İzmir’in bahar rüzgârına sinema sesleri karışıyor. Sinema seslerine, kadınların sloganları, mücadele hatlarının güzergâhları…
Bu yıl 5-10 Mayıs 2025 tarihleri arasında düzenlenen 8. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali, yalnızca kadın sinemacıların işlerini izlemek değil, aynı zamanda onların dünyalarına yakından bakmak için de eşsiz bir fırsat sundu.
Bu yılki festivalin sloganı oldukça anlamlıydı: “Göründüğü Gibi Değil.” Ve gerçekten de perdeye yansıyan her film, izleyiciyi görünenden çok daha derinlere çekti.
Bu yıl festivalin uluslararası kategorideki en iyi film ödülüne layık görülen yapım ise Sarah Anne Gross’un “Grains of Sand” adlı belgeseliydi.
Sarah ile İzmir’de tanıştım; hem bu dokunaklı filmin öyküsünü hem de yaşamını konuştuk. Bu keyifli söyleşi sırasında çeviri desteği ve bu buluşmayı mümkün kılan Kim Mihri projesinin yaratıcısı Berna Gençalp’e özel bir teşekkür de borçluyum.
Aileyle başlayan yolculuk
Sarah Anne Gross’un sinemayla olan ilişkisi ailesinden başlıyor. “Birleşmiş Milletler gibi bir aileydik” diyor. Farklı etnik kökenlerden altı çocuk, dört evlatlık, Amerikalı ve İngiliz ebeveynler... Bu çeşitlilik içinde büyümek kolay olmamış. “Her birimizin ruhunda başka bir yara vardı” diye anlatıyor.
İlk filmini bu aile üzerine çekmiş. Yunanistan’da bir senaryo geliştirme atölyesine katıldığında kurmaca bir hikâye üzerine çalışıyormuş ama diğer katılımcıların teşvikiyle kendi hikâyesine dönmüş: “Senin hayatın zaten bir film, neden başka bir şey anlatıyorsun?”
Ve film sadece seyirciye değil, ailesine de dokunmuş. Kameranın karşısında yeniden iletişim kurmuşlar. Sarah, “Kamerayı elime aldım ve diyalog başladı” diyor. Birbirlerine sadece soru sormamışlar, kamerayı birbirlerine uzatarak içten bir konuşmanın kapısını açmışlar. Bu onun için sinemanın gücü olmuş: İyileştirmek, bir araya getirmek, konuşmak.
Bir kadın hikâyesi için Güney Afrika’ya
Sarah’ın ikinci belgeseli ise onu Güney Afrika’ya götürüyor. Bir kadın liderlik programı aracılığıyla tanıştığı Jabalili adlı kadınla kurduğu bağ, hem kişisel hem sinemasal bir dönüşüm olmuş. Jabalili, yoksulluk içinde büyüyen çocuklarına rağmen kendi mahallesinde lider olmaya çalışan bir kadın. “Kameram onunla birlikte iki farklı dünyayı aynı kadrajda buluşturdu,” diyor Sarah.
“Ben de siyah kardeşlerle büyüdüm,” diyerek Jabalili’yi neden kendine bu kadar yakın hissettiğini açıklıyor. Onun mücadelesi, Sarah için evrensel bir kadın mücadelesinin izdüşümü olmuş.
Pandemide dört kıta, bir kamera
Pandemi sırasında yalnız kalmayanlardan biri olmuş Sarah. Farklı kıtalardaki arkadaşlarına ulaşıp onların hayatlarını belgelemelerini istemiş. Zoom üzerinden görüşmeler yapmış, videoları toplamış, dört bölümlük bir belgesel çıkarmış. Her bölüm başka bir ekonomik düzeyi, başka bir günlük rutini, başka bir çocuğun pandemiye bakışını içeriyor. “Bir çocukta hiçbir şey yoktu. Diğeri her saatini planlamıştı” diyor. Ve bu zıtlıklar, onun kamerayla yakalamak istediği hakikatin ta kendisi olmuş.
Yaş ayrımcılığı
Festivalin en çok konuşulan filmlerinden biri olan Grains of Sand, Sarah’ın son sekiz yılını adadığı bir proje. Kendi annesi Margo ve eşinin annesi Barbara’nın dostluğunu konu alıyor. İkisi de sanatçı, ikisi de 80’li yaşlarında. Her yıl buluşup zaman geçiriyorlar; taş yontuyor, yemek yapıyor, sohbet ediyorlar.
Sarah, “Onlar sadece hikâyelerin konusu değil, aynı zamanda öznesi de olabilirler” diyor. Yaşlı kadınların görünürlüğünü artırmayı amaçlayan film, yaşlılığın yalnızca kayıplarla değil, üretimle ve dostlukla da dolu olabileceğini gösteriyor. Sarah, “Başta bu filmin hayatın sonu hakkında olduğunu düşünüyordum, ama bitirdiğimde fark ettim ki bu film hayatın ta kendisiyle ilgili” diye açıklıyor duygularını.
Film gösterimlerinden sonra gelen tepkiler Sarah’ı derinden etkilemiş. Bir izleyici, dedesinin kısa süre önce öldüğünü ama filmi izledikten sonra onun hâlâ kendi içinde yaşadığını hissettiğini söylemiş. İşte bu, Sarah’ın filmlerle kurmak istediği bağın özü.
“Film bir mesaj değil, bir duygu köprüsü” diyor Sarah. 80 yaşındaki iki kadının hikâyesi, genç izleyicilere kendi yaşlılıklarını, geçmiş bağlarını ve gelecekteki ilişkilerini düşünme fırsatı sunuyor. "Ben de 80 yaşımda böyle yaşlanmak istiyorum" dedirten bir belgesel bu.
Görüşmemizin sonunda ona şu soruyu soruyorum: “Bu kadar uzun süreli dostlukların sırrı ne?” Yanıtı kısa ama derin: “Zaman ve mekân. Karşılıklı oturmak, göz göze gelmek, dokunmak. Sosyal medya çağında bu çok kıymetli. Biz şimdi bunu yaptık ve bunu asla unutmayacağız.”
Sarah Anne Gross’un sineması, kamerayla çekilmiş hayatları değil dokunulmuş, hissedilmiş, birlikte yaşanmış hikâyeleri anlatıyor. Grains of Sand ise bu yolculuğun şimdilik en sakin ama en derin adımlarından biri.
(EMK/TY)