Adalet Bakanı yargılamalar sırasında yıllık ortalama 11 milyon dosyanın görüldüğünü, “bunların arasından belli başlı örnekleri öne çıkararak genele ilişkin bir kanaat oluşturmaya çalışan, yargıyı eleştirmek için yer arayanların da olduğunu” ve bu tür durumları doğru bulmadıklarını anlatmış konuşmasında.
Bu yazı, yargıyı eleştirmek için yer arayan yazılardan birisidir.
Belli başlı bilinen örnekleri örneklemeyecektir. Genele ilişkin bir kanaat oluşturmak gibi bir derdi de yoktur. Geçmişi anımsatacaktır. Bu yazı “niyet okuyucu peşin suçlayıcılar tarafından” doğru bulunmayabilir. Ama zaten adaletin nesi doğru ki gerçekler karşısında kanaat oluşturalım! Hiç gerek de yoktur. Yargıda bilinenleri tekrardan ibarettir yazılan.
Yazının konusu Yeni Yargı Reformu Stratejisidir. Anımsarsanız 2007-2013 dönemlerini kapsayan ve TBMM’nin 28 Haziran 2006 tarih ve 877 sayılı kararı ile kabul edilen 9. Kalkınma Planı, Türkiye’nin ve yargının yedi yıllık kalkınma stratejisinin belirlendiği bir plandı. Adalet Bakanlığı Strateji taslağına göre “Adalet Sisteminin İyileştirilmesi” başlığı altında Türk Adalet Sisteminde çağdaş bir yargı sisteminin kurulması için somut adımlar belirlenmişti.
2018’de konuşulanın özü strateji planının yenilenmesi tartışmalarıdır. Yargı Reformu Stratejisinin yenilenmesi hakkında 29 Kasım 2018’de yapılan toplantıda konuşan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Yeni Yargı Reformu Stratejisi” vizyonunu "Güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi" olarak açıklamış.
Güven veren adaletten ne anlıyorsunuz?
Adalet Bakanına göre; “Güven veren adalet derken, adalet dağıtma, adaleti sağlama amacına özgülenmiş kurumlarımızın bu amaca uygun işleyişini sağlamayı, bunun önündeki engelleri kaldırmayı anlıyoruz. Hukuku, bir ülkede ölçülebilir bir değer haline getiren şeyin, adil ve etkin işleyişiyle yargı sistemi olduğunu biliyoruz. Güven veren adaletle, insan odaklı politikaların hayata geçirilmesini kastediyoruz. Bu perspektif, insanı adaletin nesnesi değil, öznesi haline getirmektir."
Acaba Türkiye’de güven veren adalet insan odaklı mıdır? Değildir.
Adaletin kendisi güven vermediğine göre insan odaklı olması da mümkün değildir. Zira adalet insan öğütüyor, tıpkı insanı nesne olarak gören yargısal ve siyasal sistem gibi.
Hala sabahları evleri basarsınız, insanların mahremlerini arar, tararsınız… Saatlerce sorgular, sorgular, sorar, sorar sonra bırakırsınız... Yargı Stratejisinin 2007- 2013 dönemindeki gizli ve hukuka aykırı yöntemlerle yapılan telefon dinlemelerini 2018 yılında delil gibi sayarak suçmuş gibi sorularla insanları gayri insani ve onur kırıcı bir sorgulama yöntemini sürdürürseniz…
Sisteminiz değişmemişse ve değiştirmemişseniz ve tekrarlıyorsanız eğer; işte o zaman adalet sabahtan akşama, akşamdan geceye, geceden gün ağarana kadar süren ve insan öğüten bir mekanizmaya böylece dönüşmüş demektir. Geçmiş sistem sürüyor, insan nesne!
Daha da nesneleştirmek için isterseniz tutuklarsınız… Özgürlüklerinden yoksun bıraktığınız insanları tutuklamakla nesneleştirirseniz. Tutabildiğiniz kadar tutuklu tutarsınız, iddianamesi bile yazılıp dava açmadan hapiste bekletirseniz. Yargı sisteminiz insan odaklı değildir…Çünkü kendi yargılarınıza göre suçlu varsaydığınız insanları da herkesin sizin gördüğünüz gibi “suçlu” ve devlete ”düşman” olarak görmesini istersiniz. Ceza tehdidini sürekli kılar ve mahkemelerde sürüm sürüm süründürürsünüz. Yargıya güvenmek yerine siyasal iktidarın beklentilerine uyumlu olmasını istediğinizdendir ki; asıl adalete güvensizlik yaratan bu isteğinizdir.
Erişilebilir bir adalet sistemi ne demektir?
Adalet Bakanına göre; "Adaletin kapısına gelen herkes, hakkına erişeceğinden emin olmalıdır. Bu kapıyı çalan herkes, saygın bir muameleye tabi tutulmalıdır. Ve her bir vatandaşımız, evine dönerken bu kapıdan asgari bir memnuniyetle ayrılmalıdır."
Adalet Bakanı “geciken adaletin ise vicdanları yakan bir ateşe dönüşeceğinin unutulmamasını” istemiş.
Ateş yakar, yangın olur. Haklıdır Adalet Bakanı; geciken adalet de yakar!
Adalette çıkarılan yangınların ateşini nasıl söndürebilirsiniz?
Adalet Bakanına göre; "Bu ateşi hukukla, hukukun sınırları içinde behemehal söndürmek gerekiyor.”
Acele edin ve yangını söndürün!
Kim yargıdaki yangına körükle gidiyorsa, kim duruşmalardan sanıkları ve avukatları atıyorsa, kim avukatları dövmeye kalkıyorsa, durup dururken tutukluyorsa, kim savunmayı yargıda görmek istemiyorsa, kim sanıklara “sen” diye hitap etmeyi marifet sayıyorsa; yargıdan, yargılamalardan, el çektirin, yapabiliyorsanız! Yangını söndürün!
Adalet Bakanı en büyük hassasiyetini şöyle ifade ediyor:
“Hukuk ve yargılama güvenliğine halel getirmeden adli süreçlerin hızlanması, vatandaşımızın hakkına gecikmeden, iş işten geçmeden ulaşması en önemli hassasiyetimizdir.”
Hedef olarak, yıllık ortalama 11 milyon dosyanın görüldüğü ülkemizde yargılamaların makul sürede bitirilmesi amacıyla “yargıda hedef süre” uygulamasına geçilecek(miş)… Eski tutanakları okuyun lütfen…
Yargıda hedef süre uygulaması eğer davaların hızla bitirilmesi ise, vicdanları yakacak ateşten ve yangınlardan öte yol kazalarının da artacağından emin olabilirsiniz. Güven veren adalet yolunda yargıda hedef süreleri tutturulabilmek için hız limitini aştığından dolayı kaza yapması çok muhtemel olan yargıda sorumluluk kimin olacak? Cezası ne olacak?
Yargıda hızlanmaktan önce çok daha kolay ve basit bir yöntem izlenmekte yarar vardır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisine göre; herkesin etkin bir yargı yoluna başvuru hakkını ve yargının güvenliğini ve özellikle yargıya güveni sağlamak görevi devletindir. O halde yargıda hedef süre adı altında hızlanmadan önce bağımsız ve tarafsız bir yargı yaratın, yapabiliyorsanız ve istiyorsanız.
Yargı Stratejisinin revizeleri sırasında dokuz yıl önce aynı tartışmalar yapılmıştı. 8 Haziran 2009 tarihinde Ankara Kızılcahamam’da toplanan Adalet Bakanlığı temsilcilerinin bulunduğu “Yargı Reformu Strateji Taslağı” üzerinde Türkiye Barolar Birliği temsilcisi avukat Teoman Ergül’ün (ışıklar içinde kalsın) yapmış olduğu konuşmanın bazı bölümlerini anımsayalım.
Sayın Ergül, “Adil Yargılanma” kriterlerinde “uygulamada çok farklı bir yerde olduğumuzu görüyoruz” diyerek tercih edilen yargı sisteminin yarattığı sonucu ifade etmişti:
“Bu davranışlardan çıkardığımız sonuç, yargılamaların savunma olmadan yapılmak istenmesi oluyor. Bizim yargıçlarımız “savunma”dan korkuyorlar, çekiniyorlar, kaçıyorlar. Oysa savunma olmadan yapılan yargılama herhangi bir bürokratik işlemden farksızdır. Bir fezleke niteliğindedir. Duruşma salonlarında yargılama diyalektiği etkin olmadan verilecek hükümler eksiklikle malul olmaya mahkûmdur. Adil olabilecekleri de şüphelidir. Yargı kararını, hükmü güzelleştiren, mükemmelleştiren ve ideale yaklaştıran savunmadır.”
Ne değişti o günden bugüne? O tarihte tablonun karanlık olduğu söylenmişti, günümüzde kapkaranlıktır. Değişiklik yok. Yargı, avukatların yani savunmanın olmadığı bir yargı istiyor. Böylece yargının kısa sürede tamamlanabileceğini ve hatta adil olacağını bile zannediyor!
Dün ifade edildiği gibi, “adil yargılama” için “silahların eşitliği” kabul edilmelidir.
Ateş düştüğü yeri yakar. Vicdanı olanların vicdanları zaten yanmış, yıkılmış, kül olmuş!
Adalet çoktan yanmış, yargıda çıkan yangında ateş bacayı sarmış…
Haksızlık etmeyelim belki adalete bakan adamlar yangını söndürebilir. Vicdanlara düşen ateşi söndürün, söndürebiliyorsanız! Savunma ateşi söndürmeyi sürdürüyor zaten!
Bakalım Yargı Reformu Stratejisinden ne çıkacak? Hukuk, insan odaklı adalet, adil yargılanma hakkı, yargıya güven ve vicdan mı, yoksa guguk mu?
Sorun, sistem sorunudur. Sav ileri sürülüyorsa, savunma olmalıdır. Adil yargılanma hakkının savunmanları olan ve yargının olmazsa olmazı avukatları muhakemenin dışında tutmak isteyen anlayış; engizisyonun yaşandığı geçmiş dönemin faşizminden geriye kalan zihniyetin artıklarıdır. (Fİ/EKN)
* Fotoğraf: Flickr