Yaratıcı anne her zaman ölüm annedir de ve bunun tersi de geçerlidir. Bu ikili doğa ve ikili görev nedeniyle bizi bekleyen önemli iş, çevremizde ve içimizde neyin yaşaması gerektiğini anlamayı öğrenmektir. Yapmamız gereken, ikisinin de zamanlamasını kavramak; ölmesi gerekenlere ölmeleri için, yaşaması gerekenlere yaşamaları için izin vermektir.” (Clarissa, P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar)
Neyin ölüp neyin hayatta kalacağına karar vermek, epeyce zor görünen bir ödev. Çünkü bizler; işlevsiz, kötü hissettiren, çatışmalı ilişkilenmelerimizi hayatımızda tutmaya devam ederiz bazen farkında olarak bazen de habersiz. Bu ilişkilenmeler, ruhsal evimizi ayakta tutan alışkanlıklarımızdır. Onların olmama ihtimali güvende olma hissimize depremler yaşatır.
Bize iyi hissettirmeyen bir durumun içinde olduğumuzu göğsümüzün sıkışmasından, boşluk hissinden, anlaşılamama duygusundan ya da acaba yeterince iyi anlatamadım mı şüphesinden, omuzlarımız ya da sırtımızdaki yük/ağrı hissinden ve birçok duygulanımdan anlamak mümkün. Bedenimiz bunu bize anlatır, ona dönüp bakmamız yeterlidir. Her bedenin kendine has bir dili vardır, ruhsallığın baş etmekte güçlük çektiği yerde beden devreye girer ve zorlanmayı göğüsler.
Peki anladık bize iyi hissettirmeyen durumu sonra ne olur? Hepimiz kendi öğrendiğimiz şekilde cevap veririz. İyileştirmeye, onarmaya ve yeni bağlantılar kurmaya çalışır ya da uzaklaşırız. İyileştirme çabamız eğer karşılık bulmazsa hissedeceğimiz yük hissi artar. Uzaklaşma durumumuzda da mesafeyi göğüsleriz, yabancı olur yabancı algılattırırız kendimizi. Tenin tene, tinin tine temasından olabildiğince kaçınırız. Peki neredeyiz şimdi bu ilişkilenmenin içinde? Kalmak ve gitmek arasındaki kapı eşiğinde karar verme zamanıdır. ‘Ölmesi gerekene ölmesi için, yaşaması gerekene yaşaması için izin verme’ vaktidir.
Geçmiş şimdi ve gelecekte yaşanmaya devam ediyor olacaktır. Ölmesi gerekene ölmesi için izin verdiğimizde bir yas süreci bekliyordur bizi. Yası tutabilmek ve yasta kalabilmek.
Acı ve üzüntüyle, geleceğe dair beklenti ve umudun artık olmayacağını kabul etmek. Her an bir yerden hortlama ihtimali olan ve paçalarımızdan çekiştirip olduğumuz ana bizi demirleyen bu duyguda kalabilmek epeyce zahmetlidir.
Kalabildiğimiz takdirde ölmesi gereken tarafımız yavaş yavaş bizden gidiyor olacak ve biz yaşaması gerektiğini düşündüğümüz taraflarımızla yolculuğumuza devam ediyor olacağız. (FS/AS)