyor, dövmenin acısıyla geçmişe dönüyor, ama direniyor, vazgeçmiyor.
O dövmeyi gözlerinizin önüne getirin isterim. Yasemin’in kulak hizasında kestirdiği saçlarını da. Hâlâ saçımı kestirirsem babam üzülecek tasasını yaşıyor. Hâlâ kafasında o baskılarla dolaşıyor. “Bizde kötü bir şeydir kadın saçı kestirirse. Hep uzundur, hep göğüslerinin üstünde olmalı. Acısı olan saçını keser bizde. Eşin öldü diyelim ya da evlat, derin acılarda. Beddua ettiklerinde bile iki saçın kesilsin inşallah derler Kürtçede. O yüzden ben hiç saçımı kesemedim. İsviçre’ye gelene kadar. Şimdi saçımı kısacık kestim ve hiçbir acım yok.”
Gülten Akın’ı soruyorum ona, duymamış, Kestim Kara Saçlarımı’dan dizeler okuyorum. Şiirle pek arası yokmuş ama bunu seviyor.
“Bazen düşünüyorum iyi ki unutuyorum bazı şeyleri, yaşamamı kolaylaştırıyor. Hastanede önce bir şey hatırlamadım, üç ay hastanede yattım, dosyaya bakarsanız hep başka birinden şüpheleniyorlardı, benim yapmış olabileceğime ihtimal vermiyorlardı. Hastanede yatarken maalesef hatırlamaya başladım. Diyorum ki güçlüymüşüm ki çıkmışım altından.”
Yasemin çiçeği anlatıyor, ben dinliyorum ve dinlemek acı veriyor. “Dişlerimin birçoğu kırık. Kırıklardan ötürü üç dişimin kesinlikle çekilmesi gerekiyor. Çenemde biraz oynama var tam açamıyorum. İki parmağım kırık, küçük parmağım da tam kaynamadı. Kulağımda işitme kaybı vardı. Ses duyuyorum, çınlama gibi şimdi. İsviçre’deki doktor bu çok iyi dedi, tamamen gitmemiş kulağın. Sırtım kötü durumda, kırıkların olduğu yer iltihap olmuş, bisiklete binerken acı çekiyorum. Regl olmuyorum. Ama ben yaşadığım için mutluyum.”
Peki Yasemin Çakal ya ben? Bacağındaki yara izini hayal etmeye çalışırken, kolundaki sigara yanıklarını, meşru müdafaadan sonra altı ay durgunlaşmanı, kalbinin sıkışmasını tasavvur ederken, senin hatırlamakta zorluk çektiğin o kahvaltı bıçağı kadar keskin bu hikâyeyi yazarken bıçağı masaya yatırıp da yazdığımı biliyor musun? Kadın olarak ucu bana da dokunan o bıçağı.
Babasını affetmiş, annesini affetmiyor Yasemin. “Bu olaydan bir ay önce anneme gittim. Yıllardır ne çektiğimi üstü kapalı biliyor, kardeşim 17-18 olmuştu, oğlum doğmuştu, soyundum vücudum gösterdim, yaşadıklarımı tek tek anlattım, ben boşanırım, çalışıp oğluma bakabilirim dedim. Annem abimlerden korkuyordu, ‘gelinliğinle çıktın, kefeninle dönersin,’ dedi. 'Senin yüzünden çocuklarımdan olacağım’ diyordu bana. O zaman kadına yönelik şiddeti umursamıyordu insanlar. Ben kaç kere hastanelik oldum, hatta bir keresinde ölümden bile döndüm, polis beni o hale getiren adamla konuştu ve barıştırmaya çalıştı. Şimdi kadının beyanı esas alınıyor, o zaman öyle değildi. Ölseydim diyeceklerdi ki intihar etmiş.”
“Olay yeri incelenmeden, şahitler gelmeden benim ifadem olmadan, hemen kapatmak istediler davayı. Çilem Doğan mesela popüler olmasaydı ceza almayacaktı. Bütün kadınları onun üzerinden cezalandırmak istediler. Sakın makyaj yapma dediler, benim saçım hapishanede 26 yaşında beyazladı, öyle kalsın diye tembih ettiler. Aman saçını boyama, dediler. Ama erkekler öyle değil. Tıraş oluyor, güzel giyiniyor... Benim üzgün durmam gerekiyor, makyaj yapmamam. Ama ben hayatımı savundum, kötü bir şey yapmadım ki. Üzgün değilim. Yaşadığım için mutluyum.”
Kolundaki dövmenin üstünü örttüğü yaralara rağmen, Yasemin yaşadığı için mutlu. Ve bir gün her şeyi konuşabilmek istiyor. Kolundaki izi bırakan geceyi mesela. Acı acıyla kapanır. Yasemin çiçeğinden öğreniyorum. “Hiçbir iz kalmasın istiyorum üstümde" diyor.
Dövme bütün kolunu kaplıyor. Bitmemiş daha. Gitsin istiyor, geçmişi tamamıyla bedeni büyüklüğünde bir yasemin çiçeği dövmesi kapatsın. Yasemin balkondaki yasemin çiçeği gibi olmayı arzu ediyor.
Oğlu Selim istemiş dövmeyi. “Oğlum çok iyi yüzüyor. Onu yüzmeye götürüyorum. Mayo giyiyorum ben de. O yaraya gözü takılıyor ve modu düşüyor. Artık onun yanında oram acıyor buram acıyor demiyorum.” Selim’in çok özel bir çocuk olduğunu söylüyor. “Biz Selim’i hiç kandıramadık. Selim’den daha büyük çocuklar vardı annesini ziyarete gelen. Burası hastane deyip onları kandırıyorlardı. Biz Selim’i hiç kandıramadık. "Hayır buyası haştane değil, bunlar doktor değil.” Bir çocuğun diline öykünerek anlatıyor. Hapiste olmak istemiyordu. Türkiye’deki pedagog da dürüstlüğün önemli olduğunu ve durumu anlatabileceğimizi söylediler. Biz söyledik falan Selim hayal dünyasında, tamam öyle oldu ama geri gelecek diyordu. Hayır geri gelmeyecek diyordum. Ölümün ne olduğunu da bilmiyordu. Hayır geri gelecek. Pedagog onu mezarına götür dedi.”
Davası Yargıtay’a taşındı Çilem Doğan gibi. Ölüme kast yok, tek bir bıçak darbesi var, o da atardamarını kesiyor.
Masadaki bıçakta gözüm yazıyı bitirirken. Bir kişi bile eksilmeyeceğiz, diyorum. Kalkıp Yasemin’in Beylikdüzü’ndeki evine gittiğimi, diktiği yasemin çiçeğinin dibinde oturduğumu hayal ediyorum. Uzakta, İsviçre’nin karlı dağlarının dibinde bir Yasemin iyileşirken buradaki yaseminin beni iyileştirdiğini.
8 MART DİZİSİ/ Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla
Gönül Kıvılcım: Yaşadığım için mutluyum
Elçin Poyrazlar: Emani'nin küpeleri
Aslı Tohumcu: Gerçek yaşamaya devam etsin
*Bu yazı dizisi IPS İletişim Vakfınca Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği desteğiyle yürütülen proje kapsamında yayınlanmaktadır. Yazıların içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı'nın sorumluluğundadır ve hiçbir biçimde FES'in tutumunu yansıtmamaktadır.
(GK/EÖ/SO/NÖ)