Haziran seçimlerinden hemen sonra sokağa çıkma yasakları başladı. İnsanlar öldü, ölüyor. Topraklarından ve evlerinden kaçan bir avuç insan birkaç bavulla sokaklarda… Mermi izleriyle kaplı duvar diplerinde bıraktıkları hayatları bir daha geri gelmeyecek.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı verilerine göre, 16.08.2015 – 11.12.2015 tarihleri arasında 7 ilde ve 17 ilçede 52 kez süresiz sokağa çıkma yasakları ilan edildi.
Sokağa çıkmak yasak… Size ne hatırlatıyor?
Kitap toplatmak olağan ve kitap okumak yasak! Ne hatırlıyorsunuz?
Tutuklu gazeteci sayısı artıyor… Artık neredeyse cezaevlerinde günlük gazete çıkaracak nüfusa ulaştılar! Aklınıza ne geliyor?
OHAL yok ama her yerde var! Sıkıyönetim, DGM ve Özel Yetkili ve Görevli Mahkemeler ve Savcılıklar kaldırıldı! Ama ruhu yaşıyor, yargının iliklerine kadar sinmiş!
Her yerden olağanüstü rejimin ayak sesleri geliyor! Duyuyor musunuz?
Kanunlar yeniden paketleniyor! Torbalarla kanunlar, torbalarla davalar ve davaların içine atılmış insanlar yeniden ve yeniden yargının önüne getiriliyor! Yargıdan üstün başarılar bekleniyor!
Dili geçmiş zamandan geriye kalan neleri hatırlıyorum?
İlki, Türkiye’nin 2001 yılında başlattığı “Ulusal Program”… Demokratik toplum düzeni kurmak için kabul edilen yol haritasıydı… Rotasını hatırladım ve bir değişiklik olup olmadığını anlamak için “önceki vaatlerini” hatırladım.
Örneğin 2003 yılında 2. Ulusal Programın Giriş bölümünde, “Cumhuriyetin dayandığı temel ilkelere bağlı, ulusal bütünlük içinde, demokratik ve laik, bilgi çağını yakalamış, güçlü ve refah içinde yaşayan çağdaş bir hukuk devleti olmak, gelecek kuşaklara karşı tarihi bir sorumluluktur” demişlerdi. O tarihteki Hükümetin dediğini bu tarihteki Hükümet hatırlıyor mu? Acaba bu gün geçmiş “tarihi sorumluluğu” hala yerinde midir, yoksa sorumluluklarının yerinde yeller mi esiyor?
2007-2013 yılları arasındaki Ulusal Program uygulaması bakımından halen AB ile müzakereler sürüyor ve uyum sorunları yanında özellikle “yargı” ile ilgili 23 ve 24. fasıllar açılmayı ve “müzakereleri” bekliyor…2001 yılından günümüze bir arpa boyu yol alınmış ve “sorumluluklardan geriye dönüşler” artık sadece bir yol hatırası olarak kalmıştır.
Birinci Ulusal Program 2001’de “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı" ile Ulusal Programının Uygulanmasına dair Bakanlar Kurulu'nun 19 Mart 2001 tarihli 2001/2129 sayılı kararı” Resmi Gazete yayımlanmıştı. (R.G. 24 Mart 2001 Sayı: 24352 Mükerrer)
Bu Programda başta birinci sırada düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere bireysel insan hak ve özgürlüklerinin daha da geliştirilmesi için hedeflenmiş ve kısa ve orta vadede bir dizi yasal ve idari tedbir alınması öngörülmüştü.
Türk Hükümeti, siyasî, idarî ve yargı reformlarına ilişkin çalışmalarını 2001 yılında hızlandıracak ve özgürlükçü, katılımcı, güvenceli, hukuk devleti ilkesini üstün kılan Anayasa ve yasa değişikliklerini yapacaktı. Yaptı da… Şimdi yeniden anayasa yapacağım diyor, eskileri ne olacak belli değil ama herhalde kırpıp kırpıp yıldız yapacaklar…
İkincisi, 24 Temmuz 2003 tarihli resmi Gazetede "Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı ile Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair 23 Haziran 2003 tarih ve 2003/5930 sayılı Karar" yayımlanmıştı. (R.G. 24.07.2003 tarih ve 25178 Mükerrer sayılı)
Bu Programın “Siyasi Kriterler” bölümü… Şöyle yazılı “Türkiye, 24 Mart 2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programında öngörüldüğü şekilde temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıkların korunması ve saygı görmesi hususlarındaki düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı anayasal ve yasal reformlar gerçekleştirmiştir.”
Ama uygulanmamaktadır…
Siyasi kriterlerin “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” ile ilgili bölümünde; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi çerçevesindeki toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunmasını da öngören ölçütler ile laik ve demokratik Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve milli birliği koruma kriterleri temelinde bir yandan genişletilmesine, diğer yandan da sürdürülmesine öncelik ve önem verdiği” vurgulanmıştır. Doğrudur, temel hak ve özgürlükler güvenlik nedeniyle askıdadır ve artık sürekli askıda kalacağı anlaşılmaktadır.
Hükümet bu çerçevede; ifade özgürlüğünün sınırlarını belirleyen mevzuatın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve özellikle Sözleşmenin 10. 17. ve 18. maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluğu bakımından gözden geçirileceğini, ifade özgürlüğü alanını genişleteceğini kabul etmişti. Bu amaçla “yasal ve idari değişikliklerin etkin uygulaması sağlanacak”tı… Ve basın özgürlüğünün evrensel standartlarda uygulanması için gerekli tedbirlerin alınacağını kabul ve vaad etmişti.
Dili geçmiş zamana bağlı unutulmuş vaatlerle özgürlükler sağlanamaz.
2001, 2003 ve sonraki Ulusal Program’lar sürekli birbirine yapılan atıflarla sürdü ve sonra hepsi aldı başını bu ülkeden çekip gitti… Siyasi ve hukuki hiçbir saygınlığı kalmayan toplumsal her reform, her demokratikleşme, her paket, her torba kanun bireyin hayat standardını yükseltmek yerine fakirleştirdi… Ekonomik gücünü, demokratik saygınlığını ve hukuki güvenliğini yitirdi.
Ne Ulusal Programlar, ne İlerleme Raporları ne de Kopenhag Siyasi Kriterleri kaldı...
Temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilen ve yerine “güvenlik” kodu ile idare edilen bir ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün gereksiz olduğuna inanılıyor.
Sokağa çıkma yasaklarının normal, kitap toplatmaların olağan sayıldığı ve tutuklanan gazeteci nüfusunun süratle çoğaldığı bir ülkede ifade ve basın özgürlüğünü ortadan kaldıran her yargısal karar; yürütmenin ve yargının üstün başarısı olarak kutsanıyor.
Yargının üstün başarıları, yürütmenin takdirindedir. (Fİ/NV)