*Bircan Yorulmaz çizimi, Bircan Yorulmaz'la dayanışma için kurulan sosyal medya hesabından alındı, davaya dair çizim Ercan Altuntaş'tan.
Bugün tutukluluğumun 730’uncu, özgürlüğümün elimden alınışının 737’nci günü.
İki yıl önce bugün, artık normalleştirilen bir şafak vakti polis baskınıyla evimden gözaltına alınmıştım.
Haber verseler gidip ifade verecek, (ki 6 yıl önce çağırmışlardı ve gidip ifade vermiştim) “içeri alıyoruz” deseler “buyurun, gidelim” diyecek beni, benden 6 yıl önce Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a, milletvekillerine ve diğer arkadaşlarımıza yaptıkları gibi şafak baskınıyla gözaltına aldılar.
Ülkem adına utanç verici bu yolla evime yapılan baskında, o sabah ilk aklıma gelenleri hatırlıyorum şimdi.
Beni götüreceklerdi, orası anlaşılmıştı. Önce geride bırakacağım muhabbet kuşlarımı düşünmüştüm. İsim babaları yeğenim Deniz Aras olan Maviş ve Ateş’i polislerin aramaya tanıklık etmesi için uyandırdıkları alt komşuma emanet etmiştim. Evet, şafak baskınlarında komşularınızı da bu hukuk dışı keyfi eziyete ortak ediyorlar.
İlk kez yaptığım vişne likörü
Beni götüreceklerine göre salonumdaki, balkonumdaki, terasımdaki çiçekler, üzerinde ceviz büyüklüğünde 11 limonun bulunduğu limon ağacıma ne olacaktı?
Önümüzdeki günlerde, haftalarda izlemek üzere aldığım birçok tiyatro biletim vardı. Daha sonra yeniden kapanacak olsa da pandemi sonrasında yavaş yavaş açılan tiyatrolarda oyunlar izlenecekti, izlenecek oyunlar üzerine yazılar yazılacaktı.
O hafta sonu eve kuracağım küçük ahşap atölyesi için yaptırdığım masa altlığına uygun bir üst için hocamın şehir dışındaki atölyesine gidecektim. O yaz kavanozlarca domates konservesi yapmıştım, son yıllarda her yaz yaptığım gibi.
İlk kez yaptığım vişne likörü ve pestili, kavanoz kavanoz turşular, reçeller, buzlukta ayıklanmış sebzeler ve daha nice şey kullanılmayı bekliyordu.
Sen misin limon ağacıma ne olacak diyen!
Şimdi cezaevinde, duvar dibinde kendiliğinden büyümüş bir-iki yabani çiçeğe ve ota tahammül edilmeyip koparıldığı bir ortamdayım. İlkinde, arkadaşların infaz memurları yapmış olabilir seçeneğini reddedip “kuşlar yapmıştır” dedim.
Duvar dibinde kendiliğinden çıkan iki dal yabani otun ve sadece üç yaprağı olan çiçeğin onlara ne zararı olabilirdi? Ancak ikinci seferinde infaz memurlarının sabah sayımları sırasında söktükleri kesinleşti; hatta bunun daha önce de yapıldığı başka mahpuslar tarafından teyit edildi.
Sonra havalandırma alanına kuşlar yesinler diye doğradığımız ekmekleri “güvenlik meselesi” olarak gördüler, “Kuşlar üzerinden diğer koğuşlarla haberleşebilirsiniz” diyerek engellediler. Bizi zaten haftanın bazı günleri, “sosyalleşme” adıyla diğer koğuştakilerle bir araya getiriyorlardı. Bunun dışında kuşun kanadına yazıp göndereceğimiz ne olabilirdi!
Bunları, bizim koşullarımızın birçok cezaevine göre daha iyi olduğunu bilerek yazıyorum. Aklımda sadece tek dize: “Onlar umudun düşmanıdır sevgilim.”
Somut delil yok
Tam iki yıldır somut delilden ve dayanaktan yoksun mesnetsiz suçlamalarla tutukluyum. 17 duruşmaya çıktım şimdiye kadar. Hakkımda delil olarak sunulan ve aynı zamanda pek çok kişi ve kuruma gönderilmiş bir bülten ileti olduğu ortaya çıkan bir e-posta iletisini tutukluluğuma devam gerekçesi yapmaya devam ediyorlar.
Yargılandığımız sanılıyor. Diğer arkadaşlarımızın tutukluluğuna devam gerekçesi yapılan deliller de bir bir çürütüldü. Müştekilerin pek çoğu bizlerden şikayetçi olmadıklarını mahkeme huzurunda söylediler.
Gizli tanık skandallarını zaten biliyorsunuz. Birçok arkadaşım ne diyecekleri kendilerine ezberletilmiş, duruşmaların seyrine göre birdenbire ortaya çıkarılan kurmaca gizli tanıklar nedeniyle hâlâ tutuklu. Bu gizli tanıklar, haklarında tanıklık ettikleri arkadaşlarımızı tanımıyor, bunu mahkemede de belirtiyorlar.
Hukuka aykırı iddianameyi kabul eden ve bizi bu iddianameye dayanarak yargılayan mahkemenin önceki başkanı, yargıda örgütlenen “Atadedeler Çetesi”nin lideri çıktı.
Bu hâkimin çete içinde olduğu Kobani davasının başına getirilirken de bilindiği, o dönemde de hakkında soruşturma olduğu çıktı ortaya. Yargıda çete oluşturup liderlik etmek iddiasıyla görevden el çektirilmiş bu hâkimin yaptığı usuli işlemler geçerli kabul edildiği gibi beraber çalıştığı heyet bizi yargılamaya devam ediyor.
Yargılandığımız sanılıyor. Oysa duruşmalar devam ederken, iktidardaki siyasiler her gün medya ve propaganda kanalları üzerinden yargıya bizi parmakla gösteriyorlar.
Delil, hukuk, yasa, savunma hakkı elimizden alınmışken yapıyorlar bunu. Kendi kararlarını mahkemelere dayatıp “işte yargı kararı” demek istiyorlar. Demokrasi ahlakını bile geçerek mantık dışı bir alana ittikleri, Meclis’te var olan bir partiyi, üyelerini, seçmenini, nefret suçu işleyerek yasadışı göstermeye çalışıyorlar.
Ne yazık ki biz çıkarıldığımız mahkemede yargılan-a-mıyoruz. Güzel ülkemin nefret suçuyla kirletildiği bir ortamda iktidarın siyasi olarak verdiği cezayı çekiyoruz.
Hal böyleyken…
Torba iddianame olarak hukuksuzca düzenledikleri soruşturmayla açılan “Kobani davası", insanlardan oluşuyor. Eşleri, sevgilileri, anneleri, çocukları, arkadaşları olan insanlardan. İçeridekiler kadar dışarıdakileri de cezalandıran bir tutukluk süreci bu. Davadaki arkadaşım Günay’ın 9 yaşındaki kızı Asmin babasını ancak iki ayda bir açık görüşte görebiliyor.
Selahattin Başkan’ın kızları Helal ve Dılda, babaları 6 yıldır cezaevindeyken büyüdüler ve onlar şimdi birer genç kız. Meryem’in yeğeni Kadir her telefon görüşmesinde teyzesine birlikte harcamak için para biriktirdiğini, gezmeye gitmek için onu beklediğini söylüyor. Pervin’in engelli ve alzheimer hastası annesi haftalık telefon görüşmelerinde ısrarla ne zaman geleceğini soruyor.
İşe gittiğini sandığı kızının neden eve gelmediğini anlayamıyor. 11 yaşındaki yeğenim artık benim yüzümden güncel siyaseti takip ediyor, gelişmelere dönük yorum yapıyor. Aynı zamanda, çıktığımda izleyeceğimiz filmlerin listesini hazırlıyor. Kimi saysam eksik kalacak hayatlar karartılıyor.
Dostun bir gülü yaralar beni
Bu mektubu okumaya değer bulan herkes biliyor ki bu bir AKP-MHP ittifakının HDP’den öç alma davası. Cumhur İttifakı, 7 Haziran’da uğradığı seçim yenilgisinin rövanşını böyle alıyor. Diğer yenilgilerinin intikamını da başka hukuk dışı, sonuçları acı ve ağır mahkumiyetlerle…
En ağır şeylerin başında ne geliyor biliyor musunuz? Bazı davalar ve durumlarla ilgili “hukuksuzluk var” diye bağırmak için sıraya girenlerin konu “HDP”, konu “Kürtler” olunca tüm demokratlıklarını, adalet duygularını, “hukuk hukuk” diye bağırmalarını unutup başlarını başka yöne çevirmeleri. İktidardan gelenden ziyade bunları sineye çekmek çok daha zor geliyor.
Siz bu satırları okurken 17. duruşma celseleri devam ediyor. 18 aydır süren davada delil çürütmeyi görmezden gelen, lehimize olan delilleri görmezden gelen, tutukluluk şartlarını inceleme gereği dahi duymayan bir heyet karşısında gerçeği savunmaya devam ediyoruz.
Dinleyenlere, duyanlara selam olsun.
(BY/EMK)