Şehrin kadim mekânı suriçini dolaştığınızda az kalmış olsalar da kimi evlerin damının bir kaç metre üzerinde grup halinde uçan güvercinler gözünüze ilişir.
Yükselir, alçalır ve bir daha bir daha aynı eksen etrafında topluca kanat çırparlar. Arada; biri ya da ikisi gruptan ayrılır sonra tekrar katılır. Bu uçuşlar bir seremoni gibidir. Bir süre uçar sonra mekânlarına geri dönerler…
İşte Türkan Elçi’nin Mavi Karga romanını okur ve adını “Özgür Telek” koyduğu kargayı zihnimde şekillendirirken hafızam beni malum yıllara taşıyıverdi. Şehrin taammüden cinayete, adeta topyekün kent kırımına kurban edildiği yıllara götürdü beni. Sonuçta üzerinden çok zaman geçmedi ve hafıza olanca tazeliğini koruyor henüz.
Bir kuşun gözünden
Tuhaf bir şekilde yeniden anımsadım. Köşe bucak derken bulduğum(uz) bir aralıktan giriyorduk suriçine ve sürekli bombalar patlıyordu ve kurşun seslerini duyuyorduk.
O güvercin gökyüzlü şehre sanki kuşlar küsmüştü. Hemen hiç kanat çırpıntısı yoktu. Ölümün ve vahşi yokedilişin acımasızlığı şehrin göğüne de nüfuz etmişti.
İşte Türkan Elçi de o detayı yakalamış; hem de bir kuşun gözünden…
“Günlerdir üzerinde dönüp dolaştığım ve anlamaya çalıştığım şehir, tek gözü kör bir insana benziyordu. Birbirine çok yakın ve birbirinden çok uzak iki göz. Kör gözde mayınlı, tuzaklı bir karanlık, ne olduğu kolaylıkla seçilemeyen gri bir tenhalık. Can suyu kurumuş, etrafı yasaklarla çevrili terk edilmiş bir çukurluk.”
Diğer tarafta ise bütün o olup bitene uzak bir hissiyatsızlık; sadece bir sosyal medya paylaşımı en fazla; an itibariyle sur’un filanca bölgesinden şiddetli bir patlama sesi…Hepsi bu kadar yani! Ve hayat devam ediyor öbür tarafta işte kitaptan kanıtı:
“Gören gözde ise geceleri sokak lambalarıyla, gündüzleri caddelerin gürültüsüyle, kafelerden gelen müzik sesleriyle, okullarda çocukları sınıflara toplayan zil sesleriyle, minarelerden yükselen, vakit bildiren ezanlarla, alışveriş merkezlerindeki uğultuya hayata tutunmaya çalışan bir kalabalık dolaşıyordu…”
Sanki dünyanın bir uzak köşesinde bir şeyler oluyormuş gibi hepi topu uzaktan hayli uzaktan ancak duyulabilecek kadar gelen patlama sesleri sonrası gündelik rutin! Marka kafelerde kahvesinin kokusunu soluyup yudumlayan, akşamında ise geniş bulvar üzerindeki mekânlarda kadeh tokuşturanlar.
“Söğüt ağacının sarkmış dallarının arasında kaybolan bankta iki genç oturuyordu. Kız çantasından kitabını çıkardı. Sayfalarını çevirdiği kitabın satırlarını elindeki kalemle çiziyor, yanındaki genç de kızın saçlarıyla oynuyordu. Yüksek duvarlarla çevrili mahallelerden gelen gümbürtüyle kalemi elinden düştü, kız yanındakinin göğsüne sığındı. ‘Aman Tanrım öteki mahalleler tekrar bombalanıyor!’ dedi. Birbirlerine sarılarak gümbürdemenin bitmesini beklediler…”
Mavi Karga'yı seversiniz
O gümbürdeme hiç bitmedi, ama sanki hep farkında olanların dünyasında. Şimdilerde günün her hangi bir saatinde o ölüm kusan mekânların yerine yapılan alanlara inip şöyle bir anlık göz kapayışında o sesler yeniden ve bir daha yeniden kulaklarda uğulduyor.
İşte, daha önceden şiir ve öykülerinden metinlerini okuduğum Türkan Elçi romanıyla tam da o yılların hafızaya edeple nakşolunan hâlini yazmış Mavi Karga* romanında.
Çok iyi bir ilk roman ve ilk kitap Mavi Karga. Üzeri kapkara bir örtüyle kapatılmış hakikatin kimi kez edebi bir alegoriyle teşhiri bir başka hakikat ifşası oluyor. İşte Türkan Elçi romanında tam da bunu yapmış. Leşten beslenen ve her bir şeyi tektipleştirmeye tuhaf bir gayret gösterenlere şairin kelamınca olanı biteni sakın ola ki unutma ve “sen uçmayı hatırla” diyor…
Ayrıca işin zor tarafı da şu ki; toplum olarak insanları kendi olmak halleri üzerinden değil, hep mağdur benlikler üzerinden ifade etmeyi doğal görüyoruz. Eşini, yoldaşını sur katliamında kaybetmiş bir kadını, iyi bir edebiyatçı / roman, öykü yazarı olarak kabullenip tanımak için bu roman iyi bir başlangıç ve zaman bu düşüncemi doğrulayacak, inanıyorum.
Okuyun Mavi Karga’yı, seversiniz. Çünkü hepimize dokunan bir yanı var…
(ŞD/EMK)
*Türkan Elçi, Mavi Karga, Doğan Kitap, 2022