"Kimsiniz? Neyi temsil ediyorsunuz? Nedir tarihsel olarak varlık nedeniniz?
Bunlar yargıçların, savcıların ve sanıkların her davanın eşiğinde kendi kendilerine sormaları gereken sorular."
Jacques Verges
Türkiye'nin adalet ve yargı pratiği ile karşılaşan ya da bu pratik ile henüz karşılaşmamış olan ve hatta karşılaşma ihtimali bile olmayan, vicdan ve adalet duygusuna sahip herkes, Jacques Verges'in "Savunma Saldırıyor" kitabında sorduğu bu soruları zaman zaman soruyor olmalı.
Bu soruları bir kez daha ve yeniden güncel ve zorunlu kılan, Türkiye yargısının tepe noktalarından Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun verdiği son karar. Karar, bir gösteri sırasında olay yerinde geçmekte olan uzman çavuşun açtığı ateş sonucu, gösteri ile bile ilgisi olmayan bir insanın öldürülmesini suç saymayan beraat kararı. Yargıtay, uzaman çavuşun meşru müdafaa sınırını aştığını, ancak bu sınırı makul sayılabilecek bir heyecan ve korku sonucu aştığı için kendisine ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiş.
Soruları sona bırakıp, kararın ne anlama geldiği üzerine "hukukça" birkaç şey söylemek elzemse de, hukuka dair mikroskobik büyüklükte bir emarenin bile yer almadığı bu kararın hukukiliğini tartışmak da beyhudedir. Ancak yine de yazalım.
Yargıtay'ın gerekçesi AİHM'de geçersiz: Yargıtay ne derse desin, güvenlik güçlerinin meşru müdafaa sınırını makul karşılanabilecek bir heyecan ya da korku ile aşmış olmaları durumundan bahsetmek asla mümkün değildir. Zira, güvenlik görevlileri misyonları gereği tehlike ile iç içe olmak, tehlikeyi hukuka uygun araçlar ile gidermek, tehlike dolayısı ile korku ya da paniğe kapılacak kişileri yatıştırmakla görevlidirler. Neticede, Gazi Davası sanıklarını benzer gerekçeler ile cezadan kurtaran Türkiye yargısı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde mahkum olmaktan kurtulamamıştır. AİHM, misyonları ve eğitimleri gereğince, heyecan, korku ve panik ile baş etmek, başkalarındaki bu duyguları yatıştırmak ve tehlikeyi gidermek zorunda olan güvenlik görevlilerinin bunun tam aksine gerekçeler ile insan öldürmelerini yaşam hakkı ihlali saymıştır.
Yargıtay yargısız infaza cevaz verdi: Bu kararın yaratacağı sonuç, bundan sonraki yıllarda da devletin silahlandırıp sokağa saldığı güvenlikçilerin; ecel gibi dolaşarak yargının engin hoşgörüsü gözetiminde insanları öldürmeleri olacaktır. Yargıtay'ın her sözünü emir gibi algılayan, bağımsızlıkları ve tarafsızlıkları Yargıtay'ın bu emrivaki kararlarına karşı hiç sorgulanmayan Türkiye yargısının benzer olayların hiçbirinde bundan böyle mahkumiyet kararı veremeyeceği, verse de bu kararların emsal karara atıfla bozulacağı peşinen söylenebilir. Yargıtay, söz konusu kararı ile yargısız infaza cevaz vererek idam cezasını fiilen uygulamaya sokmuştur.
"Düşman Ceza Hukuku"
Hukuk tarihinde benzer kararlar tartışılırken, işin felsefesi ile uğraşanlar bu pratiğe ve algıya bir isim de bulmuşlardır. Buna göre, bir ülkenin hukuku ikiye ayrılır: Birinci bölüm olağan ceza hukukudur ve sıradan vatandaşlara karşı uygulanır. İkinci bölüm ise "Düşman Ceza Hukuku"'dur ve ötekilere, rejim muhaliflerine uygulanır. Düşman Ceza Hukuku'nun uygulanabilmesi için kişinin vatandaşlık bağına bakılmaz. Vatandaş olsun olmasın devlete ve rejime muhalif herkes bu kapsamda yargılanır ve cezalandırılır. Bu halde, kişinin en temel haklarının askıya alınması ve hatta yaşam hakkının yok edilmesi de hukukça meşrulaştırılabilir ve "düşman vatandaşın" imhası konusunda herkes yetkili ve görevlidir.
Düşman Ceza Hukuku uygulamasının pek çok örneğini gerek günlük hayatta gerekse yargısal pratikte görmek mümkündür. Birkaçını anımsayalım:
Coğrafyanın pek çok yerinde solculara, Kürtlere, eşcinsellere, bazen şüpheli kişilere karşı onlarca linç eylemi gerçekleştirilmesine rağmen; bu eyleme katılanlardan hemen hiç biri yakalanmamış, sorgulanmamış ve yargılanmamıştır. Bilakis, linççi güruhların eylemleri etkili ve yetkili kişiler tarafından "vatandaş hassasiyeti" olarak yorumlanarak hoş görülmüş, linç mağdurları yargılanmış, tutuklanmış ve mahkum olmuştur.
Yargıtay, Şemdinli sanıklarının davasını hukuka aykırı şekilde Askeri Mahkeme'ye göndermiş ve "iyi çocuklar" askeri mahkemece ilk celse tahliye edilmişler, dava tozlu raflara emanete bırakılmış, ilk yargılamada "iyi çocukları" 39,5 yıl hapis cezasına çarptıran mahkeme dağıtılmış, iddianameyi hazırlayan savcı Ferhat Sarıkaya meslekten atılmış, olayın mağdurlarından Seferi Kaya sağ kurtulmanın cezasını defalarca tutuklanarak ve mahkum olarak ödemiş, davanın müdahil avukatları hakkında soruşturma açılmıştır.
Gösterilerde taş atan çocukların aidiyet durumları ile örgüt üyeliği fiilinin anlamını bilip bilmedikleri tartışılmaksızın örgüt üyesi olarak cezalandırılacaklarına karar verilmiş, binlerce Kürt çocuk hakkında tutuklama furyası başlatılmış ve onlarca çocuk mahkum edilmiştir.
Engin Çeber davasının duruşma ses kayıtları kaybedilmiştir.
Baran Tursun'u vuran polis, sadece 2 yıl 1 ay hapisle cezalandırılmıştır ve hâlâ silahlı külahlı memurluğuna devam etmektedir.
Uğur Kaymaz'ı ve babası Ahmet Kaymaz'ı öldüren polisler beraat ettirilmiştir.
Bu örneklerin binlercesinin sayılıp dökülmesi mümkündür. Ancak, gereksizdir.
Yargımız ve Yargıtay'ımız, evvelinden beri, insanı ve haklarını hiçe sayan, ayrımcılığı "yasallaştıran", yaşam hakkını hiçe sayan, işkenceyi cezasızlığa ve işkencecinin isafına terk eden, yurttaşları dinsel ya da etnik kökenlerine göre "yabancı" sayıp mülklerine el koyan, militarizmin ve para militarizmin her hukuk dışı ve yasadışı eylemine yasal/yargısal kozalar örüp gelişip serpilmelerine uygun iklimi yaratan onlarca güzide karar vermiştir. Anlaşılan o ki vermeye de devam edecektir. Çünkü, bizler muhalifler onları gözünde "düşman"'ız ve vatandaşlığımız da tartışmalı. Hukuk da düşmana karşı yürütülen savaşta bir savaş aracı ve silahtır.
Bu algının kırılmasını sağlayacak şey, adları ve dereceleri ne olursa olsun mahkemelerce adalet adına verilen bu tür kararların hukukiliğini tartışmak değildir.
Türkiye yargısını yargılamak
Bu durumun değişmesini sağlayacak şey, bir bütün olarak Türkiye yargısını yargılamak, her defasında Verges'in sorularını çoğaltarak sormak, karar sahiplerini siyaseten, vicdanen, ahlaken ve hukuken teşhir etmektir.
Rivayete göre her mahkeme her kararını, yine rivayete göre anayasal vatandaşlık tanımı gereği benim de içinde bulunduğum rivayet edilen "Türk Milleti" adına vermekteymiş. Ben buradan kendilerini tekzip ederek işe başlıyorum. Sayın sayınlar; beni düşman olarak saydığınız sürece beni "Türk Milleti"nden saymayıp kararlarınızın meşruiyetine alet etmeyiniz. (AK/TK)
* Ali Koç, avukat.