Laflarınızı alkışlarım…
Yapmazsanız protesto etmek için alkışlarım.
Adalet Bakanı’nın Yargıda Birlik Derneğinin 7 Nisan 2022 tarihinde Ankara Hâkim Evi’nde düzenlediği iftar programında yaptığı konuşma ilgi çekiciydi. Adalet Bakanlığı web sitesinde ve Youtube kanalında yayımlandı.
Anahtar kelimeler; Adalet Bakanı, Hâkim Evi, iftar programı, hakimler, savcılar …
Bunları bir haberde Bakanlık web sayfasında görünce akla bazı sorular geliyor! Hâkim Evinde şimdiye kadar kimler tarafından, kaç kez iftar “programı” düzenlendi? Programlar nasıl başlıyor, kimler davetli?
Bakan konuşmalarında sürekli tekrarlıyor: Yargıda çoğulculuk diyor. Nedir acaba?
“Adalet Bakanı olarak görevde bulunduğum süre içerisinde çoğulculuğa hukukun üstünlüğüne, liyakate, adil bir şekilde her şeyin tasarrufuna önem vereceğimden hiç kimsenin şüphesi olmasın. İnşallah bunu lafta değil icraatlarımız içerisinde de uygulamaya da yansıtarak göstereceğiz, buna da herkes ayrıca şahit olacaktır. Çünkü biz birlikte Türkiye olduğumuza inanıyoruz. Ayrılıklarımızın, farklılıklarımızın, renklerimizin ve dillerimizin bizi zenginleştiren büyük hazine olduğu inancı ile yolumuza devam ediyoruz.”
Çoğulculuktan kasıt nedir? Çok hukukluluk mu yoksa?
Devam edelim…
Haberde, Türk milletinin ve devletinin bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü, demokrasinin mevcudiyeti ve geleceği bakımından 12 Ekim 2014 tarihinin bir dönüm noktası olduğunu kaydeden Bakan Bozdağ, FETÖ terör örgütünün belini kıran ilk adımın 12 Ekim 2014’teki HSK seçiminde Yargıda Birlik Derneği’nin çıkardığı adayların kazanması olduğunu söylemiş. Bakan Bozdağ, “Türlü tehdidi, tehlikeyi ve riski göze alarak omuzladık. Kolay bir iş değildi. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar bambaşkaydı. Herkes ayrı telden çalıyor, herkes ayrı şeyler söylüyordu. Böylesi bir ortamda önce devlet, önce millet, önce anayasa, önce hukuk, önce kanun, önce yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı deyip ayağa kalkan bu ekibi yürekten alkışlıyorum.” demiş.
Anlaşılan HSK seçimlerine katılanlar kimlermiş, kimler ayrı tellerden çalanlarmış, kazananlarla kaybedenler arasındaki “çekişmeler” nelermiş 2014 yılında biliniyormuş.
Demek ki, FETÖ terör örgütünün seçim kazanmasının önüne her türlü “tehlike, risk, tehdit” göze alınarak HSK’da örgütlenmesinin beli 12 Ekim 2014 tarihinde kırılmış…
8 yıl önce yapılan tehditler, tehlikeler, riskler nelerdi acaba?
Bunları bir de kamuoyu öğrense; şeffaf yönetim ve hesap verebilirlik adına ne iyi olurdu!
Adalet Bakanı’nın dediğine göre şöyle olmuş; “Fethullahçı Terör Örgütü bin bir kılıkta kendini gizleyerek yoluna devam ederken o seçimde her birisi bütün çirkinliği ile ortaya çıktı ve bütün kimlikleri ile karşıda meydan okudular ve mücadele ettiler. Adeta biz yılanı deliğinden çıkarmıştık. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bakımından bu son derece önemli bir dönüm noktası olmuştur.”
15 Temmuz 2016 alçak darbe girişimine iki yıl vardı…
12 Ekim 2014 tarihi ile 15 Temmuz 2016 arasında yargıda neler oldu?
Bin bir kılıkta kendini gizleyerek yoluna devam eden “Fetullahçı Terör Örgütü” denilen yılanın ini neresiydi, deliği neredeydi?
Bilmediklerimiz nelerdir?
Yılanı adeta deliğinden çıkarınca Fetullahçılar yargılanmaya başladı… Bunları biliyoruz. Hakimlikten ve savcılıktan atılanları biliyoruz…Mahkemede anlattıklarını biliyoruz…
Örneğin Yargıtay 16. Ceza Dairesinde 2016/2 Esasa kayıtlı ceza davasında bir savcı yargılanıyordu. Aynı zamanda görev yapmak üzere tayin olduğu (tayinler HSK tarafından yapılıyordu) İstanbul’da bir ceza “soruşturması” yürütüyordu. Bir yandan sanık bir yandan da Savcıydı. Savcı “FETÖ/PDY” örgütü ile iltisaklı olduğundan yargılanıyordu. Hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunduğu için yurt dışına çıkış yasağı konmuştu. Savcı hakkında bir kez müebbet hapis cezası, bir kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyordu.
Sanık Savcı, yürüttüğü bir soruşturmada sanıkların tutuklanmasını istemişti… Hem de “FETÖ/PDY ve PKK/KCK silahlı terör örgütlerine üye olmamakla birlikte bu örgütler adına faaliyette bulunmak” suçlamasıyla iddianame bile hazırladı. Sonra gitti…
Neden, hangi gerekçeyle böyle bir soruşturma için görevlendirilmiştir? Bu görevi kim vermişti? Yani Fetullahçılık suçlanan ve yargılanan bir savcı sanığı olduğu bir ceza davasında silahlı terör örgütüne yardımdan yargılanırken; aynı konuda aynı suçlamadan dolayı başkaları hakkında soruşturma yürütebilir mi? Yürütürse o dosyada adil yargılanma hakkının sürmesi kategorik olarak mümkün müdür?
Bu, hukuka, adalete ve vicdana aykırılık yaratan skandalın ortaya çıktığı yıllarda Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dı. Yıl 2016…Ona soruldu, hatırlatıldı bu durum.
Kendisinin hatırladığını zannetmem ama TBMM çatısı altında bir açıklama yaparak, “Burada bir art niyet olmadığını söylemek istiyorum. Keşke görevlendirme olmasaydı. Bu davadan yargılanan bir kişinin bu davaya verilmesi talihsizlik” ifadesini kullanmıştı.
Yargıda böyle şeyler kaç defa oldu? Talihsizlik mi yoksa yargıya saygısızlık mı?
Adalet Bakanının talihsizlik dediği bu soruşturmada 10 kişi tutuklanmıştı ve 2016 yılında yaklaşık bir ay özgürlüklerinden yoksun kaldılar…Talihsizlik işte, art niyet yok!
HSK’ya, Adalet Bakanlığına, İstanbul Başsavcılığına şikâyet edildi. Talihsizlik işte; şikâyetin sonucunun ne olduğunu ne HSYK zamanında ne HSK zamanından beri bilmiyoruz!
Açıkça haksızlıktı, açıkça yargıya saygısızlıktı, açıkça adil yargılanma hakkının ihlaliydi!
7 Nisan 2022 tarihli konuşmasında son zamanlarda birkaç dava üzerinden tüm yargının eleştirilmesine de sert tepki gösteren Adalet Bakanı ve Hakimler Savcılar Kurulu Başkanı (HSK) sıfatıyla yargıya karşı yapılan her haksızlığın karşısında duracağını vurgulayarak sözlerine şu şekilde devam etmiş:
“Türkiye’de milyonlarca davayı gören hâkim ve savcılarımız var. Büyük bir özveri ile mücadele ediyorlar. Adaleti dağıtmak için ellerinden gelen her şeyi kılı kırk yararcasına bir titizlikle incelemeye gayret ediyorlar. Ama bakarsanız birkaç tane böyle iki elin parmağını geçmeyen dava üzerinden Türk yargısını suçlamak Türk yargısına yapılmış en büyük haksızlıktır. Bir dosyanın içindeki delilleri bilmeden, kanun bilmeden, orada olup bitenlere vakıf olmadan yalan yanlış birtakım haberler üzerinden hâkim yerine, savcı yerine kendini koymak, o dosyaya bakan, gece gündüz, hafta sonu koltuğunun altında o dosyayı evine götüren ya da dosya bakmak için mahkemesine gidip çalışan hâkim ve savcılarımıza yapılmış en büyük haksızlıktır. Bu haksızlığı kabul etmemiz asla mümkün değildir. Bundan sonra da yargımıza karşı yapılan her türlü saygısızlığın karşısında yargının hakkını hukukunu savunmak önce benim görevim. Her zaman ve her yerde bu hakkı ve hukuku sonuna kadar savunacağımdan emin olun.
Lafı söyleyenin kim olduğuna bakmaksızın hak ettiği cevabı vereceğiz.
Çünkü yargı mensubu kararları ile konuşur ama biz siyasetçiyiz, biz bakanız.
Sizin konuşamadığınız yerde, sizin hukukunuzu korumak HSK’nın Başkanı olarak ve Adalet Bakanı olarak benim görevimdir.
Ben bu görevimde ihmal göstermeyeceğim, savsaklama göstermeyeceğim ve söylenmesi gereken ne ise onu söylemeye devam edeceğim.
Çünkü Türkiye’de yargıya güven ve yargıdan memnuniyetin hasıl olması için sadece yargı görevi yapanların adil karar vermeleri yetmez. Bunun ortaya çıkardığı algının da aynı şekilde adil olduğunun bilinmesi lazım. Bu kadar yargıya haksız saldırı yapılırken bu algıyı biz nasıl oluşturacağız. Herkes hâkim, herkes savcı, herkes karar yanlış, herkes karar doğru diye ahkam kesiyor. Herkesin bu kadar çok ahkam kestiği konuda adil olanın, doğru olanın hangisi olduğunu her bir vatandaşımıza nasıl anlatacağız. Onun için de ben diyorum ki yargıyla ilgili konuşurken de 'bırakın hukuk işlesin yargı içinde işleyen mekanizmalar sağlıklı bir şekilde yürüsün.' Yanlış varsa istinafta, Yargıtay’da, yargı içerisinde düzeltilme imkânı da vardır. Ama bütün bunlara rağmen yargı ile ilgili konularda maalesef bunu bir türlü başaramadık. İnşallah başarmak için uğraşacağız, bu konuyu konuşmaktan da geri durmayacağız. Çünkü yargı ile ilgili memnuniyetle sağlık politikaları ya da ulaştırma politikalarıyla ilgili memnuniyeti aynı kefede değerlendirmekte yargıya büyük haksızlıktır.” [i]
Böylece muhalefet partisini hedef alarak eleştiren Adalet Bakanı “bir siyasi” olarak ifade özgürlüğü hakkını kullanıyor. Kullanabilir kuşkusuz. Ancak başkaları kullandığı zaman, zaman diyoruz ama aslında böyle bir zaman zaten hiç olmuyor ve tersi oluyor.
Muhalifseniz ifade özgürlüğü hakkınızı kullanamazsınız, hükümeti, siyasal iktidarı ve yargıya eleştiremezsiniz…Basın ve ifade özgürlüğü yasak ama siyasal iktidara serbest ve hak.
Yargıya edilen lafların serbestliği yolunu kimler açtı acaba?
Kimler yargı kararlarını tanımadı? Kimler Anayasa Mahkemesi ve AİHM’si kararlarını uygulamadı?
“Lafı söyleyenin kim olduğuna bakmaksızın hak ettiği cevabı vereceğiz.”
Bu lafınızı unutmayın. Konuşmanızdaki benzeri lafları alkışlıyorum…
Herkes hâkim, herkes savcı, herkes karar yanlış, herkes karar doğru diye ahkam kestiğine göre; yargıya laf söyleyenin kim olduğuna bakmaksızın hak ettiği cevabı vereceksiniz…
Öyle dediniz.
En yüksek dereceli siyasal iktidarı elinde tutan siyasetçilerden, politikacılardan başlayın lütfen…
Herkesin bu kadar çok ahkam kestiği yargı konusunda siyasilere, politikacılara, siyasi parti liderlerine ve siyasal iktidara isterseniz önce Anayasanın 138'inci maddesini okuyun.
Hiçbir organ, hiçbir merci veya kişinin mahkemelere ve hakimlere talimat veremeyeceğini hatırlatın. Yasama ve yürütme organları mahkeme kararlarına uymak zorundadır ve yerine getirilmesini geciktiremez…
Sözlerinizin arkasında durmanızı öneririm, haddim olmayarak!
Ancak…
Lafı söyleyenin kim olduğuna bakmaksızın hak ettiği cevabı veremeyeceksiniz…
Söylenmesi gereken ne ise onu söylemeye devam edeceğim diyorsunuz ama yanılıyorsunuz.
Kim yargıya laf ederse edecek. Başta siyasal iktidar beğenmediği tüm kararları eleştirecek.
Laf eden siyasal iktidar mensupları olacak ve hak ettikleri cevabı veremeyeceksiniz…
İşte o zaman umarım hakkınızdaki protesto alkışlarını duyarsınız. (Fİ/RT)